TRANS
BÖLÜM 1
Gecenin siyahına bak, her şeyi nasıl da örtüyor. Tüm kötülükleri, savaşları, acımasızlıkları, yüreği yananları da örtüyor mu? Her gün aynı geceye bakıp aynı sabaha uyanmak her şeyin aynı olduğu bu dünyada ne kadar da sıradan böyle. Yakında güneş doğacak, açacak mı herkesin üstünü? Gösterecek mi tüm yapılan kötülükleri, görmezlikten gelmeleri?
Her şeyin bitmesi gibi sen de bittin şimdi. Neredeyse sabah olmuş. Erken kalkıp işe gitmem gerek. Yalnızlığın kötü yanı da bu ya; sana en yakın olanla hemen konuşmaya başlarsın, sigara olsan bile.
Bu alarm da neden böyle yüksek sesle çalar hep? Sıkıldım, değişiklik istiyorum. Her şey neden aynı, neden herkes aynı? Aynı yüzler… Her gün aynı şeyler… Yine açacağım gözlerimi yeni güne. Yeniden bakacağım aynaya; yalnızlığımla yüzleşeceğim. Hiç konuşmadan, dudaklarımdan tek kelime dahi çıkmadan hep yaptığım gibi hazırlanıp çakacağım evden.
Bugün hava yağmurlu. Şemsiyemi alsam iyi olacak. Neredeyse her yere yürüyerek giderim, bugün de aynısını yapacağım. Zaten şemsiyeler bir kişi için yapılmadı mı? Ben de onu uyguluyorum. Sahip olduğum her şey tek kişilik.
Evden dışarı adımımı attığım anda kapımın önünde biriken suya bastım farkında olmadan. Yeni pantolonumu ıslattı ve o anda üstümden geçen irice bir martı gözüme takıldı. Ben de diyordum kendi kendime: Kuş olsam uçsam, gidebilsem istediğim yere, gönlüm nereye isterse.
Ulan, kuş bile sıçmıyor üstüme! Kuşun pisliği bile sıyırdı beni. “Üstüne gelmesi şans” derler ama üstüme gelmediği için mi şanslıyım acaba? Bu hayat beni hep sıyırmıştır zaten. Tüm güzel şeyler teğet geçmiştir beni. Şu diğer insanlara bak; nasıl oluyor da böyle mutlu olmayı becerebiliyorlar? Yoksa birer maskeyle mi dolaşıyorlar etrafta?
“Hey Ferdi, bekle!” dedi hayallerimin kadını.
Aslında ben hep beklerim onu, her gün ona uyanırım ama bilmez o, pek de umursamaz beni. Neden seslendi bana?
“Hadi Büşra, işe geç kalmak istemem,” dedim biraz sert bir dille, o hızla bana yaklaşırken.
Büşra çok farklı biri benim için. O uzun siyah saçlarının ucu tıpkı sakin bir günde plaja vuran küçük dalgalar gibi. Hele o kahverengi gözleri yok mu? Bana bir bakıyor, dünya dönmeyi bırakıyor o an, her şey duruyor, zaman duruyor, akan sular duruyor, tüm dünya karalığa boğuluyor da geriye bir tek onun gözleri kalıyor. Seni burada yılarca bekleyebilirim. Açılamıyorum sana, duygularımı ifade edemiyorum. Gözlerine bakınca konuşamıyorum ama açılacağım bugün. Evet, evet, şimdi konuşmalıyım.
“Nasılsın Büşra?” dedim gayet yumuşak, titrek bir ses tonuyla.
“Asıl sen nasılsın doğum günü çocuğu? Nice yıllara!” dedi gülen gözlerle.
İçimden bir şey kopmuştu sanki o an. Beni hatırlamıştı. Bekli de önemsiyordu beni. Bana bu denli sıcak, sevecen davranan tek kişiydi bu dünyada.
“Hatırladın demek. Kimse hatırlamaz da.”
“Evet, tabii ki hatırladım. Sen benim için özelsin. Kaç yaşına girdin bakalım.”
“Otuz üç oldum,” dedim. Gülümsedim. Biraz daha yaklaştım ona.
“Hadi ben kaçtım Ferdi. İşe geç kalmak istemem. Tekrar görüşürüz,” dedi ve hızlı hızlı yürüyerek uzaklaştı benden, hayallerimden, gözlerimden.
Yine konuşamadım. Hep böyle oluyor. Her geçen gün daha çok geç kalmış oluyorum. Neden konuşamıyorum onunla? Konuşurken cümle kurmakta zorlanıyorum. Sanki bildiğim bütün harfleri, kelimeleri unutuyorum.
Hızlı adımlarla yürüyerek işime yetiştim. Monoton iş arkadaşlarım monoton hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyordu. Geldiğimi fark etmediler bile.
“Günaydın arkadaşlar,” dedim hepsine birden yüksek sesle. Bağırmış da olabilirim ve birçoğu duymadı bile; her gün olduğu gibi.
Sıkıcı bir gün daha başlasın. Monoton hayatım, monoton işim, merhaba!
Zaman da geçmek bilmiyor. Hadi akşam, ol artık. Masamda imzalanması gereken az sayıda evrak duruyordu. Birkaç parça evrakı elime aldıktan sonra ekmeğimizi, suyumuzu, maaşımızı veren, buradaki çoğu kişinin birazcık daha fazla para kazanmak için neredeyse altına yatacağı patronumuza; büyük insan, çalışanların gözünde neredeyse bir peygamber olan Furkan Bey Hazretleri’ne götürmem gerek. Acaba onun gibi patron olsam bana da saygı duyarlar mıydı?
Furkan Bey’in odasının önüne geldim. Kapısını üç kere çaldıktan sonra içeri girmemi söyledi hazret sert bir üslupla. Biliyordu çünkü çalışanlardan biriydi kapısını çalan. Birçok kez bizi “Sizden biri geldiğinde kapımı üç kez çalsın!” diye tembihlemişti.
“Buyurun Furkan Bey, bunlar evraklar,” dedim, çok ince işçilikle yapıldığı belli olan ve çok pahalı görünen iki tablonun önündeki masasında koca göbeğiyle, öylece, heybetli şekilde oturan Furkan Bey’e.
