Kaşmir
Üzerine sağlam bir takım elbise ve yakışıklı bir yüz geçirip malikânenin kapısına doğru ilerledi. Önünde diğer davetlilerin materyalize olmasını bekledi. İleride arkasına baktığında sonsuzluğu ve karanlıkta hafif bir şafak olan düzlüğe gördü. Bu pahalı bir davetti ama uzaklara bir şeyler yapacak kadar israfkar değillerdi. Sıkıcı bir düzlük onlar için yeterliydi.
Malikane çok şatafatlı ve beyaz mermer tuğla karışımı binalardandı. Küçük şato kuleleri gibi çıkıntıları olan ama yine de 1800’ler mimarisinden geniş giyotin pencerelere sahipti. Girişteki mermer basamaklar onu şaşırtmıştı ama kendini ele vermemek için gidip eliyle dokunmadı.
Önünde biri beyaz biri de bej rengi uzun gece elbiseleri seçmiş iki kadın basamakları zorlanmadan çıkıyor ve yan tarafta dikili gülden bir kokuyu içlerine çekmeyi ihmal etmiyorlardı. Şaşkın şekilde bu hareketlerini biraz riskli buldu ama kavalyeleri olan beyefendi buna gülerek karşılık verdi.
Merdivenin sonunda davetliler giriş kapısına eriştiler. İçeriden bir ışık gelse de kapı içerisini göstermiyordu, tıpkı evin camları gibi. Sırayla misafirler içeri girmeye başladılar. Davetiyesiz ve gerçek yüz hatlarınızın yüzde seksenini kullanmayan bir simülasyonla buradan geçemiyordunuz. Bu şekilde hem kimlikleri hala tespit edilebiliyor hem de doğanın biraz cimri davrandığı davetliler kendilerini çok da kötü hissetmiyorlardı. Normalde çağırıldığınız ortama isterseniz kanguru yüzüyle bile gidebilirdiniz ama bu davet ciddi bir davet idi.
Zaten Faruk’un yüz yönünde bir sıkıntısı yoktu, gayet kendine güveni tamdı, sıkıntı gerçek kimliğinden saklıydı. Eğer gerçek kimliğini kullansaydı bu davete davet edilebilme ihtimali dışarıdaki mermer basamaklar kadar olacaktı. Eğer o mermer basamaklardan birini satabilseydi,15 yıllık kazancına denk olurdu.
Bazıları onun bu şekilde bu davete gizlice girmesini bir hırsızlığa yorabilirdi ama o öyle düşünmüyordu. O,sınıf atlamak ve hayatının vurgununu yapmak için buradaydı. Şimdi şu çok para verdiği sahte kimliğe ihtiyacı vardı ve o ışıltılı dünyaya adımını attı.
“Merhaba Tarık Bey, Lütfen partinin tadını çıkarın.”Dış ses yapay zekâların normal insandan ayrılmasını sağlayan o garip ses perdesinden konuşuyordu.
“Bana bir numune getirmem söylenmişti.”
“Bu önemli değil Tarık Bey, sizi bu gereksiz detaylara boğmak istemeyiz. Lütfen partinin tadını çıkarın.”
Faruk’un yüzü biraz ekşidi. Bu tahta numunesini almak için 3 yıldır para biriktiriyordu ama şimdi bu A.I. ona bunun önemi olmadığını söylüyordu. İçeri adımını atarken çok iyi bir yalan bulmuş ama annesine söyleyemediği için içinde kalmış bir çocuk gibi hissetti.
