Spiky twin star planet surface

Mankurt

Okuma süresi: 40 dakika

Tarih 02.05.2078

Dördüncü derece kıdemli müfettiş Aybüke Sancak’ın notları. Müfettiş Kodu K-E-1346567. Güvenlik gerekçesi ile kimliğimi soruşturma boyunca saklı tutacağım.

Bu kayıtlar görev kaydı 32635’in konu ile alakalı gözlem ve verilerini barındırmaktadır. Cumhuriyet görevlisi olarak notlarım ve yargılarımı açık ve tarafsız olacağına ant içerim. Kişisel gözlem ve yorumların olayın aydınlatılmasında yararlı olacağına inandığımdan raporda yer veriyor olacağım.

Hatırlatma: Müfettiş hakları gereği yazdıklarımın hiçbiri bana ve subjelerime karşı kullanılamaz.

Salsari sektörü üçüncü gezegeni 305-E-JP’ye ulaşmak üzereyim. Görev çalışanların isteği üzerine bir maden kolonisindeki huzursuzluk ve şu ana dek ekipmanlara verilen zararı incelemek. Sektörün yakın geçmişte güç odakları için önemli bir maden alanı olması sebebiyle savaşa tekrar sebebiyet verebilecek her şeye karşı hükümetimiz tarafında yüksek önem atfedilmekte.

Uç uzayda olması ve iki adet yüksek manyetik alana sahip siyah cüceden oluşan yıldız sistemi dolaysıyla ana gezegen sektörüyle iletişim şu anda kullandığım posta problarıyla olmakta. Posta prob ağı resmi kaynaklar ve benim seviyemdeki memurlar için sadece yazılı iletişime izin vermekte . Zorunlu olmadıkça görüntü ve video kaydı boyut sebebiyle yazışma aşamasında eklenmeyecek. Post aralığı manyetik alanın zayıfladığı zaman aralıklarından işliyor. Yörüngesel döngü sebebiyle bu her beş günde bir olabiliyor.

Post ağının yerelde başka bir adı daha var. “Nam ağı”. Eski Moğol geleneklerinden kalma bir atlı post sisteminin adı. Gezegendeki devamlı hareketi zorunlu kılan ve zorlu doğa şartlarını içeren yaşam sebebiyle ilk madenci tercihleri Moğolistan ve Türki Cumhuriyetlerden olmuş. Misafirperver ama gerektiğinde çok kapalı bir toplum da olabiliyorlar. Üstlerim tarafından yapılan bilgilendirmeye göre mevcut karmaşa ve kaos içerisinde genotipolojik yakınlığım nedeniyle bu topluluk içerisinde daha rahat hareket edebileceğim ve daha rahat ilişki kurabileceğim düşünülmüş.

Gezegen savaş sonrasında genişleyen ilk sivil maden alanlarından biri. Maden kampının adı “Dersu Uzala Faz II”. İlk kaşifler tarafından, ilk kamp gezegenin Sibirya tundurasına benzer hali sebebiyle Kurosava’nın ünlü filminden adlandırılmış. Bunu dışında anladığım kadarıyla bazı kültürel adların yerelde kullanımı engellenmiyor. Hatta kampın benimsenmesi açısından şirket tarafından hoş karşılanıyor. Gezegene verdikleri ad ise “Kirpi”.

Yakında dokuz ayını uykuda geçirdiğim yolculuğu sonunda geleceğim. Şirket benim de birinde bulunduğum üç adet mobil yaşam aracını saatler içerisinde Kirpi’nin yüzeyine indirmiş olacak. Ve elbette ki bu mobil platformlara verdikleri alternatif bir isim daha var. Yurt. Şu orta asyada kullanılan göçebe çadırlar. Gezegenin uzun kod adı sadece uzay-arası iletişimde bir şey ifade ediyor. Yüzeyindeki dev sivri dağ çıkıntıları sebebiyle kimse diğer adını kullanmayı aklından bile geçirmiyor. Gezegen kendi ekseni etrafındaki günlük döngüsünü çok yavaş bir şekilde 2023 saatte tamamlıyor. Genel olarak ihtiva ettiği ağır metaller sebebiyle kalın bir elektromanyetik alanı iki güneşiyle etkileşime giriyor ve normalde olması gereken dönüş hızını yavaşlatıyor. Anlatılanlara göre dev dişlerin ve gölgelerin bu atmosfersiz gezegenin yüzeyindeki dansı ürkünç.

Birkaç saat içerisinde kendi gözlerimle bunların hepsini görmüş olacağım.

Tarih 07.05.2078

İlk hafta için tespitlerimi tamamladım. Genel olarak yerel ahali yardımcı insanlardan oluşuyor ve şu anda hayatta kalmak dışında ikincil bir motivasyonları gözükmüyor. Herkes biraz tedirgin. Son saldırıların ışığında bu normal karşılanabilir.

İnişim sonrasından modülleri almak için öncü birlikten Narangerel ve iki arkadaşı beni karşıladı. Düşük yer çekimi için dizayn edilmiş yüksek tork sağlayan kum jiplerine benzeyen araçlar kullanıyorlar. Araçlar çok kayalık alanlarda örümcek ayaklarına benzeyen uzuvlarla engellerin etrafından tırmanabiliyor. Çok daha düşük bir hızda ama kullanışlı. Kampın etrafındaki engelleri önceden tespit etmeye yarayan bu küçük grup ana kampın bir sonraki hareket rotasını tespit etmekle görevli. Aracın tabi ki de resmi uzun sıkıcı ismi kullanılmıyor. Bu gezegene bu garip araçlara dünyadaki böcekten esinlenerek “çekirgeç” deniyor.

Narangerel aynı zamanda otuzlarının başında bir aerodinamik mühendisi. Atmosferi olmayan bir dünyada aerodinamik mühendisine ihtiyaç duyulmasına ilk başta beni biraz şaşırttı. Fakat ana yerleşkeye döndüğümüzde karşıma çıkan manzara insanın elinde avucundaki tüm yetenekleri hayatta kalmak için kullanması gerektiği anlamına geliyordu.

Şu anda kamp Nassredin düzlüğünde konuşlanmış durumda. Geniş yarıklar ve çatlamalar var ve Kirpi’ye adını veren diş veya diken şeklindeki dev çıplak dağ çıkıntıları burada nispeten az. Ana kampa transferim sırasında uzaklarda daha yoğun şekilde kirpinin “tüylü” olduğu kısımları görebildim. Gerçekten videolarda görmekle aynı şey değil, korkunç bir yüzeyden bahsediyoruz. Yüzey neredeyse ışığı hiç yansıtmıyor. Uzaklarda iki güneşin ısıttığı yanar tarlaları görebiliyorum. Yanar tarlalar ile yakınındaki çok soğuk alanlar arasında duran tek şey de bu dev dişler.

Spiky twin star planet surface

Üzerinde bulunduğumuz platoda çok derin olmayan kanyonlar var. Mobil kampın bu yarıkları tespit edip etrafından dolaşması veya “zıplama” denilen düşük çekim alanında yapılan pahalı ama gerekli bir roketli atlama manevrası yapması gerekiyor. Alternatifi ise çok daha kötü; İki güneşin ışığının birleştiği ve gölgesini verecek bir diş bulamadığınızda yüksek ışıma ve ısı sizi ergimeye kadar götürüyor. Kaçış yok, hiçbir malzeme ve yöntem buna dayanamıyor. Tehlikeler bununla da bitmiyor. Söylenilene göre sıcaklıktaki bu azami farklar sebebiyle kabuk altındaki donmuş sıvılar gazlaşıyor ve büyük akış nehirleri oluşturuyor. Bu da zaten küçük uzun yarıkların neyle oluştuğunu açıklıyor. Aerodinamik de burada devreye giriyor. Neyin nereye ne zaman akacağını öngörmek hayati önem taşıyor. Akış tekrar bir yerde durduğunda donuyor ve içinde önemli madenler barındırıyor.

Ölü ve donuk gibi gözükse de dinamik bir gezegen. Hep kötü yanlarından bahsettim. Tabi ki insanları milyonlarca kilometre öteye bu yarı donmuş yarı kavrulan tehditkar gezegene getiren şey bir metal izotopu. Normal şartlarda bu metali laboratuvar ortamında elde etmek için bir güneşin sıcaklığına çıkıp havasız ortamda tekrar soğutmanız ve bunu çok hızlı yapmanız gerekiyor. Aslında bu gezegende aranan şey metal değil, sürecin ta kendisi. Doğal yollardan gezegen bunu her gün tonlarca madde için zaten yapıyor. Doğru yerleri kazdığınız sürece “timirium izotop-19” adı verilen madenden yeterince kazıp bu aşırı pahalı operasyonda hala kar elde edebiliyorsunuz. Maden damarlarının bir önemi yok. Sıcaklık farkının keskinleştiği o önemli noktaları arıyorlar.

İlk götürüldüğüm yer Dersu-Uzala kampının kalbi. Toplanma yeri “gökyurt”. Sosyal alanların olduğu diğer platformlara göre daha yüksek bir tavanı olan geniş bir yapı. Tüm platformlar aşağı yukarı kubbe şeklinde heksagonal birimlerden oluşuyorlar. Kaplumbağa kabuğunun metal ve kompozitten olduğunu düşünün. Alt kısımlarında hatta normal hareket paletleri yanında dev incecik kompozit bacakları da var. Bu beş bacaklı sistemde diğer Çekirgeçler gibi aşılamayacak kayaların veya yüzeylerin bir kısmını aşmaya yarıyor. Tüm sistem sanki dev develerin sırtında hareket ediyormuş gibi. İçindeyken bu hareketleri ilk başta hissediyorsunuz fakat sonra alışıyorsunuz.

İlk hafta nasıl yenilir içilir, hayatta kalınır bunlar bana sırayla öğretildi. Kompartımanım gökkubbenin içerisinde bir misafirhane. Kamp şu anda yoğun engeller olan bir alana doğru ilerliyor. İşi başından aşkın olan Narangerel’i bir daha göremedim. Onun ve takımını meşgul eden birçok olay var. Engellerden geçerken planlama yapılmış olduğu için vardiyaları biraz daha boş olacak o zaman o ve takımıyla konuşmayı düşünüyorum.

12.05.2078:

Bu haftayı mühendislik departmanı ile birlikte geçiriyorum. Olayların başlangıç noktası bu platform olmasa da “Xin Pi Helios Madencilik” şirketi resmi yazışmalarında saldırıların hedefinin operasyonu durdurmak veya yavaşlatmak olduğu konusunda ısrarcı.

Bu hafta bana eşlik eden mühendis Darhan. Kazak asıllı bir maden mühendisi. Yuvarlak güleç yüzüne kalın kıllı kaşları eşlik ediyor. Bodur ama esnek bir yapısı var. Dışarıda iş yapmayı sevmiyor. Dışarıya da pek de çıkmıyormuş. Eğer çok iyi bir rol yeteneği yoksa sanırım şüpheliler listesinden çıkarabilirim.

Kendisi bana “Serikbolat” adını verdikleri reaktör yurdun nasıl çalıştığını ve kampın nasıl hareket ettiğini anlattı. Kelime itibariyle “demirin yoldaşı” anlamına geliyor ki kimsenin bu bağlamda itirazı olacağını zannetmiyorum. Her yurdun bu vahşi ve tehlikeli ortamda hareketli ve sağlam olması gerekli. Bu da kendi enerjilerini üretmeleri için pek bir alan bırakmıyor. Dersu Uzala’daki tüm platformlar “Serikbolat ” tarafından enerjiyle besleniyor.


Raporun bu kısmında operasyondan ciddi açıklar olduğunu anlatmak için biraz teknik detaylara girmek zorundayım.

Serikbolat “gökyurt”dan sonra karavandaki en büyük platform fakat içinde neredeyse hiç insan barındırmıyor. Dev paletleri ve ayakları sayesinde hareket kısıtlaması düşük. Onu özel kılan dış çepherlerine yerleştirilmiş 5 adet solar/termal toplayıcı. Özel olarak diğer yurtlara nazaran +2000 derece kelvin daha sıcaklığa dayanacak şekilde tasarlanmış. Direk iki güneşin ışığını belki kafa kafaya alamaz ama biraz gölgede çalışabilecek şekilde tasarlanmış.

Maden operasyonu on sekiz saat ile altmış saat sürüyor.Bu süre içerisinde Serikbolat ışık olan bir yere tırmanıp şarj oluyor. Solar termal toplayıcı enerjiyi kaplumbağa kabuğu şeklindeki dış çepheri içinde bulunan dev Timiryum bataryalara depoluyor. Timiryum bataryaların boyutları büyüdükçe boyutla üstsel mertebede çok daha fazla enerji tutabilen yapılar. Darhan’ın açıklama ve deneyimlerine göre tüm karavanın bir haftalık enerji ihtiyacının 6-7 saatte toparlayabiliyor.

Kirpide tek başına hayatta kalabilmek çok önemli. Darhan ve ekibi operasyonlar sırasında bazı yurtların ani yüzey akışlarıyla ayrı kaldıkları veya kalmaya çok yakın oldukları bir çok olay yaşamış.

Serikbolat dolu sarja ulaştıktan sonra yakındaki beş adet yurtta ışınım yoluyla kilitleniyor. Kendine kilitli yurtların enerji alım yuvalarını dinamik şekilde takip eden beş adet ışınım çıkışı var. Işınım akış sağlandığında seksen metre gibi kısa bir mesafeden megavat seviyesinde enerji akışını saniyeler içerisinde iletebiliyor. Aradaki akış kısa kesilse bile, yüksek enerji ışınım sayesinde ani olarak yurtlar yüksek tork ve enerji içeren manevralar yaparak hareket edebiliyorlar.

İşin sıkıntılı noktası şurada; Serikbolat ve ona bağlı beş modül hareket ederlerken Dersu Uzala kampının geride kalanı beklemek zorunda. Serikbolat A noktasında B noktasına giderken bu yurtlar sadece basit manevralar ve normal işlevleri ile kısıtlılar. Ani bir dış akış durumdan kendilerini yere sabitleyecek yedek sistemleri olsa da bu durumda gerçekten anladığım kadarıyla aciz ve yere çakılı kalıyorlar. Neyse ki diğer işlevler hareket etmeye nazaran çok az enerji harcadığı için haftalarca aslında aynı yerde yaşam destek üniteleriyle kalabilirler.

Benim geldiğim yurtların da eklenmesiyle Dersu Uzala irili ufaklı 19 modüle ve yaklaşık 170 kişiye ev sahipliği yapıyor. Bu modüllerden çoğu yaşam yurtları denilen küçük personelin kaldığı platformlar. Kabaca bir operasyonda bu da Serikbolat’ın A ve B noktası arasında beşli gruplarla dört kere git gel yapması demek oluyor. Bu sırada yurtlar saldırıya açık haldeler ve örümcek ayaklarıyla çok az hareket kabiliyetleri var.