“Ahhh başım! Ferdi, ne yapıyorsun? Bunlar ne?”
“Efendim, bu evrakları imzalamanız gerekiyor. Siz iyi misiniz?”
“İyi sayılırım. Başım ağrıyor sadece. Dün akşam içkiyi biraz abarttım sanırım. Bana bir kahve söyle de şu evrak işine bir bakayım. Hadi, oyalanma!”
Bu da hep böyle yapıyor. Ben senin yardımcın veya başka bir şey değilim! Sadece sen patronumsun, ben de çalışanınım! Bu böyle olmamalı. Bunu da konuşmalıyım ama nasıl konuşacağım? Bu kadar pısırık, silik bir insan olursam böyle olur işte! Hayatım da karakterimle doğru orantılı gidiyor aslında. Sıkıcı bir iş, yalnız yaşıyorum, arkadaşım da yok gibi işte. Yaşıyor muyum? Bu dünyadaki görevim ne? Ne katıyorum bu dünyaya? Dünyanın benim yaşadığımdan haberi var mı?
Neyse ki akşam oldu ve çıkış vakti geldi. Yağmur durmuş, yürüyeceğim.
Eve giderken, yolumun üzerindeki, laciverte çalan mat tentesiyle hep dikkatimi çeken Mavi Su isimli kafe yine gözüme ilişti. İçeri girip bir kahve içeyim, dedim kendime. İşte yine oldu, hep oluyor; konuşacak kimsesi olmayınca kendi kendine konuşur durursun.
Kafeye girip hemen sağ tarafta, yolun kenarında olan iki sandalyeli boş masaya oturdum.
Garson yanıma geldi. “Ne istersin?” diye sordu kabaca.
“Bir sade kahve alacağım,” dedim ve beklemeye başladım. Yoldan geçen insanları izliyordum. Kimse kimsenin farkında değildi. Hep bir yerlere koşturmaca… Sürekli hareket halinde olan insanlar… Neden böyleydi?
Kahvem gelmiş, masada duruyor. Düşüncelere dalmışken fark edememişim. Bir yudum alıp bir de sigara yaktım. Yine en iyi arkadaşım sigaram oldu. Kahvem ve sigaram bittikten sonra hesabı ödeyip eve doğru yola koyuldum.
İşte yine aynı şeyler… Evdeyim, monoton hayatımdayım. Konuşamadığım, aklımdan geçenleri söyleyemediğim insanlar bana çok rahat şekilde istediklerini söyleyebiliyor. Bu durum sınırlarımı zorluyor. Onlar yapıyor, ben yapamıyorum. Yapmak isteyip de yapamadığım çok şey var hayatımda. Yapamadım, zamanında konuşamadım, hep erteledim hayatımı, yaşantıma kötü davrandım. Ya artık hayatım da beni ertelerse? Neler diyorum ya! Yalnızlık söyletiyor bunları bana. Sohbet edecek kimse yok etrafımda. Bir dostum yok. Olsun be! Yaşamak güzeldir her şeye rağmen.
İşte yine aynı gece. Elimde sigara. Ne kadar da yıldız var bu gece gökyüzünde. Yarın hava güzel olacak sanırım. Düşüncelerle dolu kafamla birlikteyim bu gece de.
* * *
Sabah alarm sesiyle uyandım yine. Yıkadım yüzümü. Hemen üstümü giyinip çıktım evden.
Hava yine yağmurlu, tahminim tutmadı.
“Ferdi, dur, bekle beni!” dedi Büşra ve o adımı söylerken nefesim kesildi.
“Ne oldu Büşra? Nefes nefesesin.“
“Eski sevgilim arkamda. Beni takip ediyor. Tehlikeli biridir. Ne yapacağı belli olmaz. Benimle beraber yürüyebilir misin?”
“Tabii, ne demek. Hadi yürüyelim. İstersen koluma girebilirsin.”
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. İlk defa ona bu kadar yakındım. Saçları nasıl da güzel kokuyor; bu, dünyanın en güzel kokusu olmalı. O güzel gözleriyle bana bakınca eriyorum; kelimeler boğazımda düğümleniyor, ne diyeceğimi bilemiyorum. Saçmalamaktan korkuyorum. Ya bir daha benimle konuşmazsa? Neden onunla konuşmuyorsun? Hadi, konuş! Söyle sevdiğini, gözlerinde kaybolduğunu… “Dünyada senin için varım” de, “Benim ol” de… Tamam, kelimelere dökeceğim hissettiklerimi; duygularımı söyleyeceğim. Ona bu kadar yakın olduğum an, onun benim olduğu an olmalı.
“Büşra, şey…” dedim titrek bir sesle.
“Efendim Ferdi?“
“Ben seni…”
“Hey, siz ikiniz!” dedi arkamızdan gelen bir yabancı. Tam da her şeyi söylemek üzereydim.
“Ne var! Seni aşağılık! Rahat bıraksana beni artık! Biz ayrıldık!” dedi Büşra bağırıp çağırarak.
“Benim olmazsan kimsenin olamazsın! Seni öldüreceğim!” Silahını Büşra’ya doğrultmuştu.
Ona bir şey olmasına izin veremem! O benim suyum, yaşama sebebim! O yaşamalı! Önümüzde daha uzun yıllar var. Onunla olan hayallerim, düşüncelerim, her şeyim… Gidemez benden öylece. Bir şey yapmalıyım.
“Büşra, geri çekil!” dedim ve öne atıldım hışımla.
“Bu benim davam Ferdi, sen karışma!” dedi Büşra ama arkamdaydı hâlâ.
Tam karşımda duruyordu ayıdan bozma o insan bozuntusu. İri yapısı, neredeyse iki metreye varan boyu ve kel kafasıyla karşısında duran herkesi ürkütecek cinstendi. Böyle güçlü mü görünmek gerekiyordu Büşra’yı elde etmek için? Ama korktuğumu belli etmemeliydim. Belki bu şekilde Büşra’yı etkileyebilirdim.
“Bana bak ulan, kim olduğunu bilmiyorum ama Büşra’yı rahat bırak!“ dedim kaşlarım çatık ve bağırarak.