İç cebine ulaşıp numuneye dokundu. Aslında iç cebi yoktu sadece bunu yaparak simülasyona mülkiyetindeki bir şeye ulaşmak istediğini söylüyordu. Numuneye baktı, eski bir suntaydı. Dördüncü sınıf replikanın şimdiden fiyatı düşmekteydi. 4.15ci sınıf bir replikaya dönüşmeden önce yarılanma zamanından önce satabilirse verdiği kredinin %65’ini bilgisayar ona geri kazanabileceğini söylüyordu. Fiyatlar astronomik şekilde numune sınıfları arasında fark ediyordu. Ne zaman nerede numunelendiğini bulmak, yapan sanatçının yeteneği ve raflardaki yarılanma ömrü ürünün fiyatını hep etkilerdi. Normalde bu işte çok iyiydi, neyi alıp neyi satacağını çok iyi bilirdi ve kardeşi Soner de çok iyi bir sanatçıydı. Ona getirdiği numuneleri çok iyi harmanlardı. Sonrasında sanal âlemdeki mahlûklara satar, bir günü daha devirmiş olurlardı. Ama içinden geçen “ucuza al, değer kaybetmeden sat” içgüdüsünü bastırıyordu; bugün daha büyük bir av peşindeydi.
Önündeki davetlileri izleyerek eski tarzda döşenmiş, gaz lambası yanan bir koridordan geçti. Varaklı bir aynanın karşısında durarak elbisesini düzeltir gibi yaptı. Bu hiper-gerçekçi elbiselerden nefret ediyordu;Bir elbisenin kırışmasında ne gibi bir zevk olabilirdi ki?
Cama iyice baktı. Gerçekten bir ayna böyle mi görünüyordu? Böyle mi ışığı kırıyordu? Simülasyon yüksek kaliteydi ama gerçek bir aynanın nasıl gözüktüğünü bilen kalmış mıydı? Son yüzyılın başlarından artan tekil sanayileşme herkesin umutlandırmıştı. Siber çağda herkesin her şeye sahip olması için 3 boyutlu yazıcılar gece gündüz çalıştır olmuştu. Sanal aleme giren insanlık o sırada yok olan biyoyaşamı dev mekanik karbondioksit dönüştürücüler ve çölleri kaplayan güneş panelleriyle dengelemişti. Üretim vardı, enerji de vardı o zaman çözüm olmak zorundaydı.
Tek tip sandalye üretmek her zaman bir sürü çeşit sandalye üretmekten daha kolaydı. Yavaş yavaş toplumda tek tip ürünler bu üretim politikası yüzünden baş gösterdi. Artık bir sandalye çeşidi yoktu “sandalye” vardı. Başka bir şeyi üretmek hem pahalı hem de nerdeyse imkânsızdı. Sanal âleme yüzünü dönen insanlık sanal gözlükleri taktığında artık pek de neye oturduğunu önemsemiyordu. Doğanın son nefeslerini verdiği bu ara dönemde sanal bir kum havuzuna kafayı sokmuş insanlık için hayat belli bir süre güzel geçti.
Fakat üretim teknolojisi her zaman insanlığın yaşam biçimini ve düşüncesini tarih boyunca etkilemiştir. Tek tipleşme ile büyüyen çocuklar giderek değişik olana karşı bir tiksinme geliştirdiler. Bir zaman sonra da gerçekte olan sanalda niye böyle değil diye isyan ettiler. Çeşitliliği kendi kültürlerine bir küfür gibi gördüler.
Bu çocukların büyük sanal engizisyonu tüm bilgiyi ve üretim teknolojilerini silip süpürdü. Hem sanalda hem de gerçek hayatta tek bir “sandalye” kalıncaya kadar yararlı görmedikleri her şeyi yok ettiler. Sonunda istedikleri “sıkıcı” gerçekliğe kavuşurken bir azınlık çeşitliliği korumaya çalışıyordu. Ama unuttukları bir şey vardı; ortalama insan memnuniyetsizdir. Bir kere devrimin balonu sönmeye başladığında ve azınlıktakiler el altından “numuneleri” dağıtıyor rüzgârın yönü değişiyordu. Hiç ağaç görmemiş bir gruba ıhlamur ağacının kokusu artık uyuşturucu gibi geliyordu.