Bu tip operasyonlar mesafeye ve engebeye bağlı olarak genellikle yaklaşık 40-60 saat sürüyor. Dolayısıyla kabaca on üç saatlik periyotlarda geride kalanlar saldırılara açık hale geliyor diyebiliriz.

Gerçekleşen iki saldırı da madencilik faaliyetlerinde değil Serikbolat ikinci beşli paketi hareket ettirirken ve Narangerel onlara öncülük ederken başlarına gelmiş.

İki gün içerisinde bir maden operasyon alanına geleceğiz. Normalde daha yüksek profilli operasyon alanları hedeflenirken son düşen moral ile biraz daha kolay bir alanda çalışma yapmak tercih edilmiş. Düşük bir kar beklentisi var ama tehlike az. İyi bir karar çünkü insanlar günlük rutinlerinde kopunca ve çalışmayınca daha da bir paranoyaklaşıyorlar. Benim için operasyonu incelemek ve notlar almak için ise harika bir fırsat.

17.05.2078

İşlem sahasına yaklaşmamızla beraber bende bir hastalık baş gösterdi. İki güneşin çekimi ve maden sahasındaki yoğunlaşan manyetik alanla etkileşimi sebebiyle ilk gelenlerde oluşan bir “Kirpi Tutması” durumu. İlaç fayda etmeyen çok ağır bir migrene benziyor. Kampın doktorunun dediğine göre manyetik alana beynin alışması ile geçiyormuş ve zararsızmış. Uyku bozuklukları hatta aşırı yoğun maden bölgelerinde halüsinasyonlar bile normal karşılanıyor. Yeni gelenlere hep olan bir durummuş. Doktor yüzüme gülerken bunun alışma sürecinin bir parçası olduğundan bahsediyor.

Beni alıp canlıların ve yemeklerin tutulduğu biraz daha kampın dışında tutulan mandıraya aldılar. Maden cevherinden uzakta olmak bu duruma iyi geliyormuş. Mandıra on kişilik bir yurt platformu. Bir nöbetçi dışında burada yaşayan yok. Gıda ürünlerini %70’i burada üretiliyor geri kalan irili ufaklı üretim merkezleri güvenlik riski ve bulaş sebebiyle diğer yurtlara dağıtılmış.

Mandıra etkileyici bir şekilde 170 adet değişik küçük baş hayvan geni bulunduruyor. Normalde böyle operasyonlarda et üretimi için otuz gen yeterli sayılır. Bu gen havuzunun permutasyonları ile istenilen etler, gıda yazıcılarından günlük olarak basılabiliyor. Gen havuzunun bu kadar büyük olmasının sebebi çalışanların göçebe mutfaklara olan aşinalığı. Özel istek üzerine bir iki at geni bile var bu listede. Yüksek oranda et ve süt ürünü tüketimi var. Bu çalışanlara eski çağlardaki gibi dolu bir mide ile psikolojik olarak dışarıdaki soğukla baş edebilecekleri fikrini aşılıyormuş. Dünyada atalarımızın yaşam hallerinin uzaydaki pratiklerimizi bu kadar etkiliyor olduğunu görmek ilginç.

Sebze ve meyve kısmı çok ilginç değil, yaklaşık 60 gen havuzlu standart bir sistem. Zaten bazı meyve ve sebzeleri yetiştirebilecek alan olmadığı için ilk uzay atılımcılarının kullandığı fotosentez lapası adlı tek hücreli hayvan ve yosun karışımları revaçta. Bunun dışında da yeterli yapay toprak ve ışık pek de yok. Birkaç basit zorunlu gıda ürünü olan sebze dışında yetiştirilen bir şey yok.

Beslenme konusunda sistemsel kayıp yüksek sayılır. %7 civarında. Her üretim döngüsü tamamlandığında bu kadar kayıp yaşıyor olmanız durumunda mevcut biyokütle üzerinde

hesaplarıma göre yaklaşık iki yüz elli tonluk bir biyokütle alımını her yıl yapmanız gerekiyor. Kayıp rakamı modern sistemler ile %4’e çekilebilir diye düşünülüyor ama şimdilik bu en büyük gider kalemlerinden birini oluşturuyor. Biyokütle açısından operasyon dış uzaya yüksek bir bağımlılık gösteriyor ve mallarının değiş tokuş esnasında pazarlık payını düşürüyor olmalı. Kampta gerilim yaratan noktalardan biri de belki budur.

17.05.2078 -Ek notlar:

Notlarımı girdikten sonra Mandıra içerisinde Dersu Uzala gençleri tarafından davet edildim. Operasyon sırasında çoğunun maden çalışma yetkinlikleri olmadığı için ve ayak altı durmamaları için benim gibi dış çeperdeki yurtlara yollanıyorlar. Mandıra da onların en gözde yerlerinden biri. Çünkü burada içki var.

Yetişkinlerin tercihi kımız adlı at sütünden elde edilen eski bir içki olsa da gençlerin tercihi bira. Biranın envai çeşitlerini bastırıyor ve içiyorlar. Beni de biraz yaşım geçmiş olsa da aralarına almaktan çekinmediler. Dış uzaya çıkmış birinden hikayeler ve fikirler dinlemek her gün önlerine gelecek bir fırsat değil.

Onların “yüksek yer çekimi nasıl bir şey?” “Hareket etmeden yaşayan şehirler nasıl yerler” gibi basit ama derin sorularına karşılık kendi sorularımın birkaçına cevap aldım.

Gençler genel olarak her genci kısıtlı ortamdan yaşayacağı şeyleri yaşıyor. Gezegenden ayrılma isteği, uzayın keşfi tutkusundan tutun da daha yerel konuda kendi yurt odasını hayal etmeler, şirketin bunları kazıkladığı düşüncesi gibi. Gençlerin her yerdeki normal halleri. Terörizm bağlantısını destekleyecek ve ekstrem hareketleri tetikleyecek bir durum olduğunu düşünmüyorum.

Sabotaj veya saldırılar hakkındaki sorularıma ancak iki bardak kımızı kafaya diktiğimi gördükten sonra cevap verdiler. Şükür ki kadınların erkekler kadar içemeyeceğini söyleyen misojenik fikirler dünyada geride kaldı. Yoksa gururları kırılıp susabilirlerdi. Fakat bu grup kızlı erkekli bardağı yere koymam ile beraber güzel bir şarkı ile başarımı kutluyor. Sonrasında sorularıma istekli. bir şekilde cevap verdiler.

Genel anlamda ailelerinin ve yakınlarının fikirlerini yansıttıkları için memnunum. Anlaşılan o ki ben “kirpi sendromu” yaşarken bir saldırı daha meydana gelmiş. Millet tabi saldırı sıklığı artıkça daha işkillenir hale gelmiş.

Çocukların birinin babası rakip Çinli maden şirketinden şüpheleniyor. Bahsi geçen madenciler neredeyse gezegenin diğer yarım küresinde işlemler geçiriyorlar. Aslında aradaki mesafeyi görülmeden kapatmaları imkansız. Bana biraz uzak bir ihtimal gibi geldi.

Yerel bir hayvan çeşidi olduğunu söyleyenlerde var, gezegenin ruhunun ondan çalınan zenginliklere tepki verdiğini söyleyende. Bu aşamada masanın etrafındaki çakır keyif gençler çok heyecanlılar. Birbirlerine ergenlerin davranacağı gibi kaba davranıyorlar ama bana karşı bir ablaya gösterdikleri saygı var. Birbirlerinin tezlerini çürütüp duruyorlar ve örneklerle bunun ne kadar saçma olduğunda kanıtlamaya çalışıyorlar. Ayana adlı yirmili yaşlarda siyah saçlı yüz kemikleri belirgin bir kız konuşunda herkes sustu.

“Belki onlar yapmıyor ama mankurtları yapıyor olabilir. Şu Çinliler mankurtlarını üstümüze salmış olabilirler.” Ortam birden buz kesiyor. Gençlerin gözlerin vücut dillerinde gerginlik ve korku akıyor.

“Robotlar mı bu mankurtlar. Uzaktan kumandalı şeyler mi?”
Başka bir genç açıklama için araya giriyor.

“İsmim Kaldar, alt zıplama mekanik sistemlerinde stajyerlik yapıyorum abla. O şeyin geçen sefer geldiğini duyduğumuzda takım mühendisimiz geldiği alanı elektromanyetik ışınım ile taradı. Robot mobot orada kalmazdı. Hele bu gezegeni aşan ,o ışınımdan sağ çıkan robotları daha görmedik. Yurt gibi büyük olmalı. Katman katman koruması olması lazım. Ya da büyük ölçüde organik.”

“Evet o yüzden mankurt diyorum. Bir şekilde o Çinliler yerel yaratıkları bize saldırması için şartlandırıyorlar. Bir yolunu bulmuşlar. Annem böyle düşünüyor. Devamlı tütsü yakıyoruz evde.”

“Off evet o tütsülerden bizde de var. Çok kötü kokuyorlar ya.”

“Tuvalet geri dönüşüm torbası gibi kokuyor. Kusmukla karışık.”

Genç ve enerjik kahkahalar yine mandırada çınlamaya başladı. Bu cevaplardan sonra tabi ki konunun tekrar ciddi bir raya tekrar oturmadı. Gençlerin teorileri biraz saçma kalsa da genel topluluğun fikirlerini ve korkularını anlamak açışından önemli.

22.05.2078

Şu anda büyük bir düzlüğü geçme operasyonu içerisindeyiz. Serikbolatın taşıdığı son beşli grubuz. Ne yazık ki Serikbolat’a bu sefer sadece dört yurt eşlik ediyor. Yine bir saldırıya maruz kaldık.

Saldırı ve sonrasını anlatmadan önce geçen haftaki araştırmalarımı sunmak makul olacaktır.

Gençlerin bahsettiği Xanadu madencilik kampı Dersu Uzala kampı gibi çalışan çoğunluğu uzak doğulu ve dolayısıyla söylenilenler gibi çinlilerden oluşan bir kamp. Bu kamp da Xin Pi Helios Madencilik için özerk olarak çalışıyor. Yani Dersu Uzala gibi uzun dönemli bir satış kontratları var ve satış bedellerini bir noktaya kadar kendileri belirliyorlar. Bunun karşılığında da malzeme ve biyokütle alıyorlar.

Mankurt sözcüğünün detaylı bir araştırmasını da yaptım. Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köle olarak geçiyor. Mankurtlaştırma denilen bir işlem ile kişinin kafası kazınıyor, deve derisi bağlanıyor ve güneşe bırakılıyor. Bu efsanenin bu gezegende neden bir daha hayat bulduğunu görmek güç değil.

Olaya dönecek olursak. Aslında ilk saldırının olduğu yerden başlamak istiyordum fakat bu sefer sıcağı sıcağına bir saldırı olunca apar topar uzay giysilerimizi giymek zorunda kaldık.

Kirpi üzerinde standart madencilerin kullandığı uzay giysisi bir dış iskeletten oluşuyor. Uçup yapışabilecek veya fırlayabilecek partiküllere karşı ekstra dayanıklı bir dış kaplaması var. Oldukça ağır ve aslında oldukça büyük ağırlıkları gerektiğinde kaldırabilecek süspansiyonlarla donatılmış. Antik deniz çağlarındaki demir dalgıç elbiselerine benziyor. Normal uzay istasyonlarındaki işlevsel ve üstünüzde bile olduğunu unuttuğunuz kıyafetler aklınıza gelmesin. Üstünüze geçirdiğinizde aslında bir bakıma bir mini-uzay aracına dönmüş oluyorsunuz.

Benim ile beraber yer seviyesine dört kişi indi. İkisini direk tanımasam da sorunun olduğun yurttan geldiklerini söyleyebilirim. Diğerleri ise baş mühendis Darhan ve öncü birliklerin başı Narangerel. Narangerel konum itibariyle asayişi sağlamak ve bir bakıma komiserlik yapmak da zorunda.

Üç numaralı yurdun otuz metre altında küçük bir yük asansörü ile aşağıya indik. Yurdun yüz metrelik yarım kubbesini altında her şey çok karanlıktı. Servis ışıkları ,havada asılı kül ve tozları aydınlatırken yer yüzüne ilk defa ayak basmış oldum.

Etrafım aslında gezegenin bir mini hali gibiydi. Siyah kaya formasyonu ayaklarımın altında toz ile karışıyor ve çatırdıyor. Yer çekimi az olduğu için zıplama hareketleriyle ilerleyebiliyorum. Daha önceki deneyimlerimden bu benim için zor bir hareket değil fakat her gezegenin yer çekim sabitine göre vücudun kendisini ayarlaması biraz zaman alıyor. Yerden çıkan irili ufaklı kaya dikenler ve diş şeklinde kayalar var. Gezegenin yaşamı desteklediğine dair hiçbir belirti yok.

Yanımızda yurdun normal hareketini sağlayan dev paletler var. Dev mekanik dişlilerin yanında uzay giysilerimiz küçücük kalıyor. Ama yer seviyesinde saldırılan yer paletler değilmiş. Grup liderimiz Narangerel eşliğinde ilerliyoruz. Basit metal kesici ark ile donatılmış bir giysisi var. Bir silaha en yakın şey buralarda bu. Madencilik anlaşması gereği savaş bölgesine en ufak bir silah sokulması dahi kontratın iptali anlamına gelebilir. Yine de kesici ark birini yakalamak için ideal olmasa da savunma için gayet yeterli.

Biraz ileride ışığın nüfuz etmediği karanlık bir alan var. Dev bir örümcek ayağına benzer kompozit yurt ayağı yukarıdan karanlık uzayı delercesine aşağıya kadar uzanıyor. En uç kısmında yaklaşık beş metre kalınlığında bir başlık ile ayak sona eriyor. Ya da eriyordu demek daha doğru olur.

Grup olarak karanlığa ışıklarımızı yönlendirdik ve bir elli metre sonra buraya ulaştık. Uç kısmı koruması gereken yüksük şeklindeki kalkanın yarısı yoktu. Temiz bir şekilde kesilmemişti. Bir hayvanın darbeleri gibi izler sağlam kalan diğer yarının üstünde görülebiliyordu. Darbeler ayağın üstünde kalan yarının formun bozulmasına ve yamulmasına yol açmıştı.

Yanımızdaki iki kişi sistematik olarak etrafı ışıklarla araştırıyordu ki bir şeyler daha buldular. Diğer kırılıp dökülen parçaların bazıları taşlar arasına sıkışmıştı.