“Bırakmazsam ne olacak! Geri çekilmezsen önce seni harcarım!” Silahını bana doğrulttu.
Sıkamaz ama. Yapamaz. İnsan öldürmek öyle kolay mı? Yağmur da şiddetlendi. Gökyüzü bana mı ağlıyormuş kaç gündür? Şimdi yapamazsam…
“Büşra’yı istiyorsan önce beni geçmelisin! Erkeksen sık! Hadi! Hadi!”
PATTT!
Sıktı.
Kurşunun sesini duyabiliyorum. Üzerime gelen mermiyi görebiliyorum.
Her şey neden bu kadar yavaş? Hareket edemiyorum.
Çok yaklaştı. Sanırım son saniyelerim.
Daha Büşra’ya söyleyemedim bile onu ne kadar sevdiğimi.
Tenime temas etti, acıttı biraz bu.
O da ne? Bu yıldırım benim üzerime geliyor. Yıldırım mermiden daha hızlı, sanırım çarpılacağım.
Böyle mi ölecektim? Elveda dünya! Sana bir şey katamadım, üzgünüm. Sen de şimdi üzerinde yaşayan bu aciz insanı öldürüyorsun.
Yıldırım tam tepemde, mermi de göğsümü delmek üzere…
BÖLÜM 2
Neredeyim ben? Öldüm mü? Burası cennet mi yoksa? Burası neresi? Neredeyim? Ama bu el benim değil. Benim göbeğim de yoktu; bu nasıl oldu? Ben kimim? Bunu söyleyebilecek kimse yok mu?
Ben bu tip düşüncelerin arasındayken bir kadın girdi içeri.
“Kocacığım, günaydın. Hadi kalk, sana süper bir kahvaltı hazırladım,” dedi yanıma sokularak.
Bu kadın da kim? Onun kocası mıyım? Ölmedim mi? En son ölmek üzereydim. Bu nasıl olur? Bu vücut bana ait değil. Banyo nerede? Yüzüme bakmalıyım.
Yatak odasından çıkıp hemen yan tarafındaki kapıyı açtım. Evet, burası banyoydu. İçeri girip aynaya baktım.
Ama?
Karşımdaki yansıma patronum Furkan Bey’e ait. O mu oldum şimdi? İyi de nasıl olur bu? Bir açıklaması olmalı. Ölmem gerekmiyor muydu?
“Hadi Furkan, seni bekliyorum,” dedi içerideki güzel kadın nazik bir ses tonuyla.
“Tamam, geliyorum,” diye seslendim, ne yapacağımı bilmeden.
Madem durum bu. Ben de Furkan olurum.
Oh mis! Kahvaltı çok güzel görünüyor. Ulan Furkan, ne şanslı adamsın! Karın da güzel hatunmuş. Niye ofise hiç getirmediğin belli oluyor.
“Günaydın,” dedim ve kaldım öylece. Ona ne diye hitap etmeliydim?
Adı ne bu kadının? Ne diyeceğim ona? Furkan ne diye seslenirdi ki? Ne diyecek? Canım, cicim işte, ben de öyle diyeyim bari.
“Hayatım, nasılsın bu sabah?”
“İyiyim de… Sormazdın hiç… Sabah sabah böyle, şaşırdım bir an.”
“Aman, neyse… Eee, anlat, ne var ne yok?”
Ne diyorum ben ya? İnsan karısıyla ne konuşur ki? Her şeyini biliyor olmam lazım, bir şey de soramam. İşe gideyim en iyisi, orada düşünürüm biraz.
“Hayatım ben çıkıyorum, işe geç kalmayayım. Kahvaltı çok güzel olmuş, eline sağlık, teşekkür ederim.”
“Ne diyorsun sen ya? İyi misin bugün?”
“İyiyim. Hem de çok iyiyim.”
Donuk bakışlarla bana bakmaya devam ediyordu, ne yapacağımı bilemedim. “Hadi ben çıktım.”
“Dur, arabanın anahtarlarını almadın. Seni şaşkın. Ne yapayım akşam yemeğine?” dedi ve o güzel kırmızı dudaklarını yaklaştırdı bana.
“En sevdiğim yemeği yap hayatım, hadi görüşürüz,” diyerek hızla çıktım evden, nereye gideceğimi bilmeden. Elimde araba anahtarı vardı. Kapının önüne gelip açma düğmesine bastım ve sinyal gelen arabanın önüne gittim.
Arabam da güzelmiş. Ey gidi Furkan Bey, ne güzel yaşıyorsun böyle! Artık bu güzel hayatın sahibi benim! Kimliğime bakayım, kaç yaşındaymışım? Otuz dört. Vay be! Benden büyüksün bir yaş. Dur bir dakika! Ben otuz dört yaşındayım, ben Furkan’ım, buna alışsam iyi olur.
Göz alıcı siyah rengiyle bakan birinin tekrar dönüp bakacağı son model spor arabama atlayıp iş yerime gittim.
“Arkadaşlar, günaydın,” diyerek girdim iş yerime.
“Günaydın Furkan Bey,” dedi çalışanlar güler yüzle. Ayağa kalktı hepsi. Saygıyla selamladılar beni. Bu, muhteşemdi.
Eski masama doğru yürüyordum ki bana biraz da şaşkınlıkla bakan gözleri fark ederek hatırladım: Ben Furkan’ım! Kendime ait bir odam var! Hemen dönüp odama yöneldim.
Oda bu kez pek de güzel gelmedi gözüme nedense. Simetrik olmayan iki tablo, gıcırdayan bir kapı, beyaz tavan ve bej renkli halı ile süslenmeye çalışılmış bir yer.
“Furkan Bey, günaydın, çayınızı getirdim,” dedi ofisimizin alımlı, sarışın sekreteri Burcu.
“Sağ ol Burcu Hanım, niye zahmet ettin, ben alırdım,” dedim şaşkın bir ifadeyle.
“Aman efendim, her sabah getiririm ya size çayınızı. Siz söylemiştiniz bana ‘Geldiğim anda çayım da gelsin’ diye. Yanlış bir şey mi yaptım yoksa?”
“Yok Burcu. Her şey öyle güzel ki… Gidebilirsin.”