İnsanlık hem gerçek hem sanal evinde lanet bir sıkıcılık içerisinde boğulmuştu. İkinci bir rönesansın oluşması ve toplumun sanal çeşitlilik için toparlanması bir 30 yıl aldı. En alttan Faruk ve Soner’in içinde bulunduğu tabaka ortaya çıktı; Koleksiyonerler. Bu insanlar eskide olan şeyleri buluyor harmanlıyor ve yeniden yapılandırıyorlardı. Ihlamur ağacının olmadığı bir ortamdan ıhlamur nasıl kokar kim bilir? Ya da üstünüzdeki sarı yağmurluk bu ışıkta gerçekten böyle mi gözüküyordu? Bir dana sosis az kızartılınca böyle mi tat veriyordu? Cam elinizi nasıl keser? Tüm bunlar koleksiyonerlerin aradığı şeylerdi. Deneyimliyor, kaydediyor ve satıyorlardı.
Gerçeğe olan açlık böyle başladı. Tek bir gerçeklik yoktu; bir cam elinizi değişik şekillerde kesebilirdi. Bir ıhlamur ağacının kokusu her mevsim başka olabilirdi. Bir kere elinizde bir “numune” olduğunda sanatçılar bunun versiyonlarını ve değişik deneyimlerini tekrar harmanlıyorlardı. Önceden sanalda yaşayanlar gerçek hayatları var olduğu için bunu bir eksiklik olarak görmemişlerdi.Şimdiki insanların sanalın gerçek olmasına ihtiyaçları vardı. Artık oturdukları bankı gerçekten hissetmek istiyorlardı.
Gerçek hayat kuantum mekaniğine göre çalışır. Tüm beynimizdeki aktiviteler de belli bir süre bazında hisleri ve olayları tutabilir. Bazı “deneyim sanatçılarına” göre zaten gerçekçiliği değerli kılan bu geçicilikti. Beyin kandırılmayı severdi ama iyi kandırılması lazımdı. İlk aşamada yapılan değişik numuneler kullanarak yeni gerçeklikler yaratmak oldu. Kuantum data yakalama teknolojisiyle yavaş yavaş yerle bir olmuş gerçekliği birleştirmeye başladık. Fakat bunun değişik kademeleri vardı “gerçek” bir deneyim “numune 0” olarak adlandırılıyordu. Bundan yakalan deneyim, doku ses tat görüntü “numune 1 “ di. Numune 1 den kopyalanan alt numuneler giderek kayıba uğruyordu. Tam sayılar “numune” kopya sırasına ayrılmışken küsuratlı sayılar “sanatçıların” modifiye ettiği ve çoğalttığı deneyimlere denk geliyordu. Artık 10. seviyede bir tahtayı, taştan ayıramazdınız.
Kaliteli kopyalar en iyi deneyimi sağlasalar da kuantum durumunda saklandıkları için bozulmaya uğruyor ve çok hızlı dağılabiliyorlardı. Yani raf ömürleri kısaydı. Öte yandan düşük versiyonlu kopyaları yıllarca ağzınızda sakız gibi çiğneyebilir, aynı iğrenç tadı alabilirdiniz.
Bugün Faruk’u ve diğerlerini köpek balığı gibi buraya çeken 2. küsur seviye bir numuneydi. Eğer ellerini ona birkaç saniye değdirebilirse 3. seviye bir numune yaratabilir ve Soner de hayatlarını kurtaracak alt versiyonlarını imal edebilirdi.
Balo salonu daha ışıklı ve şatafatlıydı. Avizeden aşağıya yayılan ışık aynalardan yansıyarak odayı sıcak bir ışıkla dolduruyordu. Davetliler arasında süzülerek ilerledi, konuşmalar masalardan gelen cam bardak sesleri ve kahkahalar arasında boğuluyordu.
Şimdi hedefini görüyordu. Birkaç metre uzağında insanlar tarafından çevrilmiş, bir kadının üstüne dolanmıştı. Herkes nesneye ve onu taşıyan kadına saygıdan iletişim mesafelerini yarım metreden fazla tutmuştu.