“Bir şey onları parçaladıktan sonra buraya kadar sürüklemiş.”dedi Narangerel bir parçanın başında dururken. Ben de yanına geldim ve olayı incelemeye koyuldum.

Parça yaklaşık 6-7 m2 lik bir alan kaplıyordu. Ortasına kadar çatlaklar ver kırıklar ortaya çıkmıştı. Yanma ve pençe izine benzer ezilmeler de fark ediliyordu.

Yüksük çok stratejik bir yurt parçası. Atlamalarda ve inişlerde yurdun örümcek bacaklarını darbeye karşı koruduğu için çok dayanıklı olmak zorunda. Atom seviyesinde üretim ile yapılabiliyor ve gerektiğinde megatonlarca paskal basınca dayanabiliyor. Değil çatlatılabilmesi çizilmesi için bile ağır ekipman gerekli.

Narangerel kısa mesafe iletişim kanalı üzerinden benle konuştu. Sinyal iletimi yine görsel ışınım ile oluyor. Öteki türlü radyo dalgaları için çok fazla etkileşim ve parazit var. Maden tozu ve manyetizma burada her şeyi bozuyor.

Konuşma kayıtlarını rapora ekliyorum;

“Hayvana bak ya nasıl da parçalamış namussuz.”

“Bir hayvan olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?”

“Patron baksana” ve ağır mekanik koluyla parçayı kaldırmayı denedi ve makine biraz zorlansa da plakayı kaldırdı. “Yaratık olmazsa bu kadar nefret niye. Aleti sökmüş üstüne buraya getirip biraz da burada dövmüş.”

Gerçekten de plakanın altında ezilmiş ve kırılmış. Plaka üzerindeki diş veya pençeye benzeyen izler bu varsayımı destekliyordu. Plaka buraya kadar getirilip hayvani hiddetli ile gelişi güzel darbelerle kırılmış gözüküyordu.

Bu sırada büyük bir diş dağının yamacında tek ayağı çökmüş bir yurdun altında, neredeyse zifir karanlıkta uzakta gelen gölgelerde bir değişiklik olduğunu hissettik. Tüm ekip birden uzaktaki çifte yıldızlardan birinden gelen ışığı anlık da olsa kesen ve ovada uzun ince bir gölge yaratan o karartıya kafamızı çevirdik.

Ovada bir şey vardı. Birinci güneşi yakalamaya başlayan ikinci güneşin uzaklarda yaktığı kısım parlaklığıyla görüşümüzü zorlaştırıyordu. Ama onu gördük. Dağın öbür tarafında yaklaşık dört metre boyutunda dev hantal goril gibi kollarını yukarı doğru açmış yukarı aşağı kollarını kullanarak yeri dövüyordu. Vücudu ve ayrıntıları artık ışık kontrastından sadece karanlıktan ibaret yaratık o mesafeden küçük grubumuza meydan okuyor gibiydi. Aramızdaki birkaç kilometre bize çok da uzak gözükmedi. Yaratığın kendinden emin şekilde oradaki dik duruşu, vücudunu şimdiden hafiften kavurmaya başlayan sıcaklığa olan kayıtsızlığında sanki bir güç gösterisi vardı.

Narangerel hemen iletişim kanallarını açarak bizi uyardı. Kimse yaratığa doğru bir hareket yapmasın. Yaratığın zarar vereceği bir durum olmasa bile onun pozisyonuna ulaştığımızda o alan kavurucu sıcaklarla yanıyor olacaktı. O anda arkamdaki iki tane plazma meşalesinin ateşlendiğini ve yavaş yavaş maksimum sıcaklığa getirildiğini gördüm. Madenciler o şeyleri boşuna ateşlemezler. Her dakikası paradır. Ama dönüp baktığımda ufuğa kilitlenmiş korku dolu gözler ve gerilmiş savaşa hazır mekanik dış iskeletler ile karşılaştım.

Bu noktadan sonrasını çok hatırlamıyorum. Zar zor dönüp yanan ufuğa baktığımda o yaratığın bize doğru koştuğunu gördüm. Aklım başımdan gidiyordu. Düşündüğümüzden çok daha atik ve birden dört ayak üstünde koşmaya başlayan bir canlıdan bahsediyorum. O karartı dev bir gümüş sırtlı goril gibi yarı gölgede kalan alan içerisinde bize doğru koşmaya başlamıştı. Belki otuz saniye içerisinde en az bir kilometrelik yolu almış olmalıydı. Hem de nasıl bir çeviklikle.

Dikkatlice baktığınızda etrafındaki küçük diş kayası oluşumlarını kırıp geçiyor arkasında tarumar edilmiş bir alan bırakıyordu. Ufak sıçramalar ile düşük yer çekiminde en az otuz metrelik mesafeler kaydediyor ve büyük cüssesiyle indiği yerleri kırıyordu. Hiçbir yavaşlama ,yaralanma veya acı emaresi göstermiyordu.

Tüm takım yükselen güneşin etkisiyle gözümüzü ufukta tutmakta zorlanıyorduk. Ama içimizdeki korku ve tedirginlik sebebiyle bu acı dolu hareketi olabildiğince devam ettirmek istiyorduk.

Narangerel yerel dilde hızlı komutlar vererek adamlarını bir düzene soktu. Beni koruyacak şekilde bir yarı çember oluşturuldu. Ağır plazma kesicilere sahip iki adet dış iskeletin biri en ortada biri de en sağda yer aldı. Amaçları iş o noktaya kadar gelirse yaratığın üstüne kapanmaktı.

Yaratık bu arada hızını artırmış her yeri parçalayarak geliyordu. Biraz daha şekli şemali anlaşılır hale geldiğinde goril benzetmesinin çok da uzak olmadığına karar verdim. Dev elleri ve geniş bir sırtı vardı ama ayrıntıları hala seçemiyorduk.


Herkes tedirgin ve yerel dilde hızlı hızlı keskin bağırışlar ve komutlar telsiz kanalını dolduruyordu. Son bir kilometre kala artık yaratık kendi boyundaki dişler arasında yarı görünmez hale gelmiş. Aydınlık ve karanlık arasındaki fark bu kadar keskin ve yüksek iken bir belirip bir kaybolan kara bir hayalet haline bürünmüştü.

Birden beş yüz metre ötemizde yaratığı havada zıplarken gördük. Şu ana kadar yapmış olduğu en yüksek atlayıştı. Herkes artık savaş pozisyonunda bekliyordu. Hayvan havada hızlıca süzüldükten sonra çarpacağını düşündüğümüz bir diş kayasından birden sekerek yere doğru kendini fırlattı. Nefesimizi tutmuş bize doğru bir hareket yapmasını beklerken o birden ortandan kaybolmuştu.

Herkes bir dakika daha bekledikten sonra iletişim kanalından çabuk toparlanma çağrısı geldi.

“Herkes uyanık olsun. O şey oradaki kanalardan birine girdi. O kanalların buraya kadar çıkışları var. Diğer yurtları korumalıyız Serikbolat’ı hemen çalıştırın. Yurdu terk ediyoruz. Dersu Uzala ile altı saat içerisinde buluşuyoruz.”

Bu komut ile yaratıkla ilk karşılaşmamız sona erdi. Şu ana kadar gruptan birinin yaratık ile işbirliği ile ilgili bir hissiyata kapılmadım. Verilen komutlar ve alınan riskler makuldü.

Asıl kafamı kurcalayan yaratık ile ilgili çelişkiler. Hiddet ile parçaları yerde sürükleyen ve parçalayan bu kadar güçlü bir yaratık aynı zamanda bir yurdu devre dışı bırakmak için gerekli olan en stratejik parçaya saldırmayı nasıl akıl edebiliyor? Ne tür bir hayvani zeka buna uygun. Belki de şu mankurt ihtimali o kadar da uzak bir şey değil. Hala yatarken ufukta gördüğüm o dik duran yaratık rüyalarıma giriyor.

Üç saat önce bir yurt modülünü açıkta bırakmak zorunda kaldık. Zarar gören örümcek ayağı ile gerekli atlamaları yapamazdı. Ayağı topallayan atı vurdukları gibi kervanı yavaşlatan, geride kalan parçayı Dersu Uzala kesip atmış oldu. Uzaktan parçanın iki güneşin ışınlarının birleştiği noktada eriyip yok oluşunu, gezegenin kalıcı bir parçası oluşunu izledik.

O yurt Dersu Uzala’nın altı aylık gelirinin bedeli kadar bir kayıp demek. Bugün bir düzine kadar kişi daha sıkışık bir alanda komşularının kendilerine açtığı kompartımanlarda yatmak zorunda kalacak. Grup için büyük bir ekonomik darbe. Saldırıların ve kayıpların tekrar etmesi halinde kamptaki hoşnutsuzluk daha da büyüyecek.

Bu hafta içinde ilk saldırının yapıldığı yerleri inceleyip, bulgularımı paylaşacağım.

27.05.2078

Bugün Dersu Uzala kampının dört günlük kampının son günüydü. Bu süre nispeten sakin geçti. Kaynağın yanında olmama rağmen baş ağrıları da gerçekten azalıyor.

Yurtlarda moral düşük. Çalışma az oluyor. O da çok boş durmamak için. Herkes tedirgin. Gökyurtta olağandan çok daha az insan ile karşılaşıyorum. Odalarında çıkan insanlar az. Yanından geçtiğim birkaç odada tütsü yandığını görüyorum. Ritüeller tekrar bu insanların hayatlarının bir parçası oluyor. Dünyadan binlerce kilometre uzakta olsak bile.

Neyse ki kafasını aklı selim tutabilen birinin yanındaydım. Baş mühendis Darhan bu batıl inançlara pabuç bırakacak cinsten değil. Gözlemlediğim kadarıyla bu kısa boylu kırklarının ortasındaki adam kamptaki şef mühendis ünvanını her türlü hak ediyor.

Hareket eden bir kampın devamlı küçük sorunlara gebe olacağını bilmek için bir kahin olmaya gerek yok. Darhan’un deyimiyle “Hareketli parçalar küçük sık sorun demek ,hareketsiz parçalar arada bir büyük sorun demek.” Bakım ve onarım küçümsenmeyecek seviyede bir iş yükü doğuruyor. Bu saldırıların sonucu da ekstra tamir ve düzenlemeler demek.

Tamir işlerini hallederken kendisine eşlik edip edemeyeceğimi sorduğumda her zamanki gibi çok hevesli ve yardımsever davrandı. Bu kadar hevesli olmasını kötüye yorabilirdim fakat etrafımızda oluşan bu batıl inanç atmosferi ve insanlardaki bu korku sanırım mantığa ve gerçeklere bu kadar inanan, her gün problemleri analitik düşünceyle çözen bir beyini bunaltıyor. Yanında kendi gibi düşünen ve hisseden birine olan ihtiyacını anlayabiliyorum.

Olayların başlangıcında ilk saldırının yapıldığı yer biyolojik depolar. Direk mandıraya bağlı çalışan ek bir mobil yurt. Şu anda depolardan birinin sağ alt tabanında koca bir yarık var. Dış uzay giysilerimizi giyerek basınç kapılarından geçiyoruz. Dışarıda çalışmayacak olsak bile zarar gören tankın için şimdilik dışarıya açık. Aramızdaki konuşmanın kaydını yayınlıyorum;

“ İşte böyle İlk müdahalede hemen kaynak ile yarığı kapattık. Geçen hafta iç kısımdaki iskeleti destekleyip kablolamayı yapmıştım. Sonrasında ince işler kaldı, yalıtım ve güvenlik valfleri falan filan. O şeyin yarım saatte verdiği zararı düzeltmek için iki haftadır boş zamanlarımı buna ayırıyorum.”

“O da bir şey mi ben tüm zamanımı yarım saat zarar veren şu yaratık için harcıyorum.”

Darhan neşeli şekilde güldü ama yine de protesto etmeden de duramadı.

“Yaratık deme şuna! Sen de başlama. Bu bir yaratık olamaz. O şey canlı olamaz biri buraya onu kumanda ediyor.”

“Mankurt mu?”

Sorum ciddi şekilde Darhan’ı irite ediyor.

“Ahhh hayır ya. Off ne mankurtu. Eski dünyada kalmış eski bir hikaye o. Müfettiş şu gezegene bak. Hangi canlı burada yaşayabilir .Ne yer, ne içer? Bütün gittiğimiz dünyalarda sıfır canlı ile karşılaştık insanlık olarak. Durdu durdu şimdi bizi mi buldu bu iş yani? “

“Haklısın ama en yakın açıklama bir bakıma bu gibi duruyor.”

Beni tamir yaptığı alana getirdi ve yeni tamir edilmiş metali gösterdi.

“Şuna bak şuna. Şu şey basit bir metal plaka değil. Atom seviyesinde yeniden düzenlenmiş bir kompozit plaka. Normal bir metal plakanın tam 200 katı basınca dayanabilir ve 170 katı germe kuvvetini kaldırır. Fotoğraflarını aç ve bak. Şu diş izi dedikleri şeyi yapabilmek için nasıl bir kuvvet gerekiyor biliyor musun? Eğer bu şeyi tek seferde yapmaya kalksaydın harcayacağın kuvvet bir insanın bir yılda alması gereken kaloriye eşit. Bunu aklın alıyor mu?”

“Hayır pek değil. Ama Dünyada da çok büyük hayvanlar var değil mi?”

Görüntüyü ekranıma yolayarak konuşmasına devam etti. Havada şu anda onlarca kez baktığım fotoğraflara tekrar bakıyordu

“Hayır hayır anlamıyorsun. Bükülme açılarına bak. Şuradan nasıl kırıldığına bak. Bu dev bir insan eli olduğunu düşünsek bile kapanma açısı ve çapını hesaplarsak en fazla bir metrelik bir elden bahsediyor olurduk. Bu kesinlikle mekanik bir şey yoksa bu kadar gücü oraya aktarabilecek bir canlı yok.”

“Karıncalar da ağırlıklarının yüz katını taşıyabiliyor ama” diye biraz Darhan’ı zorlamak istedim.

“Fizikte oran ve orantı böyle işlemez ne kadar büyürsen o kadar oranlar mantıklı hale gelmek zorundadır. Size o okuduğunuz okullarda ne öğretiyorlar yahu?”

“ Araştırma ve tartma yeteneği herhalde. Ama hiç kimse bizi mankurtlara karşı hazırlamamıştı.” dedim sırıtarak

“Ahhh yine şu mankurt!! Neye inanmak istiyorsan inan. Şimdi beni rahat bırak bakalım. Bu nanobotlar kendi kendilerini programlamayacaklar.”

Konuşmamızın sonunda hala batıl ile bilimin arasındaki ince çizginin üstünde duruyordum.