Ne güzelmiş patron olmak. Masamın karşısındaki duvarda asılı kocaman televizyonu gördüm. Daha önce fark etmemiştim. Açtım hemen, belki benimle ilgili bir haber vardır.
“Bu sabah saatlerinde bulunan cesedin Ferdi Akyol isimli, otuzlu yaşlarda bir erkeğe ait olduğu verilen bilgiler arasında. Kesin ölüm nedeni yapılacak otopsinin ardından belli olacak. Ferdi Akyol’un ulaşılabilecek herhangi bir yakının bulunmaması gerçekten de üzücü bir durum sayın seyirciler…”
Aaa! Bu benim! Ölmüşüm demek ki! Bu bedene nasıl girdim peki? Ölmüş olmam lazım. Ölmek böyle bir şey mi yoksa? Neyse ya! Boş ver! Ben şimdiye bakarım. Ferdi öldü, artık Furkan var. Yeni ve heyecan dolu süper bir hayat beni bekliyor. Bunun keyfini çıkaralım biraz.
Bir saat kadar odamda oyalandıktan sonra çıktım oradan.
“Arkadaşlar, biraz rahatsızım, eve gidiyorum, bugün dönmeyeceğim,” diyerek çıktım ofisten.
Hepsi aynı anda ayağa kalktı, onlar için otomatik bir hareketmiş gibi.
Dar ve ince koridordan hızla geçip arabama yöneldim. Hemen eve, karıma gitmeliyim. Özel zaman geçireyim biraz. Daha önce hiç kız arkadaşım olmadı. Konuşamazdım kızlarla. Artık konuşabilirim ve bir karım var!
Arabam da kaymak gibi gidiyor yolda. Ne kadar da şanslıyım. Güzel bir karım ve harika bir arabam var.
Kırmızı ışıkta durmuştum. Yanıma kilolu bir çingene kadın yanaştı, çiçek satmaya çalışıyordu.
“Bir gül ver bakalım,” dedim ve sonrasında da hızla karıma, yeni evime doğru tekrar yola koyuldum.
“Karıcığım, ben geldim. Özlemine dayanamadım, çıktım geldim. Sabah biraz garip davrandım, beni affet, bu gülü sana aldım,” dedim bir çırpıda. Çok sevinçliydim ve gülümsüyordum.
“Teşekkür ederim sevgilim. Beni şaşırtıyorsun.”
“Karıcığım, seni çok özledim,” dedim neşeli fakat aç gözlerle ona bakarak.
Gözlerim vücudundaydı. Her yerini süzüyordum. İştahlı iştahlı bakıyordum ona. Bu tadı hiç tatmamıştım. Hemen sert bir şekilde tutup attım yatağın üstüne.
* * *
Neden daha önce yapmadım böyle bir şeyi? Dünyada hiç kimsenin görmediği farklı bir rengi görmek gibi, tarif etmek güç. Bundan sonra böyle rahatsın Ferdi… Hayır, ben artık Furkan’ım! Buna alışmam gerek.
“Karıcığım, çok iyi geldi bu. Bugün için teşekkür ederim, beni mutlu ettin. Şimdi izninle, dışarı çıkmam gerek, biraz işim var. Görüşmek üzere hayatım,” dedim ve üstümü giyinip çıktım hemen evden.
O kafeye bir de Furkan olarak gideyim de bir kahve içeyim, diye düşündüm. Kafenin lacivert tentesinin altında duran üç sandalyeli, üzeri cam masaya geçip oturdum.
Garson hemen yanımda bitti. “Hoş geldiniz Furkan Bey. Kahveniz hemen geliyor,” dedi.
Vay, Furkan’a bak sen! Neyse, gelsin kahvem, artık ne yapalım. Bir şey eksik ama ne? Sigara! Sigara! Sigara içmiyorum. Canım istemiyor hiç. Bir koca gündür içmiyorum neredeyse. Yeni hayatımda ilk günümü doldurmak üzereyim. Ben Furkan’ım ve Furkan sigara içmiyor. Ferdi içiyordu. Nasıl oluyor da geçmişimi hatırlayabiliyorum ama Furkan’ın davranışlarını da şaşırmadan uygulayabiliyorum? Beynim Furkan gibi, hislerim Ferdi gibi çalışıyor. Nasıl oluyor da hâlâ yaşıyorum? Nasıl nefes alabiliyorum? Düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu, Tanrı’nın bana bir hediyesi mi yoksa sadece çok mu şanslıyım? Sanırım hayattaki tüm şansımı o an kullandım. Başka ne olabilir ki?
Yan masadaki yaşlı adamdan istesem mi bir sigara? Bir de güzel içiyor ki… Nasıl özendim şimdi. Sarı saçlı, altmışlı yaşlarda görünen, siyah çerçeveli kemik gözlük takan, hafif iri yapılı, biraz kamburu olan bu beyefendi güvenilir birine benziyor. Ondan isteyebilirim.
“Beyefendi, merhaba, bir sigaranızı alabilir miyim izninizle?”
“Tabii, buyurun.”
“Teşekkür ederim beyefendi. Siz iyi birine benziyorsunuz. Tanışalım. Ben Furkan. Sizin isminiz nedir?”
“Klark ben. Alman vatandaşıyım. Üniversitede çalışıyorum.”
“Bay Klark, tanıştığıma memnum oldum. Ben masama geçeyim, kahvem gelmek üzeredir. Görüşmek üzere.”
Yanılmamışım, kahvem gelmiş.
“Hey, garson! Ateşini ver bakayım!”
Of be, özlemişim! Ciğerlerimin yanışını, nikotinin neredeyse tüm damarlarımı dolaştığını duyar gibiyim. Ama şu öksürük olmasa… Furkan ilk defa içiyor sanırım.
Eski evime doğru yol alayım. Oradan da adli tıbba uğramak lazım. Bakalım ne var ne yok. Ferdi’yi nereye defnedecekler? Gideyim de cesedimi ziyaret edeyim.
Masaya, kahve bardağının altına, cüzdanımdaki en büyük parayı sıkıştırdıktan sonra arabama binip cesedimi bulmaya gittim.