Ama büyükbabası ona bir hayvandan bahsetmişti; bir kurttan. Tüylü ve tehlikeli bir hayvandan.Duruma göre bu hayvan avına direk saldırmak yerine etrafında bir tur atar ve rüzgarın kendisine avının kokusunu getirmesini beklermiş.Biraz hareketleri yavaşlatma ve sabır şu anda işine yarayabilir, görünen o ki direk bir manevra pek de diğer avcılara yaramamıştı.
Faruk yavaşça odanın dış çeperlerine doğru ilerliyor ve kimsenin konuşmadığı kişilere yanaşıyordu. Duvara yakın kısa bir adam onunla sohbete başlıyor; “Ne ilginç değil mi şimdiden bir tane koltuk altı kokusu satmayı başardım.” “Deodorant demek istediniz herhalde?” diye sordu yanındaki kadın. “Hayır, hayır hanımefendi. Benim alanım kötü kokular. Tüm kokular gibi koltuk altı kokuları da sanalda aslında çok anlaşılmıyor. Yani terlediğinizde kokmanız gereken şekilde kokmuyorsunuz. Mesela şu beyefendi, stresli gözüküyor ama hiç kokmuyor. Ne yazık ki ucuz bir simulasyon kurbanı.”
“Ayy çok iğrenç “ dedi kadın ve hemen uzaklaşmaya başladı.
“Evet, iğrenç ama olayı da bu zaten.” dedi arkasından “Yani ilk aşamada o çok sevdiğiniz parfümlerin niye üretildiğini zannediyorsunuz?” Artık kadın baya uzaklaşmıştı ama kısa ve iyi giyinimli bu tombik adam konuşmaya devam ediyordu. “Siyah olmadan beyazın ne anlamı var …hadi ammaaa biraz saygı.. en azından gerçekçiliğe.”
“Belki de ben soğukkanlılığımı koruyorumdur” dedi, Faruk şimdi adamdan yayılan leş gibi kokuyu biraz hissedebiliyordu.
“Belki de ama zannetmem. Herkes burada çok stresli .Ama saçma yani, siz dahil kimse terlemiyor . Sanatıma biraz hakaret aslında.”
“Eminim sizin alanınızı da takdir edecekler çıkacaktır.”
“Teşekkür ederim beyefendi. Peki, siz ne ile uğraşıyorsunuz?”
“Müzik aletleri ve dokunuşları üzerine aslında.Genelde..”
“Atkuyrukları falan mı?”
“Evet, atkuyrukları falan”
“Çok güzel yaratıklar aslında, çok da ilginç kokuyorlar eğer aldığım 4. sınıf numune doğruysa. İlk önce insan bir iğreniyor ama sonra da seviyor. Bence paha biçilmez.”
“Kesinlikle öyle beyefendi”. Kibarca birbirlerinin adlarını sormaktan imtina ettiler. Yüzde seksen görünür ve bilinir olmak zaten yeterince kötüydü bir de karşındakinin kimliğini gizlemek için yalan söylemesine yol açmak çok büyük kabalık olurdu.
Yanlarından bir şeffaf garson geçti. İnsanları rahatsız etmemesi ve görüşlerini bozmaması için garsonlar ışıkta garip bir kırılma gibi tasarlanmışlardı ve sadece konuştukları kişiye görünür olurlardı.
“Chardonnay şampanya numunesi tatmak istemez misiniz?”Numuneler küçük bir kapağı zor dolduruyordu ama her biri diğerinden özenle hafif ayrı olacak şekilde tasarlanmıştı.
“Tabiî ki, lütfen siz de buyurun” Faruk elindekini ağzına götürdü ve beyninin ona bunun ne kadar güzel bir şampanya olduğunu tarif etmesine izin verdi. Bu kadar mutlu görünmemeliydi. Ama belki de tam tersi… Birden diğer şampanya kadehlerinden birine uzandı ve aldı.