02.06.2078

Yoldayız. Bu yurdun ekonomik kayıtlarına bakmak için iyi bir fırsat. Müfettiş konumum bir çok normal yurt sakinin ulaşamayacağı bilgileri toplamama yardımcı oluyor. Birçok bilgi anlaşmalı şirket Xin Pi Helios Madencilik tarafından rekabet sebebiyle yurt çalışanlarıyla paylaşılmıyor ya da yerel bilgi olarak bile saklanmıyor. Şirket Xin Pi Helios Madencilik’in ilk başta bana da aynı duvarları karşıma çıkardığını söylemem gerek. Fakat sonunda resmi görevimden gelen yetkilerim itibariyle bütün duvarları aştım.

Şu anda Nam ağından gelen bilgileri yerel bilgiler ile birleştirerek araştırmaya başka bir boyut katmaya çalışıyorum. Ekonomik olarak bu “mankurt” problemi Dersu Uzala kampını kötü vurmuş durumda. Geçen yılki kotalara ulaşmalarının artık imkanları yok.

Maden şirketi Xin Pi Dersi Uzala’nın ihtiyacı olan malzemeleri getirmek ve işlem görmüş madeni ana gezegenleri taşımak için yedi kez yıl içerisinde buraya otomatik karavanlar gönderiyor. Geçen haftalarda beni buraya getiren karavan gibi. Bu yılkı periyodun ortasındayız, dört adet karavan çoktan gelmiş durumda. Bunlardan ilk ikisi tam kapasite ile geri dönmüş durumda. Genelde bir karavanın iki taraf için de ekonomik olarak mantıklı olduğu doluluk oranı %71 olarak hesaplanmış. Dersu Uzala kampı bu ilk iki gönderide hem iyi kar etmiş hem de sürekli olan borçlarını kapatma yönünde iyi adımlar atmış.

Fakat mankurtun ortaya çıkması ile bu durum değişiyor. Hem ekipman kaybı hem de moral düşüklüğü ve tehdit sebebiyle üçüncü partiyi zar zor yollayabiliyorlar. Şu anki oran ise %38 seviyelerinde ve daha da iyiye gidecekmiş gibi gözükmüyor. Topluluk zihinsel olarak çöktüğü için bir bakıma ekonomik olarak da çökmüş oluyor.

Gerekli olmasa da Narangerel ile biraz dışarı çıkmak iyi geliyor. Darhan’ın hissettiği o boğucu atmosferi ben de hissetmeye başladım. Herkes gergin, gençlerin bile Gökyurt’taki ana kafeteryada takıldıklarını görmek zor. Yaşlılar ise kendilerini batıl inançlara kaptırmış durumdalar. Koridorlarda üst üste dizilmiş taşlar ,bazı duvar köşelerinden mavi ve yeşil ile boyanmış şekiller artık bu yüksek teknoloji mobil gezegen kampında çok da alışılmadık şeyler değil.

Koskoca maden operasyonunun bir ayin alanına dönüşmesi için demek ki biraz batıl inanç ile yoğrulmuş korku yetiyor. Dünyadan ne kadar uzağa gidersek gidelim korkularımızı da yanımızda getiriyoruz. Bu ruhsuz , ölü gezegende bile hayalet hikayelerine demek ki yer var.

Narangerel ile ana kampın yolunu tekrar kolaçan ediyoruz. Altımızdaki Çekirgeç aydınlık düzlükte hızla ilerliyor, böceğimsi destek kollarına çok gerek olmuyor. Yine de arada bir yerdeki küçük dişlerden kurtulmak için zıplamamız veya ayaklarla yürümemiz gerektiğinde Narangerel bunun yılların deneyimiyle sürüşün çok doğal bir parçası gibi yapıyor. Kafası bulanık ama bu benim şaşkınlıkla izlediğim bu manevralar için hiç düşünmesi de gerekmiyor .Dediğim gibi aslında bu yolculuk çok gerekli değil ama yalnız konuşabileceğimiz iyi bir fırsat yaratmış olduk. Dev bir diş kayasının gölgesinde durduk ve ondan durumu özetlemesini istedim. Kayıtları kendisinin izniyle sizinle paylaşıyorum.

“…İyi değil. Hiç iyi değil. Sadece kendimizi ayakta tutuyoruz. Bazen iyi bir lider olup olmadığımı sorguluyorum. İnsanlarıma yön vermekte zorlanıyorum.” Genç kadının yüzü düşüyor. Bunu uzay giysisinin içinden bile görebiliyorum. Dışarıda garip bir yaratıkla, içeride hayalet hikayeleri ve kötü haberlerle uğraşmak gerçekten onu yoruyor.

“Bence iyi gidiyorsun. Bu kadar malzeme kaybına rağmen hiç kimseye bir şey olmadı. Sadece biraz daha dar alanlarda yatıyorlar o kadar. Burası uzay her an her şey olabilir.”

“Yine de yine de o şey dibimize kadar geliyor. Zayıf noktalarımızdan bize saldırıyor ve biz yüzünü bile göremeden gidiyor. Biraz çaresiz hissediyorum.”

“Kamptaki bir kaç akıllı kalabilen insandan birisin. Problemi çözeceksek sana ihtiyacım olacak.”

“Ne yazık ki hayalet avcılığı konusunda pek deneyimli değilim. Zaten kafam artık odalarda söylenen Khoomei*’yi kaldırmıyor. Herkes ya delirdi ya delirmek üzere.”

“Sanırım herkes bu mankurtla nasıl baş etmeyi biliyorsa onun gibi davranıyor.”

“Evet ama altıncı yüzyılda değiliz. Geçen gün bana gelip bir ovoo* inşa etmek istediklerini söylediler. Dışarıdan onlara taş getirecekmişim de Şamanlar bu taş yığınıyla iletişim kuracaklarmış. Düşünsene bir uzay gemisinin ortasında dev anlamsız bir taş yığını. İstiyorlarsa bir de at binelim koridorlarda oldu olacak.”

Burada notta Narangerel’in biraz endişeli ve yıpranmış gözüktüğünü söylemekte yarar var. İlk tanıştığımızda zıpkın gibi sert ve kendinden emin kadından pek bir eser yoktu. Ama halkı için endişelenmek sanırım her liderin yapması gereken bir şey.

“Hadi geri gidelim de ne oluyor bir bakalım.”

“Evet biraz sütlü çay ve Buuz* belki karnımızı doyurur. Bu eski yöntemlere dönüş haftasının tek iyi yani uzun zamandır böyle geleneksel güzel yemek yememiş olmasıydı. Öncü ekip hep kendilerine sandviçi yapar geçerdi. Şanslıysan belki evlerden yapılan bir iki şey sana kalırdı. Şimdi ohooo her yurdun ortasında devamlı kazan kaynıyor. Bu işler bittiğinde bir epik şarkı da yazmamız gerekecek sanırım.”

“Hah şöyle biraz da pozitif bak bakalım. Hadi gidip şu çaylarımızı içelim ve düşünelim.”

*Buuz: Moğol Mantısı

02.06.2078- Gece 4:14

İki saat önce bir saldırı haber ile uyandırıldık. Narangerel ve ekibi saldırının olduğu konumda oldukları için ilk müdahale edenlerdendi. Bu tesadüf tabi biraz şüphe uyandırıyor. Temas tam olarak 3. mobil yurtta oldu. Bu ilk duyduğumda bu bilgi beni çok korkuttu. Üçüncü yurt mobil yurtlar arasından adından da anlaşılacağı gibi en fazla insan taşıyan üçüncü yurt. Yaklaşık 7 aile ve 30 kişilik bir gruptan bahsediyorum.

Olaylar başladıktan bir saat sonra anca olay yerine beni soktular. Normalde birebir temas konusunda bir sıkıntım yok. Ama kapalı alan, sınırlı sayıdaki öncül kuvvetler ve sivil zayiat beklentisi durumu çok boyutlu bir problem haline getiriyor. Bu sebeple Narangerel ve takımının beni ilk partiye dahil etmeyerek değişken sayısını biraz azaltmaya çalışmasını anlayışla karşılasam da notlarıma eklemek zorundayım.

Yurtta geldiğimde karşılaştığım manzara tam bir kaos idi. Alt girişten yukarı çıkarıldım ve birkaç tanıdık yüz ile karşılaştım. Yurdun ana toplanma alanı kubbenin tam ortasında kalıyor. Burada genellikle sosyal etkileşimler oluyor. Karşılaştığım manzarada birçok aile bu orta noktada toplanmış ve basit barikatlarla çıkışları tıkamıştı. Basit kesici arklar yerde duruyordu. Muhtemelen yine Narangerel ve ekibi tarafından getirilip bırakılmış şeyler. Bu aletleri yoksa başka kimsede görmedim.

Herkes korkudan tedirgin ve yorgundu. Çocuklar ağlıyor ebeveynleri ise yılgın ver korku içerisindeydi. Yurtun bir şansı artık dostum diyebileceğim Darhan’ın bu yurtta bir odada kalıyor oluşuydu.

İlk sızıntı alarmı geldiğinde prosedür genelde dış kısımları kapatıp içeriye doğru yurdu izole etmek ve can ve mal kaybından korumaktır. Eğer bu prosedür işlenirse yapay zeka patlayan köpüklerle bu durumu halleder ve iç basınçtaki değişimi engellemek için iç kısımda sert kapatmalara izin vermezmiş. Dolayısıyla dış kapıyı kaparsanız içerideki kapıları yarım aralık bırakmanız gerekiyor. Bu durumda Mankurt dediğimiz her ne ise savunmasız insanlarla birlikte içeride kapalı kalacaktır. Kuduz bir tilkinin tavuk kümesinde kapalı kalması gibi.

Böyle bir şey olmadı. Darhan’ın iç sistem hakkındaki derin bilgisi onları kurtarmış. İki aile hariç herkes yurdun ortasındayken Darhan iç kapanma prosedürünü gerçekleştirmiş. Bu yurdun dış çeperdeki oda ve depo bağlantılarını koparıyor ve orta kısmı dünyaya erişilemez hale getiriyor. Bir tür son anda kurtulmak için kıyamet sığınağı. Odalar ve ana ortama giriş için içeriden bir müdahale olmadan ulaşmak neredeyse imkansız. Herhangi bir yüksüğün dört katı dayanıklı kapılardan bahsediyoruz. Bu panik odaları sektörler arası standartlar ile dizayn edilmiş. Güvenlik önlemleri olmasa gerçekten uzayda bir yurdu bir uzay çadırından farklı kılan çok şey olmazdı.

Narangerel ve ekibi bir saatlik dış uzay araştırması sonucu kaybolan iki aileyi uzay giysilerinde dışarıdan bir dişin gölgesine saklanmış halde buldu. Oraya gelmek için en azında otuz dakika yürümüş olmalıydılar. Normalde bir insana bu gölgeler gezegeninde on dakika bile yürümek azap gibi geliyor. Hemen yurdun sıcak ortamına geri dönmek istersiniz. Bu yüzden korkudan ölmek üzere olduklarını söylemek biraz olayı olduğundan küçük göstermek olur. Tecrübelerime dayanarak bu insanların düzgün yemek yiyebilmesi için bile bir iki gün geçmesi lazım. Neyse ki tüm komşuları hayatta ve onlara iyi bakılacak.

Yaratığın saldırdığı yer yine çok garip bir hedef. Bir delici ve dış uzay yedek alanı. Madencilerin dış uzay ve dış iskelet için gerekli ekipmanlarını tamir ettikleri ve tedarik ettikleri yer. Girdiğimde bir önceki saldırıdaki gibi gezegen dışından bir yırtıktan girdim. Karanlıkta zarar görmüş konteyner ve dolapları görebiliyordum. Her şey vahşice parçalanmıştı. Sistematik bir yok edişten söz etmek zor olur. Ortam gerçekten bir tilkinin tavuk kümesine girmesi gibi gözüküyordu. Somunlar, kesici başları ,dış iskelet parçaları yerlere saçılmıştı. İlerideki otomatik tezgahın elektrik kabloları yanındaki dev pençe izi gibi yarıktan dışarı sarkmıştı.

Fakat odada hiç zarar görmemiş birkaç sandık vardı. Benim geldiğim karavan ile gelen ekstra malzemeler olmalıydı. Üstlerinde Xi Pi Helios Madencilik yazan ambalajları daha açılmamıştı.

Acil durum kilidi hala kapalıydı. Fakat yaratığın bunu da açmayı denediği de görülebiliyordu. Kapılarda boylu boyunca üç sıralı pençe izleri yukarıdan aşağıya doğru kısa darbelerle atılmıştı. Kapının zayıf olduğu düşünülebilecek yan kısımlarında darbelerin adedi çoğalıyordu. Neyse ki birkaç çizik dışında kapıda herhangi bir deformasyon oluşmamıştı.

Envanter kontrolü yarın sabaha bırakılabilir. Maden operasyonuna artık bir aksiyon almadan devam edilemeyeceğine işçi temsilcileri tarafından karar verildi. Serikbolat çalıştırıldı ve plazma şimdiden dört adet yurtta aktarılıyor. Dev makine bizi güvenli olduğumuz açık gölge bir alana götürecek. Bu gece bu dış tehdit artık bir ekonomik kaygıdan çok öteye taşındı. İnsanlar ölebilirdi ve bunu ihtimalin gölgesini bu küçük mobil orta Asya maden karavanındaki insanların yüzlerinde görebiliyorum.

Bu sefer kazı olmayacak. Gün doğduğunda başka bir gerçekliğe uyanacağız.

07.06.2078

Dersu Uzala resmen savaş durumunda. Son beş gündür yoğun bir hazırlık içindeyim. Tüm notlarımı ve bulguları gözden geçirebildiğim bir zaman dilimi oldu.

Kampta işler madencilik faaliyetleri dışında garip bir şekilde eksiksiz devam ediyor. Bir savaş konseyi oluşturuldu ve devriyeler atılıyor. Bir bakıma bir önceki umutsuz ve kasvetli hava yok artık. Herkes enerjik ve hevesli. Gençler ve yaşlılar stratejiler ve teoriler üzerinde tartışıyorlar.

Madencilik işleminin durması yıllarca ödenecek bir borç yükünü Dersu Uzala’nın üstüne yıkıyor ama şu anda bu kimsenin umurunda değil. Benim açımdan da faydalı bir durum çünkü tüm önemli kişilere çalışmadıkları için anında ulaşabiliyorum. İnsan yaşamları tehlikede olunca kampın ileri gelenleri ile gözlem ve çıktılarımı paylaşmaktan çekinmedim. Her türlü ufak bilgi bile burada hayat kurtarabilir.

Medeniyetten bu kadar uzakta olmak garip bir duygu. Hiçbir şey için izin almam gerekiyormuş gibi hissetmiyorum. Bu garip siyah beyaz bozkır gerçekten insanı bürokrasi ve sorumluluklardan uzak bir yaşam sunuyor. Bunu söylemem bu raporda doğru mu bilmiyorum ama yavaş yavaş tek derdim ve görevim bu insanları korumak ve kollamak oluyor.