Sakin sakin arabamla giderken kaldırımın solunda ilerleyen iri yapılı biri dikkatimi çekti. Katilime ne kadar da benziyor böyle. Bir dakika! Bu gerçekten de benim katilim! O iri yapıyı ve kel kafayı nerede görsem tanırım. Bu ayı nasıl yakalanmadı bu saate kadar? Takip etsem iyi olacak.
Az ilerideki bir ara sokağa girdi. Oraya araç girmesi yasaktı. İndim ve yürüyerek takibe başladım. Aramızda yirmi metre kadar vardı ama mesafeyi epeyce kapadım. İri yarı adam birden durup arkasına baktı ve hızla bana yöneldi. Kaçamadım. Derdi neydi acaba? Bir eliyle boğazıma yapıştı.
“Ne var ulan ayı!” dedim zar zor.
“Paramı ver! Ödememi yap!” dedi.
Neden bahsediyordu bu? Ne ödemesi?
“Sen vur dedin, vurdum! Doğru kişiyi vuramasam da ateş ettim! O aptal karşıma çıkmasaydı iş tamamdı. Bana para lazım. Paramı ver!”
Anlaşılan şimdi de katilime beni öldürdüğü için ödeme yapacaktım. Bu kadar ucuz biri olamazdım.
“Kaybol buradan! Yok, para falan! Ödeme de yok! Benden sana para çıkmaz. Şu an elimden gelse kafana sıkardım. Şimdi defol git buradan!” dedim.
Bir yandan da düşünüyordum: Furkan niye birini öldürtsün? Ne istiyor Büşra’dan? Neden onu öldürtmek istiyor?
Sözlerime dayanamayan ayı boğazımdaki elini daha da sıktı. Nefes alamıyordum. Gözlerim kararmaya başladı. Bilincimi kaybetmek üzereyim. Sanırım öleceğim; bir kez daha!
Buraya kadarmış. Hayatın bana güzelliği, bir gün fazladan yaşamakmış. Elveda dünya!
Aynı kişi tarafından ikinci kez öldürülüyordum…
BÖLÜM 3
Nefes alabiliyorum. Hayattayım. Ama o da ne? Ellerim? Ellerim Furkan’ın boğazında! Boyum da uzamış. Olamaz! Olamaz! Şimdi de katil oldum! Ferdi ve Furkan’ın katili olan bir bedene hapsoldum! Kusura bakma Furkan, kaçmak zorundayım! İyi kötü saatlerimiz oldu seninle. Gitmeliyim ama nereye? Nerede yaşar bu ayı?
Hemen hızla uzaklaştım oradan. Seri adımlarla başka bir sokağa girip yürümeye başladım. Karşıdan bir kadın geliyordu. Gören herkesin dikkatini çekecek, yüksek topuklu kırmızı ayakkabı giymiş, açık sarı saçlı, yürüyüşü kadınlarınki kadar nazik olmayan, epeyce açık giyimli hoş bir kadındı. Bana dikkatle bakıyordu. Beni tanıyor olmalıydı. Neredeyse burun buruna geldik. Yanımdan geçerken bana göz kırptı ve gitti, uzaklaştı oradan. Furkan’ın cesedinin bulunduğu sokağa sapmadı neyse ki. Böylece cesedi de görmedi.
Ben kimim? Adım ne? Elimi üzerimdeki mavi renkli eski kot pantolonun arka cebine attım, cüzdanını elime aldım. Kimliğime bakacağım. Kim olduğumu, adımı soyumu bilmeliyim.
İsmim Umut. Otuz yedi yaşımdayım. Bir katile, insanların umudunu söndüren bir pisliğe göre ne kadar saçma bir isim! Nefret ediyorum bu bedenden! Neden bunun içindeyim? Neden uzaklaşamıyorum bu çevreden? İçine girdiğim insanların bilinçlerine ne oldu, nereye gittiler? Kafamda cevap bulamadığım sayısız soru. Nereye kadar devam edeceğim böyle? Daha ne kadar bu bedende kalırım? Hiçbir şeyi bilmiyorum. Uzaklaşmalıyım bu çevreden, insanlardan; yalnız kalmalıyım.
Ferdi’yi özlüyorum. O yalnızlığımı, dinginliğimi, sade yaşamımı, monotonluğumu, sıkıcı hayatımı geri istiyorum. Sıkıldım bu hareketlilikten, sürekli koşturmaktan; bana göre değilmiş.
Ne kadar da terledim böyle. Üzerimdeki gri tişört ıslanmış. Sanırım fazla kilodan bunlar. Koşamıyorum da. Hem nereye gideceğim ki? İntihar mı etsem acaba? Ya bir daha gelemezsem dünyaya? Ya bir daha göremezsem Büşra’yı? Evet, Büşra! O nerede şimdi? Ne yapıyor? Ona ulaşmam gerek ama onu öldürmeye çalışan bir katil olarak bunu nasıl yaparım? Belki anlatırsam anlar. Ne saçmalıyorum? Kim inanır buna, bu olanlara? Çocuklara anlatılan masallar bile daha gerçekçi.
Nasıl bir hayat yaşıyorum ben? Kimin hayatını yaşıyorum? Ferdi’den kalan bir şeyler var beynimde; onu mu yaşamalıyım? “Ben Ferdi’yim” mi demeliyim? Yoksa devam mı etmeliyim Umut’un hayatına? Yanıt bulamıyorum.
İçine girdiğim bedenlerde yaşayan insanlara ne oldu? Neyi yaşıyorum ben? Herkes mi yaşıyor bunu? Yoksa ölüm diye bir şey yok mu? Sadece beden değiştirmek mi var? Ya da sadece bana bahşedilen bir şey mi bu? Umut’un bedeninde ne kadar kalacağım; ölene kadar mı? Tekrar gelecek miyim dünyaya? Gelemeyeceksem, gidip Büşra’yı bulsam iyi olacak.
Cesedi epey bir arkamda bıraktıktan sonra güneşin varlığını hissettiğim açık bir alana vardım. Gözlerim kamaştı.
Büşra’nın evini hatırlıyorum; yirmi yedinci sokakta, sağdan sekizinci ev. Gidip görmeliyim onu. Bu hayattaki tek gerçekliğim o. Diğer her şey sahte, her şey yalan!