“Ama beyefendi zaten Chardonnayin nasıl olduğunu tattınız niye bir tane daha? Bu numunenin… ”
“Çünkü öyle istiyorum..burası bir parti öyle değil mi? Burası eğlenilen bir yer.” Bu söylediklerini sert ama tiyatrosal bir şekilde el hareketleriyle tamamladı. Çünkü bu konuşmayı izleyen 3. bir kişi olduğunu biliyordu. Garsonun protesto eden bakışları altında bir tane daha Chardonnay şampanyası kapıp o üçüncü kişiye doğru yürüdü.
Kadının gözlerinin ona kilitlendiğini gören diğer talipliler gün ışığını gören bulutlar gibi önünden dağıldı. Chardonnayi sahibine uzatırken “Ne garip değil mi sanal olarak bir şeyi kopyalayabiliyoruz ama hala onun bir garsonun getirmesini istiyoruz ve hala kim ne kadar içti hesabı yapıyoruz.”
“Eğer öyle olmasaydı bu yarattığımız gerçekliğin tadını kaybederiz sayın” duraksadı ve cümlesinin tamamlanmasına izin verdi.
“İsmim Tarık, siz isminizi bahşeder misiniz?”
“Bunu bilmeden benimle bu baloda konuşan ilk kişi olmalısınız. İsmim İpek, sanırım ailemin ismi size tanıdık gelecektir. Samur ailesinin bir ferdiyim.”dedi kahkahayla karışık.
“Aa şu yün ve deri işleri yapan büyük aile” şaşırma hissini biraz yüzüne yansıtmaya çalıştı ama olmadı. Bu aileyi de tanımıyorsa artık bu partide olmasının bir anlamı yoktu.
“Evet, kesinlikle Faruk Bey. Shardoneden iki, hatta sanırım üç tane almanız beni güldürdü ama sahte kimlik ile bu partiye girebileceğinizi zannetmeniz büyük bir yanılgıydı.”
Şimdi terleyen sanal bedenlerin ne işe yaradığını Faruk anlayabiliyordu. Kadının karşısında kızarmaya başlamıştı.
“Siz de buradaki bir çok arkadaş gibi sadece boynumdaki bu paha biçilmez kaşmir 2.5 şala dokunmak için yanıp tutuşuyorsunuz. Son tahlilde bir hırsızsız veya kopyacısınız.” dedi İpek.
“Söyledikleriniz çoğunlukla doğru ama bir konuda yanılıyorsunuz hanımefendi. Bir hırsız değil tüccarım. Ben bir şey isterken başka bir şey de sunuyorum.”
“Benim gibi bir aileden gelen birine ne sunabilirsiniz?”
“Dokunmadan, görmeden ve duymadan alabileceğiniz bir deneyim, daha doğrusu bunların karışımı bir şey.” Elini gülümseyerek uzattı.
Ve dans ettiler. Tüm akşam boyunca dans ettiler. İpek kavalyesinin yönlendirmesiyle bir sürü dans figürünü başarıyla icra etti.
Bir ara ayakları acıdığında İpek Faruk’a döndü ve sordu “Peki bunları nereden öğrendiniz?”
“Bir kitaptan okudum, herkesin sadece dokunmak için satın aldığı bir kitaptan ve birçok prova yaptım. İnsanlar eskiden deneyimlerini aktarmak için napıyorlardı hiç düşündünüz mü?”
“Peki, ama bunun gerçek ve otantik olduğunu nerden anlayabilirsiniz ki? Bunun garantisi nedir?”
“Biliyorum çünkü her bir dans yeni bir danstır, kopyası yoktur ve dans edenlere göre de kalitesi değişir. Tıpkı kaşmir şalınıza her dokunuşunuzda biraz farklı bir hissiyatın size geçtiği gibi. Doğruyu söylemek gerekirse baya bir pratik yapmıştım ama sizin gibi güzel bir hanımefendi ile dans etmek “gerçek” bir deneyimmiş.”
Gün ağarırken, herkesin şaşkın bakışları altında İpek şalı Faruk’un boynuna doladı. Şişmiş ayaklarını ovuştururken(bu özellik niye var ki!?) “Sanırım gelecek yıl yine davetliler listesine adınızı yazdıracağım, lütfen o zaman gerçek isminizi kullanın” dedi gülümseyerek.