Son saldırı raporlarını incelerken dikkatimi çeken bir ayrıntı oldu. O yaratık her ne ise yeni gelen konteynerlere odanın ortasında olması ve teknik olarak odadaki yedek parçalarla neredeyse aynı şeyleri barındırmasına rağmen el değmemişti. Tek farkı ana merkezden yeni gelmiş olmalarıydı. Ama bunu nasıl ayırt etmişlerdi?

Tekrar odayı ziyaret etmek istediğimde bu sefer çok derli toplu bir odayla karşılaştım. Şimdiden yarık kapatılmış ve eşyalar düzgün yerlerini yerleştirilmişti. Görevliden yeni gelen eşyaları göstermesini istediğimde biraz şaşırdı ama ilgili dolaplarda gerçekten envanterdeki eşyaları bulduk. Eşyaları özellikle yedek parçaları birbirinden ayırmak imkansız. Aynı metal ve atomik derecede bir ölçüm tekniğiniz yoksa birebir aynılar. Birkaç basit test yöntemi düşündüysem de beni tatmin eden bir cevaba ulaşamadım.

Bir sabah uyandığımda kapımın önündeki duvarın geleneksel renkli flamalarla süslendiğini gördüm. Bir sonraki hafta Moğolların geleneksel Nadaam festivalleri* olduğunu öğrendim. Nadaam erkeklerin üç kategoride yarıştıkları eski bir festival. Şimdilerde pek yarışma kısmı kutlanmıyor ama yine de arkadaşlarla buluşmak ve kutlamak için bir bahane. Bazı kadınlar da bu olağanüstü duruma denk gelen bayramda boş durmaktansa süslemelere ve hazırlıklara başlamayı seçmişler.


Ve ne iyi yapmışlar! Cevap tam karşımda duruyordu. Arkaik savaşlarda ordu birbirine girdiğinden dostu düşmandan nasıl ayırt edersiniz? Bayraklar tabi ki , flamalar! İlk gördüğümde o kasaların üzerinden şirket logoları vardı. Yeni gelmişlerdi ve paketleri açılmamıştı bu yüzden de flamalar hala yerindeydi. Yaratık ilkel bir şekilde şirketi dost olarak ayırt ediyordu. Tüm saldırılar şirketin işleyişi dışında kalan Dersu Uzala halkına ait malzeme ve ekipmanlara yapılmıştı.

Yaratığın şirket ile bir ilişkisi var ise madencilik faaliyetlerini durması pek hoşuna gitmeyecektir. Günün sonunda basitleştirilmiş bir zeka ile karşı karşıyayız. Gerçekten bir bakıma bir mankurt ile karşı karşıya olduğumuzu ben bile düşünmeye başladım.

Flamalar ve bayraklar aslında iyi bir fikri beraberinde getirdi. Düşüncelerimi kampın beyin takımı ile paylaştım. Hem morali yükseltmek hem de panik havası yaratmamak için bayrak asma işini resmileştirdik. Tüm yurt geneline süsleme talimatı verildi. Eğer teorim doğru ise bir daha bu alanlara bir saldırı beklemiyoruz. Bu teoriye güvensem de güvenlik derecesini ne yazık ki azaltamıyoruz. Birçok kişinin bekçilik görevi sebebiyle elimizde boşta veya mobil birkaç kişi kalıyor.

Sayı şu anda benim ile beraber beş kişi. Bu planımız için yeterli olmak zorunda. Bayraklarla ve şirket amblemleriyle süslenmeyen geride bir yurt bıraktık. Bu yurttun boşaltıp dış darbelere karşı ekstra dayanıklı hale getirdik. Darhan bir dış girişi zayıflatarak saldırıya açık hale getirdi. Bir iki gündür devriye grubuyla buradaki kampımızda yatıyorum. Grubun çok uyuduğu söylenemez. Sinirler gergin ama grubun korkudan çok sabırsızlık hakim. Küçük hevesli çocuklar gibi dişlerini sıkmış düşmanlarını bekliyorlar.

*Ovoo: Moğolların taşların yığmasıyla oluşturulan bir tür sunak.

12.06.2078

Bu kısım umarım size ulaşır bu yüzden bir sonraki Nam bağlantısında iki kez tekrarlamaya çalışacağım. Öncelikle şu anda durumumuz iyi. Nadaam festivalinin 2. Günündeyiz. Dersu Uzala halkının çoğu tehlikenin geçtiğini ve zamanın kutlamaya uygun olduğunu düşünüyor.

Geçen akşamki saldırıyı göğüsleyen ve Mankurtla karşılaşan bizler ise bu hikayenin daha bitmediğini iyi biliyoruz.

11.06.2078 saat gece 3:17 itibariyle sessiz alarmlar çalmaya başladı. Herkes aniden dış iskeletlerine bağlanarak dış ortama çıkmaya hazır hale geldi.

Biraz ilerideki koridorun tabanından metalik hızlı bir hareket olduğunu duyabiliyorduk. Narangerel ve iki arkadaşı plazma meşalelerini yakmaya hazırlanıyordu. Özel olarak yerleştirdiğimiz kutuların parçalanma seslerini duyduğumuzda harekete geçtik. Altı kişi sessizce karanlıkta hedefimize doğru adım atıyorduk. Kendimizi saklamak için yerleştirdiğimiz büyük iki konteyneri sessizce kenara ittiğimizde karanlığın az ötesinde bir karartının kutularla boğuştuğunu gördük. Üstü artık kutulara koyduğumuz fosfor kumu yüzünden parlıyordu.

Karşımızda yerde dört ayak üstünde olan mekanik bir canavar duruyordu. Orta kısmı tabut gibi ayakları bizim yurtların zıplama ayaklarına benzeyen robotik aksağamlardan oluşan en azından dört metrelik bir dev. Ön elleri veya pençeleri metalik kazıcı parçalardan oluşuyorlardı. Bir ekskavatörün parmakları mekanik ellerine geçirilmiş gibiydi. Ön kolları daha uzun olması sebebiyle gerçekten de gümüş sırtlı bir gorili andırıyordu.

Herkes birkaç saniye boyunca karşılarında duran mekanik canavarın yarattığı şoku beyinlerinden bertaraf etmeye çalıştı. Dış iskeletleri içinde gerilmiş madenciler doğru düzgün adım atmakta bile zorlanıyorlardı.

Yaratığın hızı inanılmazdı. Kısa kısa darbelerle ne varsa parçalamaya çalışıyor yarattığımız bariyerin diğer tarafına geçmeye çalışıyordu. Fosforun farkına varmamış gibi gözükmüyordu. Hatta bizim bile farkımıza varmamıştı.

Taki Narangerel savaş pozisyonuna geçip plazmaları açtırana kadar. O zaman ilk defa yaratığın bize döndüğünü gördük.

Darhan’la konuşmalarımızdan sonra robotik bir şey beklediğimi itiraf etmeliyim. Ama bu önümüzde duran şeyi bir mantık eksenine oturtamıyordum. Ana iskeleti muhtemelen bir tür krayojenik derin uyku modülünden oluşuyordu. Elleri ve kolları ayrı bir muammaydı. Eski tip savaş robotlarına benziyordu. Modülün içindeki garip ışığın altında bir insan kafası seçebiliyorduk. Yüzü bize dönük bir adam kafasının yarısı ezilmiş ve yan yatmıştı. Gözleri ufukta bir yere sabitlenmiş ve ağzına bir boru giriyordu. Gözleri hareket ediyor gibi gözükmüyordu ve medikal pod teorimi destekler şekilde birkaç düğme de podun yanında seçilebiliyordu. Eller ise tam bir endüstriyel kabustu. Sanki gelişi güzel şekilde pistonlar kablolar ve kazıcılar ve deliciler ellerine yerleştirilmişti. Sol ve sağ eli diyebileceğimiz uzuvlar ne aynı yerden çıkıyor ne de bir simetri oluşturuyordu. Ayaklar ise üçgensel tabanlı pistonlu robot ayaklarıydı .Buna şüphe yoktu. Eski askeri bir şeyleri kesip birleştirmiş olmalıydılar.

Ben önümdekini anlamaya çalışırken Narangerel ve bir arkadaşı ileri atıldı. Yaratık buna yanal şekilde koşarak ve mesafeyi açarak karşılık verdi. Birkaç tane konteyner bu üçlünün arasına devrildi ve yaratık kısmen gözden kayboldu. Diğer geride kalanlar hızlıca konteynerleri kaldırmak için ileri atıldılar. Plazma meşalesiyle böyle şeylere yaklaşmak daha sonra öğrendiğime göre çok tehlikeliymiş. Neyin neyle reaksiyon göstereceğini bilemezsiniz.

“Nadaam başlasın.” dedi biri arkadan ve odadaki herkes artık hareket halindeydi.

Havada savrulan konteyner kutularının arkasından birden ortaya çıkan Mankurt en yakındaki adamın sol koluna asıldı ve koca dış iskeletin kolunu tek asılmayla kopardı. Düşünün bu tonlarca kayayı gerektiğinde kaldırabilen suspansiyonlu aygıtlar. Tabi bu anda yaşadığım korkuyu anlatamam. Yine daha sonra öğreneceğim gibi Darhan bu kolların çekme kuvvetine dayanımlarının basma kuvvetine çok daha az olduğun söyleyerek çok da şaşırmadığını ifade etti.

Bu harekete missileme olarak başka bir yoldaş yukarıdan iki koluyla diğer açıkta kalan bacaklarından birine vurdu ve belli bir tepki aldı. Görünür bir kalıcı zarar olmasa da yaratık biraz geri sendeledi ve diğer adama saldırmayı bıraktı.


Etrafına bakmaya fırsat olmadan arkadan bir plazma alevi yarım metreden yüzüne doğru savrulduğunu görmüş olmalı. İnsani olmayan bir hareket kabiliyetiyle yana kaydı ve güç bela plazma ateşini tutan dış iskeleti tuttu. Narangerel boş durmadı. Bir yandan kafasına diğer eliyle yapışırken iki ayağının tabanıyla ana gövdesine tekme atıyordu. Bunun çok işe yaramadığını söylemeliyim.

Yaratık kolay bir şekilde dev cüssesiyle Narangerel ile iki üç adım ileri attı ve onu savurmaya çalıştı. Bu sırada diğer iki savaşçı ona doğru hamle yapmış ve plazmayı savuşturan eline yapışmaya çalışıyorlardı. Diğer boşta kalan eliyle ona solda yaklaşan dış iskeletliye bir primat gibi okkalı bir ters yumruk savurdu ve adamın odanın içinde üç metre yerde sürünmesine sebep oldu.

Ama dövüş daha yeni başlıyordu. Tek kolunu kaybeden savaşçı başka açıdan yaklaşmayı denerken Mankurtun üzerinde şimdi üç kişi aktif olarak savaşıyordu. Koca yaratık kendini yerden zıplayarak kaldırmayı denese de yukarıdan ikinci plazma meşalesinin sahibi omzuna sağlam bir yarık ile inmeyi başardı. Dev robotik kolun ana gövdeyle omuz bağlantısında bir zara yol açtığı belliydi. Artık o kolun el için parçaları çok da iyi çalışmıyor gibi görünüyordu.

Tüm bunlar olurken ben ışığı yakmış bir köşede beni koruyan korumam ile kayıt almaya çalışıyordum. Bir taraftan dövüşün nasıl biteceği ve ne yapılabileceği hakkında fikir üretiyordum.

Yukarıdan gelen plazma alevli dövüşçüyü ani bir hareketle boşa çıkarıp yere çaldı ve üstüne bastı. Dış iskelet bile olsa adamın en azında birkaç kaburgasının kırılmış olması gerekliydi. Arkadaşları ölüm tehlikesini kavramış olacaklar ki Narangerel ve arka omzuna yapışmış savaşçı biraz pozisyon değiştirerek yaralı omza doğru saldırdılar. Mankurt kolunu kaybetmemek için 180 derece olduğu yerde döndü ve bu yeni düşmanları karşıladı ve yerdekini bırakmak zorunda kaldı. Tek kolunu kaybeden eleman dövüş alanına hamle yaparak arkadaşını dev ayaklarına altından aldı ve çıktı. Üçüncü bir saldırgan bu yön değişiminden doğan açıklık ile sırt tarafına saldırdı ve kendini resmen yaratığın boynuna kilitledi.

Sanki arkaik bir savaşı izliyormuşum gibi hissetim. Kurtların bir ren geyiğini cüsselerine rağmen alt edişlerini izliyordum. Yılmadan tekrar tekrar saldırarak dev yaratığı küçük kesiklerle dize getirmeye çalışıyorlardı. Dişler pençeler dev yaratığın bedenine giriyor, onu yoruyor, parçalarına ayırıyorlardı.

Narangerel kendini yaratıktan ayırdı ve yarım ay çizerek yaratığın tekrar arkasına geçti. Bu sırada bize açık olan tank kısmından yaratığın yüzünden hiçbir korku emaresi veya değişik bir bakış yoktu. O sabit soğuk baygın bakış hala duruyordu.

Birden atıldı ve diğer omzuna yapıştı. Mankurt diğer savaşçının cüssesi ona yapışıkken sanırım istediği kadar hızlı dönemedi ve Narangerel o zayıf eklemlerden birine ulaşmış oldu. Tekrar plazma ateşinin düşmesine bastı ve yaratığın kolu korkunç mavi sıcaklığı tattı.


Hızlı hızlı ayaklarını kullanarak silkinmeye çalışsa da üstüne yapışmış üç savaşçı ganimetlerini bıkaracak cinsten değildi. Narangerel öldürücü darbe için hazırlanıyordu. Bunu bildiğim için emri verdim.

“Sakın öldürmeyin!” dedim iletişim kanallarından. Tam bu anda yaratık savaşmayı kesti ve bu bizim takımda da bir boşluk oluşturdu. Açtığı yarığa bakan yaratık birden dışarıya doğru olağanüstü bir güçle koşmaya başladı. Onu durdurmaya çalışanlar kollarına asıldıysa da kollar ellerinde kaldı. Bir tür kertenkele gibi mekanik kollarını geride bırakmış geldiği düzlüğe doğru kaçıyordu.

Ancak o zaman birkaç saniye durabildiğimizde yaratığın bizimkiler üzerinde bıraktığı etkisini görebildim. Ezilmiş dış iskeletler, parçalanmış bacak kabloları ve sıkışmış eller karanlıkta seçebildiğim birkaç yaraydı. Benim savaşın heyecanıyla gördüğüm o muhteşem cenkin bir bedeli vardı. Narangerel’in tek mekanik bacağı aksayan şekilde yanıma geldi. Yaratık çoktan iki üçyüz metre koşup arayı açmıştı.