Güneşin yüzüme vurduğu caddede Büşra’nın evine doğru yürüdüm. Çok geçmeden oraya ulaştım. Balkonunu görebiliyordum.
Üçüncü katta kalıyordu ama daire numarasını hatırlamıyorum. Aslında bilmiyorum demek daha doğru. Hiç evine çıkmadım ki. Nerden bileceğim?
Camı kapalı. Perdesi örtülü. Evde değil sanırım. Onu bulmalıyım. Bir kere de olsa görmeliyim.
Polis arabalarına özgü siren seslerini duydum. Sanırım Furkan’ı buldular. Buradan uzaklaşsam iyi olacak. Seni bugün de göremedim Büşra.
Şehir merkezinden uzak bir yere gitmeliyim. Üniversiteye giden yolda bir baraka var diye hatırlıyorum. Fakat hiç üniversiteye gitmedim ki. Nasıl hatırlıyorum bunu?
Biraz ileride durak var. Bekleyen otobüsün üzerinde “üniversite” yazıyor. Sanırım buna bineceğim.
Hemen araca bindim. Cebimden çıkardığım tüm bozuk paraları şoföre verdikten sonra arkadaki boş bir koltuğa oturdum. Olup bitenleri tekrar düşünmeye başladım. Aklımdaki sorular yanıtsız kalıyor ve beni bir hüzün kaplıyordu. Bir yandan da Bu cüssedeki biri ağlarsa millet ne tepki verir, diye düşünüyordum ama kendimi tutamadım, ağlamaya başladım. Peki, bu kadar duygusal olan Ferdi miydi, Umut mu?
İneceğim yere gelince otobüsü ağır adımlarla terk ettim. Eski ahşap barakaya doğru yola koyuldum.
Orada kimse var mı? Kiminle karşılaşacağım?
Bu düşüncelere rağmen hislerim beni buraya getirmişti. Kapıyı itip içeri girdim. Çıkan gıcırtı sesi ürküttü beni biraz.
İçeride biri vardı. Yattığı yıpranmış koltuktan kalkmadan konuşmaya başladı. “Parayı aldın mı?”
“Ne parası?” diye çıkıverdi ağzımdan.
“Para işte!” dedi öfkelenerek. Ayağa kalktı. Kaslı ve güçlü görünüşü iyice gün yüzüne çıktı. “Furkan’dan parayı aldın mı?”
“Yok,” dedim. “O öldü. Ben öldürdüm. Bir cinayet daha işledi bu eller.”
“Ben gidiyorum! Sen bak başının çaresine!” dedi ve gitti.
Bu da kimdi şimdi?
İçeriye geçtim. Koltuğa oturdum.
Dinleneyim biraz.
Olanları düşünürken uykuya dalmışım.
BÖLÜM 4
Burası da neresi? Her tarafta ışık var. Önümü görmekte zorlanıyorum. Ve ellerim… Ellerimi göremiyorum. Neredeyim ben? Sadece ışık var.
Neredeydim? Yan tarafta Furkan’ı gördüm; öylece bekliyordu. Derken Umut’u fark ettim ve yan yana sıralanmış daha nice insan. Sadece yüzleri belirgindi. Sessizce bekliyorlardı.
Ben de buradaydım. Onların arasında bir ışıktım sadece. Bir noktaydım bu arafta. Evet, araftayım! Herkesle birlikte bekliyorum. Fakat benim farkım ne? Herkes buradayken ben neden tekrar tekrar dönüyorum dünyaya? Neden farklı hayatlar yaşıyorum? Ne anlamam gerek bundan? Ne anlatılmaya çalışılıyor bana?
Bir anda korkuyla açtım gözlerimi. Fakat o da ne? Kim olmuştum ben? Umut değildim. Kendimi çok güçlü hissediyordum. Kollarım ve vücudum çok iyi görünüyordu. Fakat hislerim vücudumun tam tersiydi. Neden böyle hissediyordum? Darmadağın olmuş düşüncelerime ve içimi kaplayan ölüm arzusuna engel olamıyordum. Yüksek bir binanın tepesinde düşmeye ramak kala yakalanmıştım. Bu bedene şimdi ne olacaktı?
Kim olduğumu öğrenmek istiyorum. Dengemi kaybettim. Düşeceğim. Sanırım tekrar öleceğim. Bu sefer düşerek, parçalanarak. Kim bu beden? Neden bu bedendeyim şimdi de?
Ayaklarımın ileri attığı adıma engel olamadım. Hızla yere düşerken gökdelenin camında kendimi gördüm. Bu, barakadaki kişi. İntihar eden o. Tam da o anda mı yakalandım bu bedene?
Kafa üstü çakılacaktım ve yere o kadar hızla düşüyordum ki bu çok heyecanlıydı. Beynim parçalanacaktı. Hissedecek miydim acıyı?
Kaldırım taşlarını görebiliyordum. Yere çakılmama birkaç metre kala Büşra’yı gördüm. Düşüşümü izliyordu korku dolu gözlerle.
Ve aynı anda başımın kaldırım taşına çarpmasını hissettim.
Bu ne tarifsiz bir acı! Canım çok yandı. Kafatasımın kırılma sesini duyabiliyordum…
BÖLÜM 5
Hâlâ biraz canım yanıyor. Ne yapıyorum ben? Dizlerimin üstünde duruyorum. Ellerim yerde. Kedi, köpek falan mı oldum bu sefer?
Kafamı kaldırıp karşıda duran soluk kahverengi çerçeveli aynaya baktığımda önce gözlerimi gördüm, sonra saçlarımı. Uzun sarı saçlarım vardı. Yüzümü gördüm. Kadın mı olmuştum? Evet, Umut’un bedeninde Furkan’ı öldürdükten sonra ara sokakta gördüğüm o kadın olmuştum.
Sevişiyordum. Arkamdaki erkeği aynadan gördüm. Tam da ilişki sırasında bu bedene girmiştim. Kadın olmak, sevişmek böyle bir duygu mu? Hiç anlatılanlar, yazılanlar gibi değil. Erkekten on kat fazla zevk almak diye bir şey yokmuş meğer yalanmış onlar.