Hızlı Yazı Geri Bildirim Tablosu
İkonların üstüne getirerek anlamlarına bakabilir,tıklayarak geri bildirimde bulunabilirsiniz.Ayrıntılı açıklama için "Sembol Kütüphanesine" başvurun.Verilen puanlar geri alınamamaktadır.- Hikaye Temposu Düşük
- Yavaşla Biraz Dostum!
- Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
- Hikaye fikir için fazla kısa
- Hikaye fikir için fazla uzun
- Tam zamanında!
- Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
- Detay Eksikliği
- Detay Fazlalığı
- Güzel Ayrıntılar
- Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
- Ortalam fikir ama iyi uygulama!
- Bıçak gibi keskin uygulama
- İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
- Komik!
- Güçlü Sembolizim
- Kör gözüne parmak
- Gönderme Bağımlısı
- Sağlam Kökler
- Zamansız
- Teknoloji Açıklama Kitapçığı
- Derin ve Canlı Karakterler
- Tek Boyutlu karakterler
- Stereotip Karakterler
- Seçilmiş Kişi Sendromu
- Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
- Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
- İlham verici
- Taze Fikir!
- Sürükleyici!
- Mükemmel bir Yolculuk
- Fazla Düz Anlatım!
- Yaşanabilir Atmosfer!
- Bu Gezegende Yaşam Yok!
- Enteresan Burgular/Ayak oyunları
- Fazla Tahmin Edilebilir
- Seri Üretim
- Tanrının Eli! Deus Ex Machina
- Umut Vadediyor
- Başyapıt!
- Kötü Fikir
- Yakıt/Fikir Az
Faruk Korkmaz
Bir kaç fikri çapak dışında fena sayılmaz. Similasyonla gerçeklik arasındaki duvar ve geçişler daha iyi işlenebilirdi. Hikaye buluşu güzel olmakla birlikte sönük finalle hak ettiğinden daha azını almış. Genel olarak okunurluğu ve uzunluğu iyi olmuş.
Burak K
Evet haklısın sonunu biraz hızlı toparlamak zorunda kaldım.2000 kelimelik sınırlı bir yarışmaya sokmaya çalışıyordum,hikayenin sonu biraz bunda hızlı bitti.Belki bir ara sonunu tekrar yazarım.İlgin ve zamanın için teşekkürler :).
Mehmet Ali
Gerçek yaşam-simülasyon ayrımı daha iyi ele alınabilir. Fikir güzel, Matrix’deki Cypher’ın sorgulamalarını hatırlattı. Bazı kısımlarda hard science fiction yapılmaya çalışılmış gibi detaylar vardı o kısımları gereksiz buldum. Sonuç olarak detaylandırılması ve tıraş edilmesi gereken kısımlar var.
Burak K
Öncelikle teşekkürler. Gerçek ile simulasyon arasında çok da bir fark istemedim sanırım. Hikayenin çekiciliğinin gerçek/simulasyon ayrımından değil de insanların gerçeğe olan açlıklarından gelsin istedim sanırım.Biraz daha detay evet 🙂 2000 kelime sınır biraz beline vurmuştu bunun 🙂
İskender Ç.
Yorumları okuyunca bende de açıklığa kavuştuğu üzere 2000 kelime sınırının kurbanı olmuş bir hikaye. Fikir çok iyi, bir noktaya kadar uygulama da harika. Bence sonuna bir revize getirip hak ettiği uzunluğu kazandırmalısın bir ara. Kullanılan fikrin hayatın tamamına uygulanışı ile ilgili verilen örnekler bence gayet iyi, aslında sonu da iyi tasarlanmış teoride fakat uygulama esnasında biraz ‘oldu bitti’ye geliyor. Onun dışında kesinlikle 2000 kelimeyi aşarak anlatılması gereken materyaller ve fikirler var işin içerisinde. Kalemin daim olsun, emeğine sağlık.