“Kaçırdık. Bu karanlıkta onu bulmamız imkansız. Hay sıçayım niye bizim öldümemize izin vermedin ki?

“Çünkü nereden geldiğini merak ediyordum.”

“Şimdi ama hiçbir şey öğrenemeyeceğiz. Çekirgeçler hızlı ama o şey çok iyi saklanıyor. Hayatta şu dişler arasında bulamayız”

“Pek sayılmaz Narangerel. Ben de ava boş gelmedim.”

Askeri tip izleyiciyi cebimden çıkardım. Onların bilmediği şekilde bu fosforlar sadece görüntü amaçlı kullanılmıyor. Özel izotopları sayesinde yarım kilometrelik bir çevrede hedefin izini sürebiliyoruz. Tam da bunu yaptık.

Arkadan adamlardan birinin ne dediğine hala gülüyorum.

“Demek Nadaam festivalinin güreş kısmı bitti at binme bölümüne başlıyoruz”

Dayak yemiş acı içindeki adamlar bir heves yine tekrar etrafımda toplanmış izleme cihazına bakıyorlardı.

“Taaarkaaaan”dediler gülerek başka biri “sende de her yol var Müfetiş Tarkan”

Adım tabi ki gizli tutuyorum ve bu görev için bana verilen kod numarası ve ismi kullanıyorum. Fakat çekirgeçler bindiğimizde takım arkadaşlarım bana bu adı uygun gördüklerini söylediler. Diğeri çok uzun ve sıkıcısıymış. Tarkan ismi Moğolca “yetenekli ,becerikli olan” demek. Pek itiraz edebileceğim bir ortam ve grup değildi. Eğer takım arkadaşlarınız kırık kaburga, kan, ter ve acı içinde size bir takma ad takmak istiyorlarsa takarlar.

İki kişiyi yaralarında ötürü geride bırakmak zorunda kaldık. İki adet Çekirgeçe binip düzlükte yol almaya başladık.

“O şey yaklaşık dört saat üstündeki kimyasal yüzünden aktif hedef olacak. Bu zaman içerisinde aradaki mesafeyi kapatmamız gerekiyor Naragereel!”

“.Mahmuzla şu altındakini diyorsun yani. Tamamdır Tarkan ne diyorsan o” dedi sırıtarak Narangerel. O kadar dayaktan sonra değil konuşmasını ayakta kalması bile mucizeydi.

“Sen de mi ya şef.”

“Ben de Tarkan ben de.”

11.11.2078 saat sabah 7:15 de tekrar temas sağladık. O şey her ne ise büyük dişlerin olduğun bir alana doğru gidiyordu. Çift güneşin ışınları bazı yerlerde üst üste gelmeye başladığında gidişimiz hem dolambaçlı oluyor hem bizi yeni rotalar bulmaya zorluyordu. Son yarım saattir Çekirgeçlerinde tekerleklerinden çok uzun ince böcek bacaklarını ve arada bir zıplama modüllerini kullandık. Ortam giderek düzlükten , dikenli ve geçilemez bir yüzeye dönüşmeye başlamıştı.

Engebeli arazide yol alırken güvenlik sebebiyle yollarımızı diğer Çekirgeç ile ayırmıştık. Kayaçların yeni akışkan olabilecekleri bu zamanlarda kaymalar olağan dışı şeyler değildi. Üstünde gezindiğimiz bu iğneli topraklar ve etrafımızdaki bu yerden çıkan dişler her an bize mezar olabilirdi. Narangeerel’in deneyimlerine göre bir araç bu ani değişikliklere hızlı tepki verebilir fakat arka arkaya hareket eden bir konvoyun pek şansı yok. Ne kadar çok araç o kadar olasılık ve tehlike demek.

Aracımız küçük birkaç dişin etrafından uzun bacaklarıyla seke seke ilerlerken yanımda Narangerel iç telsizden arkadaşlarına yön veriyordu.

“Şimdi sağ. Haritada evet sizi görüyorum. Küçük olanın üstünden geçin büyük olanın eteklerinden dolaşın. N156.43 E 13.48 de buluşalım.”

İki buçuk saati geçen bu hızlı yolculuğumuzda Narangerel benle neredeyse bir kelime bile konuşmamıştı. Tüm konsantrasyonu yolda ve tüm aklı arayı bu yaratıkla kapatmaktaydı.

Ama ikimizde konuşmasak da sanırım şu gerçeği biliyorduk. Hiçbir canlı yarı mekanik olsun veya olmasın sonsuza kadar bir yere doğru koşamaz. Bu yaratık er ya da geç inine ulaşacaktı. Narangerel birden benle konuşmaya başladı. Beklediğimiz haber geldi.

“Durdu ,beş dakikadır ya dinleniyor ya da ulaşmak istediği yere ulaştı.”

“O şeyin dinlenmekle yakından uzaktan bir alakası olmadığını ikimizde iyi biliyoruz. Sabit hızda şu ortamda iki buçuk saattir koşuyor.”

“Olabilir ama makinelerin bile durmaya soğumaya ihtiyacı vardır. Neyse hedef artık çok uzakta değil. En fazla yirmi dakika sonra orada oluruz. Diğerlerine haber vereyim.”

Yaklaşık yarım saat içerisinde hedefimiz hiç hareket etmedi. Takip cihazlarımız onun büyük bir diş kayası tepesinin arka güvenli tarafında olduğunu gösteriyordu. Bu süre zarfında biz yol almış ve temkinli adımlarla bu alana yaklaşıyordu.

Bu diken kayası dev gibiydi. Yüz metrelik sivri ucu göğe yükselirken arkasında kalan alan şu anda iki güneş ön tarafını aydınlatmasına rağmen arka tarafında çok geniş bir gölge oluşuyordu. En ekstrem durumda bile böyle olması buranın neredeyse sabit bir üst olması için geçerli bir sebep. Bu dev doğal yapıya yaklaşırken Çekirgeçlerimiz içinde bizler çok küçük hissediyorduk. Ben de sanki olmamamız gereken bir mabedin yolunda ona yaklaşıyormuş gibi bir hissiyat vardı.

Kayanın diplerine doğru yaklaşıldığında artık zifir karanlıktan hiçbir şey gözükmüyordu. Çekirgeçlerin önünde bağlı olan flaşları yaktığımızda sinyalin geldiği yeri anladık. Metal bir kapı az da olsa dişin dibinde gözüküyordu. Eski polimer, patlamaya dayanıklı sığınak kapılarındandı.

Narangerel bana durmamı işaret etti ve araçtan indi. Temkinli adımlarla sisteme yaklaştı ve bana uzay altı kanaldan seslendi.

“Çalışır durumda,bir yerden elektrik alıyor. Kapının yanında bir bağlantı podu var. Askeri tipe benziyor”.

Araçtan aşağı inerek girişe yaklaştım. Zifir karanlıkta sadece ışıklarımızın düştüğü yerler aydınlanıyordu. Eğer kapı orada olmasaydı etrafında bu yapının içeride bir şey sakladığında dair hiçbir şey olmazdı. Yerdeki irili ufaklı diş kayalarına ışığın önünde dans eden ağır toz zerreleri eşlik ediyordu.

“Bu çok zor olacak. Bu tip askeri şeylerin giriş kodlarını kırmak günler alıyormuş” dedi Narangerel.

“Bana bırak.”dedim gülümseyerek ve giriş konsoluna yanaştım. Şu anda kayıt yaptığım kişisel müfettiş bilgisayarım açarak şifremi girdim. Sonrada kapıya gerekli şifreleri girdim.

Kapı açıldığında Narangerel hala boş boş yüzüme baktığı için açıklama gereği duydum.

“Müfettişlerin görevi sadece gittikleri yerlerdeki sorunlarla ilgilenmek değildir. Bu tip savaş sonrası yerlerde mevcut silah ve askeri sanayi kalıntılarını zararsız hale getirmek. Bu yüzden savaşan taraflardan master şifreler ve komutlar istenir. Savaş sonrası bazı bilgiler ve yerler silinse de bu tip zamanlarda bu şifreler işe yarıyor. Bu şifrelerle kaç mayın temizleniyor bir bilsen şaşarsın.”

Kadının sonunda biraz yüzü gülmüştü. Şansına inanamıyordu. “Taaarkaaaan” dedi Narangerel gülerek ve içeri geçti.

Koridorun darlığı dış iskeletimizin hantal yapısını zorluyordu. Değil yan yana durmak zar zor ileriye doğru hareket etmek bile zordu. Bu dar koridor sisteminin savunma amaçlı yapıldığı aşikardı. Otomatik olarak yanan ışıklar ve basınçlandırma buranın hala kullanılan bir üst olduğunu düşündürüyordu. Tekrar bir kapı ile karşılaştığımızda otomatik olarak açılarak bizi daha geniş bir alana çıkarttı.

Karanlığın içinde yukarıda sarı ışık ile aydınlatılmış bir kumanda odasındaydık. Önümüzdeki panelleri çoğu bazı robot kollarını işletmeye yarıyor olmalıydı. Gördüğümüz sistem kaba ama güvenilir tasarlanmıştı. Önümüzdeki açık duran ekranlardan sekiz adet ekranın çalışır halde olduğunu görebiliyorduk. Tüm sistemler birbirinden bağımsız olarak hareket ediyor gibi gözüküyordu

Narangerel çok şaşırmadı.

“Yıgatay Teknolojisi. Askeri bir hastane olmalı.”

“Evet savaş sırasında gizli yapılanlardan. Yığatay şifreleri de çalıştığına göre burası öyle bir yer. Ama onlar sektörü terk edeli çok oldu. Bunun arkasında onların olması çok anlamsız”

“Haklısın zaten bence cevap şu arkandakinde” dedi Narangeerel.

Odada ne mimariye ne bilgisayar sistemine uyan garip bir bağlantı elemanı vardı . Bir sarmaşık gibi bazı panellerin arkasına sızmış kökleri olan üç çanaklı bir çiçek gibi açmış bir aygıt önümüzde duruyordu. Eğrelti şekilde bu sisteme bağlanmış bir uydu bağlantı elemanı olduğuna karar verdik..

“Bizimkilerden. Ji Chi -Helios madencilik aletlerinden. Pısırık puştlar demek bu işin arkasında onlar var. Şu şeyi söküp atalım.”

İlk olarak bu haklı olarak kızgın kadının kanıtlara zarar vermesini önledim ve sonrasında uydu bağlantısına kişisel bilgisayarımla giriş yaptım. Bütün veriyi çektikten sonra hemen gitmemiz gerektiğini söyledim ve yolda her şeyi açıklayacağımı söyledim.

Şu anda kayda girdiğim bilgileri en yüksek hızda kampa geri dönmeye çalışan Narangeerel ile de paylaştım. Ona verdiğim brifingin kaydı şöyle;

“Bulgular dahilinde bu savaş hastanesi Ji Chi Helios madencilik tarafından ilk maden keşfinde bulunmuş ve kaydedilmiş. İçinde bulunan savaşta zarar görmüş derin uyku halindeki askerleri yeniden kullanmaya çalışmışlar. Uyku halindeki o gördüğümüz Hibernasyon modüllerine dış iskeletler ekleyerek basit komutları uygulayan işçiler üretmişler.”

“Bedava iş gücü ha. Bütün bunlar sadece ekonomi için mi?”

“Sadece bu da değil. Bu yaratıkların veya mankurtların belli miktarda bilinçleri olduğu için sektör için var olan yapay zeka kısıtlamasını da deliyor. Çalışacak robot yapamıyorlar ama belli ki içgüdüleriyle hareket eden bu yaratıklar en yakın şey. Taki”

“Takiii işler çok da iyiye gitmeyinceye kadar.”

“E tabi sonuçta organik yapılarak otuz gün boyunca aynı işleri yaptıramazsın. Ne kadar ekipman değerli falan diye şartlasan da sorunlar ortaya çıkmış ve faz I büyük kayıplarla sonlanmış. Takiiiii.”

“Takiiiii biz burada işleri iyi ama biraz daha fazla pahalıya yapıncaya kadar.”

“Evet taki oraya kadar. Mankurtları bir tür grev kırıcı olarak yine işe dönmüşler. Sizi düşman belleyip ekipmanlara saldırmamaları da hep içgüdüsel şartlanmadan dolayı.”

“Mankurtlar yani tam anlamıyla.”

“Şaşırtıcı ama evet bunlara modern mankurtlar diyebiliriz.”

“Peki niye orada kalıp bu mankurtları deaktive etmedik.”

“Çünkü burası bir askeri hastane. Düşmanların buraya girip şifrelerin sızmış olabileceğine karşı dışarıya tüm hastane birimlerini kapatan ve hazırlık yapan bir yapıları var. Bizden önce gelen şirket yetkililerin zamanı olduğu için bu ölü adamın tetiğini bizim gibi şirketten olmayan biri girdiğinde ve ifşa oldukları zamana ayarlamışlar.”

“Yani”

“Yani o sekiz mankurt yaklaşık 5 saat 45 dk sonra full kapasite hazır bir şekilde o otomatik hastaneden dışarıya erken ‘taburcu’ edilecek. Ve bil bakalım kızgın ve huysuz mankurtların ilk iç güdüsü ne olacak.”

“Şirketin düşmanlarına saldırmak.”dedi Narangerel korkuyla. Dış iskeletinden ve giysisinden yüzünü görmüyordum ama ses tonu kısa mesafe telsiz üzerinden yeterliydi. Endişeliydi.

“Bir tanesi ile zor baş ettik. İki adamım hastanelik oldu. Sekiz tanesiyle nasıl başa çıkacağız hem de bu kadar zamanda.”

“Bilmiyorum. Ama yaklaşık altı buçuk saat içerisinde o şeyler Dersu Uzalada olacaklar. Hızlı bir şeyler düşünsek iyi olacak.”

Kayıdı alan memur olarak belki bir daha kayıt gönderemeyeceğimin bilincindeyim. Lütfen bu anlattıklarımı suç unsuru alarak kirpi üzerinde sektörler arası barışçıl kullanım haklarını bu şirket ihlal etmiş durumda.

*Nadaam: Moğolların 3 etaptan oluşan en önemli festivalleri.

17.06.2078 (Gönderiliş tarihi)

Kayıt Tarihi: 13.06.2078

Bu bir otomatik kayıttır. Kayıt günün öncesinde yayınlıyorum. Değiştirilemez ve düzenlenemez bir formatta kullanıyorum. Böylece ileriki tarihte otomatik olarak size gittiğinde 3. partiler tarafından bir engellemeye maruz kalmadığını bileceksiniz. Üç ayrı kanaldan aynı mesajı size değişik periyotlarda otomatik olarak yollamak için uğraştım dolaysıyla birden fazla aynı mesajı almanız normaldir. Karşılaştırma yaparak gerçekliğini teyit edebilirsiniz.