İleri geri gidiyordu bir şey. Çok sertti ve canımı yakıyordu. Elimi önüme attım ve… O da ne öyle? Ben de erkeğim! Ama nasıl bir şey bu böyle? Kadın değil erkeğim ve sevişmede bir kadının rolünü üstlenmiş durumdayım. Bunu kendime, gururuma yediremedim ve ittim arkamdakini.
Çok sinirlendi. Pis pis baktı bana. “Parasıyla değil mi ulan fahişe! Ne yapıyorsun sen! Parasını peşin almayı biliyorsun! Yat şuraya, işim daha bitmedi!” dedi.
Dayanamadım ve elimi sıkıp sağ gözünün altına tüm gücümle bir yumruk attım.
Geriye doğru sendeledi, sonra kendini toparladı ve bana dönüp “Ulan kaşar, senin ölümünü kimse umursamayacak!” dedi. Sağ elini arkasına attı, silahını çıkardı, bana çevirdi ve sıktı.
İkinci kez silahla ölecektim. Çok acıtmıyordu, biliyordum. İlkinde canım fazla yanmamıştı.
Üzerime gelen mermiyi görebiliyordum. Göğsüme doğru geliyordu.
Derken adam bir kez daha sıktı. İki mermi de üstüme geliyordu. Bu benim son ölümüm olabilirdi. Belki de bir daha gelmezdim dünyaya. Bilmiyordum. Sonum böyle mi olacaktı?
İlk mermi soluma, kalbimin hizasına saplandı. İçeri girişini hissedebiliyordum. Canımı yakmıştı bu sefer.
Ve kalbime ulaştı.
Kalbimin patladığını hissettim…
BÖLÜM 6
Gözlerimi ağır ağır araladığımda dikkatimi ilk çeken önümdeki masanın sağ köşesinde duran küllük ve yanar vaziyetteki sigara olmuştu. Ellerime baktığımda yaşlılıktan buruşmuş bir deri gördüm. Küçük bir cep aynası vardı soldaki mavi tükenmez kalemin yanında, elime aldım. Yüzüme bakacaktım. Gördüğüm kişi, kafede sigara aldığım ihtiyar adamdı.
Kimliğime bakayım da kim olduğumu öğreneyim, diye düşündüm bir kez daha. Elimi ceketimin iç cebine attım. Cüzdan buradaydı. Kimliğimi çıkardım içinden. İsmim Jan Klark. Astrofizik mühendisiyim. Almanya vatandaşıyım. Sanırım bu üniversitede çalışıyorum.
Masada duran kâğıtlar gözüme çarptı; el yazısıyla doldurulmuş birkaç sayfa vardı. Alıp okumaya başladım:
Dünya, uzay ve evrene dair teorim:
Evrende her şey atomlardan oluşuyor. Her element, her madde birtakım atomların bir araya gelmesiyle oluşmakta. Teorime göre, biz bir atomun parçasıyız; yaşadığımızı varsaydığımız bu evren, galaksimiz ve güneş sistemimiz, hepsi, her şey… Dünya’nın atomun etrafında dönen bir elektrondan ibaret olmadığını kim söyleyebilir? Güneş’in de atomun merkezindeki proton ve nötrondan ibaret olmadığı kanıtlanabilir mi?
Evrenimiz bir atom ve onun gibi sayısız atom, yani evren var. Dünyamız bir elektron olabilir. Çekirdeğin etrafında hızla dönmektedir. Bu hız, zamanı ortaya çıkarmaktadır. Bizim elektronumuzla birlikte doğan ve hareket eden başka bir Elektron Dünya’nın içinde de biz yaşamaktayız. Farklı hayatları farklı biçimlerde yaşamaktayız. Yol ayrımında diğer yolu seçmiş bir sen var orada; kaderin sunduğu diğer yolu seçen bir sen.
Çoklu Evren Teorisi
Jan Klark
Doğru söylüyor olabilir ama sonuçta yazdığı şey bir teori ve kanıtlanması imkânsız gibi. Bu teorinin yazarı Klark bir bilim adamı ve ölmeden önce okullarda tartışılan bir eser bırakmak istemiş sanırım.
Evet, şimdi ne yapacağım? Yaşlı biri oldum artık.
Sahip olduğum beyne bakılırsa zeki bir insanım; hayattaki birçok şeyin cevabını bulabilirim.
Yaşadığım her şeyi, her olayı düşünmeliyim. Umut, Büşra’yı vurmak isterken beni vurdu ve Furkan oldum. Furkan öldüğünde Umut, Umut öldüğünde barakadaki adam, o da öldüğünde bir travesti ve şimdi de bir astrofizik mühendisi oldum.
Bu, hayatın bana sunduğu bir bilmece mi? Çözmem mi gerek? Umut neden Büşra’yı vurmak istedi? Nasıl bir geçmişleri vardı?
Sahi… Hiç gençleşmedim, her bedende biraz daha yaşlandım. Belki de bu son bedenim.
Ne zaman öleceğim? Son zamanlarım mı bu saniyeler?
Sol kolum uyuşmaya ve kalbim acımaya başladı. Eyvah! Cevap bulamadığım sorularla ebediyen gideceğim bu dünyadan!
Sağ elimi kalbime götürdüm. Sanırım kalp krizi geçiriyordum.
Aklımdan geçen son şey Büşra oldu. Neredeydi? Onu görmek istiyordum…
BÖLÜM 7
Son nefes…
Nefes alabiliyorum. Hayattayım. Bir hastanede olduğumu tavandaki loş ışıktan anladım. Gözlerimi açtığımda karşımda duran kişiyi aşırı derecede miyop olan gözlerimle zar zor seçebildim.
Büşra’ydı ve ağlıyordu. Gözlerinden hiç durmadan yaşlar akıyordu. “Sen de gitme benden!” diyordu.
Neler oluyordu?
Büşra, “Baba!” dedi bana çok acıklı bir sesle.
Öylece kalakaldım. Hiçbir şey düşünemedim. Gözlerine bakakaldım. Onu görüyordum, kokusunu duyuyordum fakat bana “baba” diyordu.