Bir iki saat içerisinden mankurtlar karavanımıza ulaşmış olacaklar. Herkes oldukça gergin. Şimdilik şirketin bu olaylardan sorumlu olduğuna dair hiçbir şeyi genel halk ile paylaşmadık. Sadece birkaç kişi bunu biliyor.

Mankurtları birebirde yok etmek veya etkisiz hale getirmek ne yazık ki imkansız gibi gözüküyor. Darhan, teknik ekip ve daha savaşçı öncül ekip bu yaratıkların ne oldukları ve onlarla ilgili çarpışma deneyimimiz hakkında bilgilendirildi.

Dönüşte geride bıraktığımız dronelar yaratıkların o yer altı hastanesinden çıkışlarını bize haber verdi. Yedi adet hedef bizim olduğumuz noktaya doğru yola çıktı. Bu sırada üç saattir süren toplantı tabi ki biraz daha ateşli bir hal aldı. Kurultay dedikleri bu tip toplantıların belli sistemi var ve yine eski yöntemlere dayanıyor.

“Birebirde alamaz mıyız mı diyorsun?” dedi muhafızlardan biri. Belli ki mankurtlarla birebir karşılaşmamış biriydi. Sabırlı ama sert bir şekilde Narangerel tekrar cevap verdi.

“Hayır. Askeri sistemler ile donatılmışlar. Ana gövdeleri çok dayanıklı. Kollarında zarar görmesi baya zor. Yurtlarımızdaki sistemlere ne yaptıklarını gördünüz. Bunlar öyle iki günde birleştirilmiş şeyler değil. O askerlerin bilinçaltından da faydalanıyor olduklarını düşünüyoruz. Yoksa dövüşürken o kadar hareketi kısıtlanmış bir yapay zeka ile yapabileceklerini düşünmüyorum.”

“Uyur gezer askerlerle karşı karşıyayız yani.”dedi Mühendislerden biri.

“Sayılır. Ama çok tehlikeli ve fonksiyonel uyurgezerler. Dahası hayvanlar gibi bir hedefleri var.B izim tüm yaşamsal sistemlerimiz tehlikede.”

“Peki ya yardım. Biraz geriye çekilip yardımı beklesek olmaz mı?”

“Askeri bir müdahale sadece cesetlerimizi almaya yetişir ne yazık ki. Hem bir yere sığınabildik diyelim ciddi kayıpları göze almamız gerekir. Bu obadaki herkes savaşçı değil biliyorsun.”

Tartışma taraflar arasında sürüp gidiyordu. Endişe ve korku konuşmaların tonuna yayılıyordu. Fakat Darhan ayağa kalkıp söz isteyince büyüklere olan saygıdan herkes konuşmasını sonlandırdı ve dinlemeye başladı.

“Dostlar, karşımızdaki düşman vahşi, acımasız ve aman dinlemeyecek türden. Korumamız gereken ailelerimiz ve arkadaşlarımız var. Direk bir çarpışmayı kazansak da kayıplarımız ile kaybetmiş oluruz. Ne askeri silahlarımız ne de yeterli sayımız var. Gün kurt olma değil tilki olma günüdür. İhtiyacımız olan bu yaratıkların hayvani taraflarından yararlanarak bir tuzak kurmak.”

“Ama onları nereye çekeceğiz. Tek ilgilendikleri şey Dersu Uzala’da bizim için hayati değeri olan sistemler ve bizleriz.”

“Evet ama bir şey biliyoruz. Bu yaratıklar içgüdüsel olarak şirket mallarına zarar vermekten kaçınıyorlar. Ayrıca silahlarımız yok ama mobil endüstriyel bir maden platformunun üstünde yaşıyoruz. Bir şeyler düşünürüz. Gerekli olan bir yem. Parlayan, göz kamaştıran bir yem.”

“Ya işe yaramazsa. Ya başka bir şeyin peşine düşerlerse” dedi arkadan biri.

“Düşmanımızı gözümüzde büyütmek de küçültmek de hatadır. Ona doğru oranda saygı ve önemi vermek gerekir. Evet güçlü ve çevikler ama insan kadar zeki değiller. Onların hayvani zekalarından yararlanmazsak kafamızda yenilemez bir düşman yaratmış oluruz.”dedi Darhan.

“İyi o zaman gidip bir kaç yurt boşaltalım.”

“Hayır en büyük ve en ihtişamlı şey yem olmalı. Düşman bizi öldürmeye, kalbimizi sökmeye geliyor. Gökyurttan azına yetinmez. İlk onu boşaltmamız lazım.”

Herkesin yüzü düştü ama bununla birlikte plan yürürlüğe kondu. Gökyurt ve bir başka yurt boşaltılarak diğerleri daha geride bir alana çekildi. Serikbolat şu anda komuta merkezi. Hafif bir gölgeni altında kalıyor ve iki yurtta da bağlantı yapacak mesafede. Diğer yurtlar genel olarak ailelerin kaldığı standart şeyler. Her iki aracın içlerine biraz organik yapı taşları ve yiyecekler de yerleştirildi. Kontrol için gittiğimde kokusu koridorlarda hissediliyor. Bir de ses olsun diye tef ve şarkıları koridorlarda çalıyorlar. Boş gökyurtun içerisi garip mistik bir hava oluşmuştu.

Plana göre ilk bu gökyurtla karşılaşacak olan mankurtlar aracın içine girecek ve Serikbolat emniyeti açılmış enerji aktarımı ile yurtları yakıcı bir ışın gönderecek ve bir plazma yığınına çevirecek. İçindeki mankurtların buna dayanma ihtimalleri yok.

Bunun yanında bütün savaşçılar dış iskeletlerinin içerisinde Serikbolat’ta yerleşik durumdalar yaklaşık yirmi iki kişilik bir manga oluşturuldu. Mangada dört kişide plazma meşaleleri var. Diğerleri ne var ne yok dış iskeletlerine kalkan olarak lehimlemekle meşgül. Parça parça kalkanlarıyla uğraşmak sanırım bu insanların kafalarını dağıtıyor. Öte yandan belki de Darhan’ın planın o kadar da güvenilir olmadığını düşünüyor olabilirler.

Birkaç saat içerisinde bütün bu soruların cevapları dört nala bize doğru gelmiş olacak.

17.11.2078 ikinci posta

Raporumu görevi başarıyla tamamladığımızı bildirerek başlamak istiyorum. Herkes güvende ve saldırıları savuşturmuş durumdayız. Bazı son anda doğaçlamalar oldu ama her şeyi atlattık gibi.

İlk saldırı sabah dokuz gibi başladı. Başta üç adet mankurt yurtlardan birine girerek talan etmeye başladılar. Diğerlerinin de onları izlemesini bekliyorduk fakat dakikalar geçtikçe bu olmadı.

“Neden onları takip etmiyorlar. Üç tanesi için bu şeyi çalıştırırsam geri kalanı nasıl halledeceğiz” dedi Darhan sinirli sinirli. İyi bir mühendis olmasına rağmen askeri disiplinin getirdiği çelik sinirlerden yoksundu.

“Çünkü hayvani zekaları olsa bile bilinç altında onlar birer asker. Gerektiği kadar adamı oraya yolluyorlar.” Narangerel analizini paylaştı.

“Bekleyemeyiz güneşlerin arkasına sığındığımız şu diş dağını aşması saat 10:13 ü gösteriyor. Bir saat kadar zamanımız var.”

“O zaman potu büyütmemiz lazım. Nurlan, Balta adamlarınızı alın ve benimle gökyurdun geniş kapısında buluşun.” İrice bir adam ve bir kadın dış iskeletlerine bağlanmış garip plakalar ile Narangeerel’i dış hava boşluğuna doğru takip etmeye başladı. Ellerinde iki adet plazma meşalesi vardı. Plan işe yaramamıştı ve şimdi yama gerekiyordu. Birileri bedel ödeyecekti.

Beş dakika içerisinde on beş kişilik ekip Serikbolat’tan çıkmış gökyurdun geniş kapısından içeri giriyordu.

“Unutmayın birebir savaş yok. Orada o mankurtlardan üç adet var. Takım halinde ne yapabileceklerini bilmiyoruz. İkisi bile bizi geçen sefer haşat etmişti.” diyebildim.

“Merak etme Tarkan, sadece biraz el yükseltmeye geldik. Bakalım şu gölgede bekleyenler arkadaşlarının çığlığına ne kadar kayıtsız kalacak.”

Bu noktadan sonra pek bir şey duymadık. Bir on dakika sonra güç bela konuşan Narangerel uzun mesafe telsizinden bize sesleniyordu. “Oldu… çıkıyoruz…” uzun nefes alış verişlerinden yaralı olduğunu düşündürüyordu. “Beş adamımız kötü yaralandı ama namussuzlardan ikisini bağırta bağırta yakmayı başardık.”

Yurdun alt tarafından karartılar çıkmaya başladı. Birkaç tane yaralıyı geri taşıdıkları görülebiliyordu. Grup Serikbolat’a doğru hareket ederken geride kalan beş mankurttan üçü de harekete geçmişti.

“İkisi hala geride ama hiç yoktan iyidir.”dedi Darhan. Şimdiden Serikbolatın kontrol panellerine geçmiş eli ateşleme düğmesinin üzerinde bekliyordu. Diğer üç mankurt da çarpışmanın olduğu dev gökyurda girdiklerinde tuzak hazırdı. Geçmek bilmeyen bir dakika bekledik ve Darhan ana güç kaynağını ateşledi.

Serikbolat her zamanki gibi dev plazma akışını kusmaya başladı fakat karşısında bu sefer alıcı olan bir yüzey ile karşılaşmadı. Gökyurtun alıcı kısımları bilerek kapatılmış ve çalıştırılmamıştı. Normalde bir felaket senaryosu olan bu durum şimdi Serikbolatın kumanda kabininden vahşete ve yıkıma aç gözlerle izleniyordu. Heybetli Gökyurdu oluşturan hızlı yanan malzemelerin ilk aşamada birer saman alevi gibi puf diye yandığını gördük. Sıra dış iskelete geldiğinde yavaş yavaş tüm yurdun kor rengi bir kırmızıya döndüğünü ve şeklini yitirdiğini gözlemledik. Artık bacaklar ve dış çadır iskeleti dahil her şey akışkan kırmızı bir ergime rengine dönüşüyordu. Herkes sevinçle artık mankurtlara mezar olan o yarı akışkan metal yığınına bakıyordu. Bir kişi hariç. Narangerel hala diğer geride kalan iki mankurtu izliyordu.

“Gelmiyorlar. O yurtta olanı gördükten sonra zaten ikinci yurda gelmelerini beklemek saflık olurdu.” dedi Narangerel.

“Birebirde artık alabiliriz. Dışarı çıkalım ve çarpışalım Şef!” dedi tok sesli biri. Ama ona doğru baktığımda plakalarından ikisini kaybetmiş bir konu pestile dönmüş biriyle karşılaştım. Son savaşta gerçekten yara almadan çıkan yoktu. Taşıdıkları beş kişi ise kritik durumdaydılar. Plazma meşaleleri de kullanılamaz hale gelmişti.

“Nefes almakta bile zorlanan biri için büyük laflar Gökmen.” dedi Narangerel acı içinde gülerek.”

O şeyler gelmeyecekler. Bizi geçmenin sonrada da arkadaki yurtlara ulaşmanın bir yolunu arıyorlar bence.”

“Ailelerimizdense biz.” dedi Gökmen tekrar. Yaralarına rağmen kararlılığı göz dolduruyordu.

“Aynen öyle Gökmen, aynen öyle. Ama bu benim tek başıma yapmam gereken bir şey. İkinci yurda gidip onları oraya doğru çekeceğim. Plazmayı ateşlemekten çekinmeyin Darhan.”dedi Narangerel.

Darhan benim yüzümdeki dehşete rağmen bu intihar görevini onayladı.

“Hayır yapma Narangerel daha iyi bir yöntem olmalı.” diyebildim.

“Tarkan, sen bu yurdun kısa zamanda iyi dostu oldun. Lütfen bu olanları anlat. Dostluğunu bizden esirgeme. Senin endişe dolu sözlerin benim yüreğimi ısıtıyor fakat şu anda ne vaktimiz var ne de yapacak bir şeyimiz. Hem uzay madenciliğinde bir kayıp nedir ki.” acı içinde gülümsedi.Bu sırada tekrar dış iskeletinin içine giriyordu.

Birden hızlıca hareket edip çıkış düğmesine bastı ve kendini dışarıya doğru fırlattı. Narangerelin böğründeki ezilme ile o kadar hareketi yapması normal bir insanı bayıltabilirdi. Ekrandan Narangeerel’in yurda doğru koştuğunu görebiliyorduk. İkiz güneşler ovaya doğmuş, düzlüğü kavuruyordu Birazdan mankurtların bizim kısma doğru zaten zorunlu olarak harekete geçeceklerdi. Onlarda bizim kadar bu dişin gölgesine ihtiyaç duyuyorlardı.

Ben ise kafamda başka bir çözüm için kendimi zorluyordum. Arkadaşımızın,yoldaşımızın bile bile ölümüne koşmasına hiç kimse razı değildi. Fakat yorgunluk ve umutsuzluk yüzlerine çökmüştü. Bu gruptan bir alternatif fikir çıkması bu doğan güneşlerin altında zor gözüküyordu.

Bu iş tam Tarkan’a göre diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Çaresizlik içinde Narangerel’in Mankurtlarla arasındaki tam gölgeden yarı gölge sınırına doğru koştuğunu izliyorduk. Birazdan iki grup bir er meydanında gibi yarı gölgenin kavurucu sıcağı altından çarpışacaklardı.

“Yukarıya ,yukarıya çevir Serikbolat’ın plazmasını. Şuraya şuraya!” diye bağırdım Darhan’a. “Yarım gölgeyi delmeliyiz. Dişe doğru.”

Darhan gerçekten zeki bir mühendis. Hemen ne demek istediğimi anlamış olmalı.

“Serikbolat’ın plazma çıkışı uzun mesafede çok güçlü değil. Ama birşeyler düşünürüm”

“Şuradan biraz kırsak ,biraz ikinci güneşin gelmesini sağlasak yeter.”

“Uzun mesafeye belki yakın mesafedekinin yüzde biri gücünde bir akışı kısa kesik atışlar şeklinde yapılabilir. Hey siz hemen kontrollere geçin. Serikbolat’ı hareket ettireceğiz.”