Ah hayat, yine yaptın bana yapacağını, diye düşündüm. Bana istediğim gibi Büşra’yı göstermişti ama babasının gözlerinden ve son saniyelerini yaşayan biri olarak. Artık daha da yaşlıydım.
Büşra, “Baba, çok kötü şeyler yaptım,” dedi. “Bir cinayete sebep oldum. Sevdiğim adam öldü. Hayattaki tek varlığım olan sen de gidiyorsun şimdi.”
Tıkanarak ve çok zor konuşarak da olsa “Kim senin sevdiğin adam?” diye sordum.
“Furkan,” dedi inleyerek. Gözyaşları içinde anlatmaya devam etti. “Furkan evliydi ama beni çok seviyordu baba. Ben de onu çok seviyordum. Günlerimin çoğunu onunla geçirirdim. Birçok kez birlikte olduk, beraber yaşadık. Onunla çok şey paylaştım. Karısından ayrılacak ve benimle yaşayacaktı ama yapamadı. Ayrılamadı karısından. Bir gün başka bir adamla tanıştım. Serseri tipli, iri yarı biriydi. Tam Furkan’ın zıddıydı. ‘Onunla olursam Furkan’ı daha kolay unuturum’ diye düşündüm ama olmadı, ilişkimiz çok kısa sürdü. Sonradan öğrendim ki Furkan ilişkimiz bitince her şeyi karısına anlatırım diye korkmuş, benden kurtulmak istemiş, yeni sevgilim de bunun için tuttuğu kişiymiş. Her şey ayarlanmış yani. Neyse ki işler Furkan’ın planladığı gibi gitmedi. Biri beni kurtardı.”
Sözünü kesmeye çalıştım. İnsanın elini kaldırması ne kadar zor olabilirdi ki? Neredeyse tüm gücümü kullanarak isteğimi yaptım ve titreyen parmaklarımla Büşra’nın dudaklarına dokundum. Benim hakkımdaki fikrini öğrenmeliydim. Güçlükle “Ferdi?” dedim.
Bir an bana ‘o ismi nereden biliyorsun’ der gibi baksa da bir şey sormadı. “Evet, o, Ferdi,” dedi. Gözyaşları içinde devam etti. “Ferdi hayatımı kurtaran kişi ve benim için neden kendi canını ortaya koyduğunu anlayamadım. Onu öldürdükten sonra Umut nasıl yakalanmadan saklanabildi, onu da bilmiyorum. Baba, bildiğim tek şey var ki Ferdi aslında…”
Bu kez elimi daha hızlı kaldırmayı başarıp onu susturdum. Ferdi hakkındaki düşüncelerini artık bilmek istemiyordum. Parmağım dudaklarında, öylece durdum.
Tamam, artık gidiyordum bu dünyadan. Büşra’nın hayatında iz bırakan herkesin hayatını yaşamıştım. Anlamıştım ki hiç kimse Ferdi kadar temiz değilmiş ve hiçbiri onun kadar saf sevmemiş.
Gözlerimi açıp kapatırken çok zorlanıyordum. Zamanımın tükendiğini hissedebiliyordum.
Son kez nefes aldım ve Büşra’nın gözlerine bakarak son kelimelerimi söyledim.
“Seni seviyorum.”
SON
Hızlı Yazı Geri Bildirim Tablosu
İkonların üstüne getirerek anlamlarına bakabilir,tıklayarak geri bildirimde bulunabilirsiniz.Ayrıntılı açıklama için "Sembol Kütüphanesine" başvurun.Verilen puanlar geri alınamamaktadır.- Hikaye Temposu Düşük
- Yavaşla Biraz Dostum!
- Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
- Hikaye fikir için fazla kısa
- Hikaye fikir için fazla uzun
- Tam zamanında!
- Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
- Detay Eksikliği
- Detay Fazlalığı
- Güzel Ayrıntılar
- Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
- Ortalam fikir ama iyi uygulama!
- Bıçak gibi keskin uygulama
- İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
- Komik!
- Güçlü Sembolizim
- Kör gözüne parmak
- Gönderme Bağımlısı
- Sağlam Kökler
- Zamansız
- Teknoloji Açıklama Kitapçığı
- Derin ve Canlı Karakterler
- Tek Boyutlu karakterler
- Stereotip Karakterler
- Seçilmiş Kişi Sendromu
- Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
- Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
- İlham verici
- Taze Fikir!
- Sürükleyici!
- Mükemmel bir Yolculuk
- Fazla Düz Anlatım!
- Yaşanabilir Atmosfer!
- Bu Gezegende Yaşam Yok!
- Enteresan Burgular/Ayak oyunları
- Fazla Tahmin Edilebilir
- Seri Üretim
- Tanrının Eli! Deus Ex Machina
- Umut Vadediyor
- Başyapıt!
- Kötü Fikir
- Yakıt/Fikir Az
Burak K
Hikayeyi okuduktan sonra ilk düşündüğüm şey “sürükleyici” olduğuydu. Yazım güzel ve akıyor. Ana karakterin sıkışmışlığı ve çekingenliği iyi yansıtılmış ve karakterlerin kafasındaki gelgitleri okumak hoş.
Hikaye açık konuşmak gerekirse etiketlendiniz gibi “harici bilimkurgu”/ hard sci-fi dan uzak ama önemli değil 😊.Hatta fantezi bile olabilirdi.
hikayeye olan eleştirim yan karakter ve mekanların çok standart olarak seçilmiş olması. İşyerinde belki rutin ve sıradanlık kabul edilebilir fakat en azından her zaman gittiği kafenin bir özelliği olsaydı. Yada “patron” karakteri çok stereotip şeklinde karşımıza çıkıyor. Belki otoriterliğyle, arabasıyla ve güzel karısıyla hikayede fazla kılçıksız ve işlevsel duruyor.
Elinize sağlık ☺️ daha ağır bir bilimkurgu kurgusuyla neler yapabileceğinizi merak ediyorum.
Aykut Koca
Güzel düşünceleriniz, yorumunuz ve eleştiriniz için teşekkür ederim.
Batuhan T.
Elinize sağlık. Gayet sürükleyici ve keyifli bir hikaye.
Aykut Koca
Teşekkürler .