Serikbolat dev bir kaplumbağa gibi kendi ekseni etrafında biraz hareket etmeye başladı. Yavaş hareketi beni çıldırtıyordu.


Bu sefer Serikbolat’ın dev göğüsündeki üst taraftaki açıklıktan devamlı değil kısa bir yoğunlaşma ve akış oldu. Birde bir plazma yumağı yukarıya doğru yavaş bir şekilde fırlamaya başladı. Sanki bir lava lambasının boğumunu yukarıya çıkışını izlemek gibiydi. On metre çapındaki dev parça üstümüzden düşük yer çekimiyle birlikte ağır ağır yukarıya doğru süzüldü ve bize gölge sağlayan dev dişin sol üst kısmına doğru yol aldı.

Çarptığında o dişten büyük bir parça birden etrafa saçıldı. Üçgenin sol kısmında koca bir yarık oluşturdu ve çok geçmeden üst sivri kısmı da sola doğru kaymaya ve yok olamaya başladı. Arkasından ortaya çıkan şey dev yakıcı ikinci güneşin ışıklarıydı.

İkinci güneş ışınları birincisiyle üst üste gelmeye başladığında çok geçmeden Narangerel ve Mankurtların arasında yarı gölge olan ve zaten yakıcı sıcaklıklara erişmiş olan alan artık gölgeden mahrumdu. Narangerel önündeki ovaya odaklandığı için ve gezegende ses iletilmediği için pek de üstünde olan şeylerden haberdar olmamıştım. Ama önünde oluşan yakıcı cehennemi hemen fark etti ve durdu.

Aralarındaki kanyonda bir şeyler fokurdamaya ve kaynamaya başladı. Birden büyük bir gaz çıkış ile ova gaz ve çamurumsu bir akışkan ile dolmaya başladı. Önündeki küçük diş kayalarının arasında hızlı bir şekilde mankurtlar ve Narangerel’in olduğu kısma doğru hücum etmeye başladı.

Mankurtlar da hareketlerini durdurmak zorunda kaldılar. Artık Narangerel ve mankurtları önüne katan dev bir ısı nehri vardı. Arkalarındaki alanın kapandığını görebiliyorlardı. Her mantıklı canlı gibi mankurtlar ve Narangerel akışın tersine doğru kaçmaya çalıştılar.

Ama onların göremediği şeyi biz Serikbolat’taki yüksek pozisyonumuzdan görebiliyorduk. Şu anda enine koştukları şey bir paralel değil çok yüksek ince bir üçgen idi. İleride bu iki güneş alanı birleşiyordu ve kaçacak hiçbir yer yoktu. Bu yüksek debili basınçlı akış ya onları sürükleyerek öldürecek ya da iki güneşin ışıkları onları yakarak yok edecekti.

Narangerel bir an durdu. Sanki hayatından vaz geçmiş gibi duruyordu. Kumanda odasındaki bizlerin kalbini hüzün kapladı. Aşağıya umutsuz arkadaşımıza bakarken birden o kendini büyükçe bir dişin arkasına attı ve makinelerle kendini yere kilitledi. Dişe çok yakın duruyordu.

Mankurtlar ise koşmaya devam ediyorlardı. Hayvani çeviklikleriyle hoplayarak zıplayarak inanılmaz bir hızlı koşuyorlardı. Ama kaçtıkları yerde bir çıkış yoktu.

Sonunda akış Narangerel’in olduğu noktaya geldiğinde birden yüksek basınçla dişin etrafından akmaya başladı. Zorlandığını ve yandığını görsek de yüksek basınç sebebiyle dişin arkasında alçak basınçlı bir alan oluşmuş, malzeme buraya nüfuz etmiyordu. Akışkan mekaniğinin yerel tatbiki bu akıllı kadın liderin hayatını kurtardı.

Kalan iki mankurt ölümlerine koşarken onlar için üzülmeden edemedim. Kendi inanmadıkları bir savaş için ikinci kez belki de zorla asker yapılmışlardı. Hayatları tehlikeye girdiğinde her canlı gibi davranıyorlardı. Bu yaralı bilinçsiz askerler böyle bir sonu hak etmiyorlardı. O anki düşmanlarımız için hissettiğim şey nefret ve zafer duygusu değil acıma ve üzüntüydü.

Hemen iki Çekirgeçle şimdi soğumuş olan akışkanın üstünden ince örümcek bacaklarımızla Narangerel’e ulaştık. Narangerel’i bulduğumuzda yarı baygındı ,orta derece yanıkları vardı ama yaşıyordu. Serikbolat’ı hızlı bir şekilde hareket ettirip tam gölge bir noktaya çektik. Ancak ondan sonra yaralılarımızla ilgilenmeye ve biraz sevinmeye vaktimiz oldu.

Narangerel’in iyi olduğundan emin olduktan sonra herkes biraz rahatladı. Gökmen yanıma gelerek omzuma dokundu.

“Mankurtlar gerçekten mankurtmuş ama yanımızda bir Tarkan olduğunu hesap edemediler.” dedi sırıtarak.

Prolog

Olaylar sonrasında ilk olarak kutlamalar vardı. Hayatta kalmış olmamızın kutlamalarını Nadaam festivali ile birleştirilince ortaya çok içilen ,çok gülünen ve çok şarkı söylenen bir ortam ortaya çıktı. Olaydan iki gün sonra Narangerel ayakta durabilecek ve kadeh kaldırabilecek haldeydi. Üç gün üç gece boyunca içildi, yenildi ve gülündü. Tüm yerler bayraklarla donatıldı. Beni onur konuğu olarak kabul ettikleri için hiçbir masadan en az üç bardak bir şey içmeden kalkamadım. Bu sırada çok fazla çalıştığım söylenemez.


Geriye dönememe daha bir ay var. Raporlarımı toparlayıp yolluyorum. İlk raporlarıma göre şirket baya bir ceza alacak hatta ilhak edilmekten son anda kurtulacak. Dersu Uzala’daki tüm ekipmanlar ve borçlarından zaten vazgeçtiler. Herhalde dört beş yurt ve ekipman alacak kadar da bir tazminat verirler. Dersu Uzala kampı böylece otonomlaştı. Kendi madenlerini çıkarıp satabilir durumdalar.

Taraf olan devletler zaten gazilerinin bu şekilde kullanılmış olmasına çok kızdılar. Üst düzey sorumluların da bazılarının kelleleri gitti. Uluslar bu gezegene daha çok asayiş ve kontrol sözü verdiler.

Öte yandan Dersu Uzala ileri gelenleri ile güney yarım küredeki Çin kampını ziyaret ettik. Bu orta Asya toplulukları garip oluyorlar. Adamların haberleri bile olmayan bir mahcubiyetten dolayı onların da borçlarını ödediler. Mankurtları onların yaptıklarını sandıkları için özel olarak özür dilediler. Sonunda belki de tarih kendini tekrar etmiyordur. Burada Kirpi üzerinde bir milletin doğuşuna bile şahit oluyor olabilirim.

Ben ise Kirpinin sivilleşmesine katkı sağlamak için kalıcı müfettiş olarak atandım. Gezegende daha fazla hastane ve askeri ekipman kalmış olabilir. Bunların bulunup etkisizleştirilmesi lazım.


Zamanımın çoğunu bu güzel insanlarla ovada ovaya gezinerek geçiriyorum. Bazen koridorda çocuklar yanımda geçerken neşeyle bir şarkı söylüyorlar. Şarkının adı “Çift güneş altında Mankurt ve Tarkan”. Beni o gün boyunca gülümsetmeye yetiyor. Sonrasında kafeteryaya gidip birinin bana bir içki ısmarlamasına izin veriyorum.

Müfetiş “Tarkan” Aybüke Sancak

29.10.2079

*Khoomei: Moğol gırtak şarkıları. Genelde doğal suyun akışı, rüzgarın esişi gibi temalar taklit edilir.

*Ovoo: Moğolların taşların yığmasıyla oluşan bir tür sunak

*Buuz: Moğol Mantısı

*Nadaam: Moğolların 3 etaptan oluşan en önemli festivalleri.

Oy kullanabilmek için giriş yapmalısın. Eğer üyeliğin yoksa buradan kayıt olabilirsin.

Hızlı Yazı Geri Bildirim Tablosu

İkonların üstüne getirerek anlamlarına bakabilir,tıklayarak geri bildirimde bulunabilirsiniz.Ayrıntılı açıklama için "Sembol Kütüphanesine" başvurun.Verilen puanlar geri alınamamaktadır.

  • Hikaye Temposu Düşük
    Hikaye Temposu Düşük
  • Yavaşla Biraz Dostum!
    Yavaşla Biraz Dostum!
  • Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
    Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
  • Hikaye fikir için fazla kısa
    Hikaye fikir için fazla kısa
  • Hikaye fikir için fazla uzun
    Hikaye fikir için fazla uzun
  • Tam zamanında!
    Tam zamanında!
  • Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
    Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
  • Detay Eksikliği
    Detay Eksikliği
  • Detay Fazlalığı
    Detay Fazlalığı
  • Güzel Ayrıntılar
    Güzel Ayrıntılar
  • Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
    Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
  • Ortalam fikir ama iyi uygulama!
    Ortalam fikir ama iyi uygulama!
  • Bıçak gibi keskin uygulama
    Bıçak gibi keskin uygulama
  • İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
    İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
  • Komik!
    Komik!
  • Güçlü Sembolizim
    Güçlü Sembolizim
  • Kör gözüne parmak
    Kör gözüne parmak
  • Gönderme Bağımlısı
    Gönderme Bağımlısı
  • Sağlam Kökler
    Sağlam Kökler
  • Zamansız
    Zamansız
  • Teknoloji Açıklama Kitapçığı
    Teknoloji Açıklama Kitapçığı
  • Derin ve Canlı Karakterler
    Derin ve Canlı Karakterler
  • Tek Boyutlu karakterler
    Tek Boyutlu karakterler
  • Stereotip Karakterler
    Stereotip Karakterler
  • Seçilmiş Kişi Sendromu
    Seçilmiş Kişi Sendromu
  • Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
    Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
  • Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
    Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
  • İlham verici
    İlham verici
  • Taze Fikir!
    Taze Fikir!
  • Sürükleyici!
    Sürükleyici!
  • Mükemmel bir Yolculuk
    Mükemmel bir Yolculuk
  • Fazla Düz Anlatım!
    Fazla Düz Anlatım!
  • Yaşanabilir Atmosfer!
    Yaşanabilir Atmosfer!
  • Bu Gezegende Yaşam Yok!
    Bu Gezegende Yaşam Yok!
  • Enteresan Burgular/Ayak oyunları
    Enteresan Burgular/Ayak oyunları
  • Fazla Tahmin Edilebilir
    Fazla Tahmin Edilebilir
  • Seri Üretim
    Seri Üretim
  • Tanrının Eli!  Deus Ex Machina
    Tanrının Eli! Deus Ex Machina
  • Umut Vadediyor
    Umut Vadediyor
  • Başyapıt!
    Başyapıt!
  • Kötü Fikir
    Kötü Fikir
  • Yakıt/Fikir Az
    Yakıt/Fikir Az

2 Yorum

  1. Cevapla

    Hikayenin Moğol tarihi ile harmanlanmış bir bilmkurgu işi olması oldukça alışılmışın dışı. Bu açıdan kendi değerinde. Okura bir merak saldırıp ”Bunlar ne yapıyordu acaba?” dedirten bir yanı var. Bu konudaki bilgiyi de detaylandırarak paylaşmaman veya metin içerisine açıklamamalar eklememen kanımca iyi. Açıklamalarla dolu metinleri sevmiyorum, detayları inceleyip incelememek biraz okurun seçimine kalmalı.

    Fakat hikayenin yoğun terimsel girişi okuru yakalamak açısından sıkıntılı bir durum. Bu hikayeye ”bunu bir okuyayım” diye kararlı başlamak lazım. Girişteki terimsel kalabalık buna ek olarak durağanlık ve bir de yaklaşık 12500 kelimelik bir metne giriyor olmak okuru buraya çekmeyi zorlaştırır. Terimlerden vazgeçemiyorsan hemen maceraya gir derim. SW Clone Wars gibi yapabilirsin.

    Ben olsaydım bu hikayeyi bölümlerle yayınlardım. Siteden ne kadar süreceğini kestirmek mümkün olmuyor. Bunu ben senin başka bir hikayenin hemen akabinde okumuştum. O gün mesela okumaya ayırdığım zamanı epey bir aştım.

    Bunlar haricinde çok güzel. Fikrinin kendi değeri var. Daha önce karşılaşılmamış konuları seviyorum. Ve tabii senin anlatımında en sevdiğim şey mantıksal hatalara imkan vermemen ve hayal gücünü rasyonel bir zemine oturtabilmen. Zaman zaman yerli bilimkurgu okuyacağım hevesi ile bir öyküye başlayıp kendimi büyülü gerçeklik veya fantazya içerisinde buluyorum. Böyle bir şeyle karşılaşmamak da beni bir okur olarak memnun etti. Ama tabii herkesin beklentileri farklıdır, bu da aklında olsun.

    Ellerine sağlık!

    • Cevapla

      Sonunda biri okumuş 🙂 Öncelikle teşekkürler.

      Bu hikayenin biraz terim yoğun olduğunu biliyorum. Harbici-bilimkurgu sınıfında olmasını ve biraz böyle olmasını ben istedim. Yakalamak istediğim ton Stainslaw Lem, Arthur C Clarke ve Kim Stanley Robinson tarzı birşeydi. Moğol kültürünü bilen okuru hedeflemekten çok, okurun moğol veya step kültürünü öğrenmeye heves etmesini istemiştim. Sonuçta bu bir sınav veya ödev değil insanları bilgiler stresse sokmamalı. Bu yüzden zaten bu kültüre aşina olmayan birinin seyahatnamesi gibi olmasını istedim.

      Şimdi hikaye evet 12k kelime ama başta kaç dakika da okunabileceği küçük harflerle yazıyor :D. Tam da bu yüzden hikayenin başında bunu koyuyoruz ki kimin neye girmek istediği bilinsin.

      Hikayeyi oldukça mantıksal çerçevede tutmaya çalıştım evet.B u konuda takdir görmek çok güzel.Her hikayenin herkes için olmadığı aşikar. Bu biraz daha yavaş okumayı, öğrenmeyi ve hayal etmeyi sevenler için yazdığım bir hikaye oldu. Birinci tekil şahıstan günlük olarak yazmakta baya zorlandım açıkcası. Bir daha o formatta yazmak istermiyim bilmiyorum :).

      Yorumlar için teşekkürler. Dikkate alacağım!

Yorum Yaz

Email adresin yayınlanmayacak.Required fields are marked *

Kullanabileceğin <abbr title="HyperText Markup Language">HTML</abbr> kodları: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.