NeoFayton

NeoFayton

Okuma süresi: 16 dakika

Taylan üç yıl önce gece gelen telefonu hala unutamıyordu. Amerika Caltech araştırma laboratuvarında hibrit araçlar üzerine doktora yaparken ikinci yılında tek kişilik odasına sanki yıldırım düşmüştü.

“Oğlum…oğlum bizi atıyorlar. Dayanamadık, değiştirmediler kanunu. Atlarımızı alıyorlar.” Babasının Amerika’da gece üç olmasına rağmen araması zaten ilk aşamada hayra alamet değildi. Babasını hayatında ilk defa ağladığını, sesinin titrediğini duydudu

“Baba sakin ol. Hani orta bir yol olacaktı. Noldu?”

“Yok olmadı hepsini gönderdiler atların.Kırk yıllık mesleğim bitti. Arkadaşlar da toparlıyorlar herşeylerini.”

“Tamam üzülme artık baba, bakıcaz çaresine.Bak ben dönünce bakıcaz çaresine söz. Aç değiliz açıkta değiliz. İtiraz da ederiz tekrar. Yapılan şey geri alınamaz mı yani?”

“Biliyorum oğlum, biliyorum. Neyse sen dön bak işine” diyerek telefonu kapattı.

Taylan üç yıl önceki o anı düşündükçe içi titrerdi. İstanbul adalarda yeni bir genelge yayınlanmış ve faytonculuk hayvanlara eziyet edildiği gerekçesiyle kaldırımıştı. Babası Tevfik bey yılların faytoncusuydu. Onu ve kardeşi Selma’yı buradan kazandığı parayla okutmuştu, hayatını yıllarca bu işle kazanmıştı. Eski istanbul’luydu atlarına çok iyi bakar ailedenmiş gibi davranırdı. Tımarlarını ,aşılarını eksik etmez, sıcak havalarda az çalıştırırdı.

Ama herkes onun gibi değildi. Adada çatlayana kadar çalıştırılan atlar, ucuza kaçılan bakımlar, deneyimsiz fayton sürücüleri mesleğin itibarını İstanbul’luların gözünde yıllar içerisinde azaltmış sonunda da hayvanseverlerin haklı çığlıkları tüm sistemi adadan kaldırtmıştı. Bunla birlikte yıllardır süre gelen bir kültür de sona ermişti. Artık yerlerini alan küçük çirkin elektrikli golf arabaları misafirleri adada gezdiriyordu. Adada nal sesleri kaybolmuştu.

Taylan o yaz geri döndüğünde kardeşi Selma onu taksiyle aldı. Aralarında altı yaş olan iki kardeş hafif çatışmalı da olsa birbirleriyle iyi geçiniyor sayılırlardı. Dönüşte havadan sudan konuşurken sonunda Taylan ağzından baklayı çıkardı.

“Babam nasıl oldu Selma?” diyebildi. Taksinin tüm pencereli bu İstanbul sıcağında açık da olsa içi boğuluyordu. Neyse ki ada daha serin olurdu.

“Bildiğin gibi işte. Yaşlandı artık. Şu olaylar da olunca huysuzlanıp köşesine çekildi.Kendin görürsün.”

Selma üstünde yamalı bir elbise giyiyordu. Simsiyahtı ama arada birden üzerinde bir şey dolaştığını fark etti ve irkildi.

“Bu ne be pesuphallah!”

“Haha beğendin mi? ben yaptım. Neogalaktikgot akımı diyorum buna. Karanlık elbisede dolaşan karadelik. Şu elbisede programlanabilir kısımlar var.” Taylan Selma’nın abuk sabukluklarına alışmıştı. Onsekiz yaşına kadar elbise giymeye bile karşı olan bir birey nasıl moda sanat tasarım atölyesine kaydolmuştu aklı almıyordu.

“Yahu Got akımı bitmedi mi niye diriltip diriltip yeniden öldürüyorsun. Hem insanın ödü kopar bir kadınla yemekteyken bir şey hareket etse. Böyle şey mi olur? Gördüğün an yakalamaya, hemen üzerinden atmaya çalışırsın. Size ne öğretiyorlar anlamıyorum.”

“Bize dekonstrüksiyon ve yeniden keşfetmeyi öğretiyorlar mesela.Goth ölmedi bak sadece şekil değiştirdi. Sizin gibi makineci andavallar anlamaz.”dedi Selma.

“Vaay tam Got fazına girmişsin gerçekten. Şu ergen laflara bak.”

Vapur salonunda bekliyordu. Az sonra ada vapuru yanaşacak ve onları evlerine götürecekti. Taylan’ın gözünden lise anıları canlandı. Kaç kere şu vapuru kaçırdığı için Beyoğlu’nda okuduğu Galatasaray Lisesine geç kalmış, hocalarından sağlam azar yemişti. Böyle böyle hayat ona dakikliği zorla öğretmişti.

Adadaki evlerinin bahçesinde geçerek kapıyı çaldılar. Bavulları bahçenin başına bırakmıştı, sonra alabilirlerdi. Adada çocukluktaki gibi zaman sonsuzdu. Dakik olmak, zamanı verimli kullanmak, acele etmek etrafı sularla çevrili olmayan kara parçalarının sorunlarıydı.

“Anne bak eskileri getirdim” diye gülerek seslendi Selma.

“Hadi lan ordan” dedi Taylan gülerek.Herşey tekrar çocukluğundaki gibiydi.

Annesi Ayşe hanımın hızlınarak yaklaşan ayak sesleri onun yüreğini ısıtmaya yetti.

“Oğlum hoş geldin, oğlum benim. Nasıl yoruldun mu? Uçuşun nasıl geçti? Selma temiz çarşafları çıkardım abin için, git güzelce ser.” art arda sıralanan sorulardan cevap gelmesini beklemiyordu bile.

Taylan Selma’ya dönüp yıllardır değişmeyen “bak gördün mü yine sana patladı iş” diye kafa hareketiyle dalga geçti. Selma sadece dil çıkarmakla yetindi.

İçeri geçtiklerinde babaları kanepede oturuyordu. Oğluna sarıldı ve konuşmaya başladılar. Taylan Amerika’daki hayatını anlatmayı bitirdiğinde tabi ki konu adadaki değişime geldi. Atların nal sesleri artık adada duyulmuyordu.

“Bir tane bizim de var işte Taylan. Verdiler bir tane elektriklisinden bu zımbırtının. Bizim seyis oğlan Feyzi biliyor kullanmayı, götürüyor milleti. Ama aynı şey değil be evladım.”

“Ya bilmiyorum baba ama değişime de ayak uydurmak lazım aslında”

“Şans verdim, bir kere bindim. Sessiz sakin götürüyor tabi seni ordan oraya ama işte öyle önünde at göremeyince faytonun ne değeri var? Özlüyorum bizim atlarımızı. Çocuklar gelip severdi. Şimdi de biniyorlar gidiyorlar ama bir donuk herşey.”dedi

“Ya evet ….” Taylan’ın üzgün babası karşsından çok diyeceği bir şey yoktu. Adam atlara aşıktı ve hayatı bu hayvanlarla geçmişti.

Şimdi evleriden kaldığı sürece yaptıkları her konuşma dönüp dolaşıp eski zamanlara,atlara ve faytonlara geliyordu. Ayşe hanım babasının olmadığı bir zaman Taylan ve Selma’yı karşılarına almış bu konuyu açılsa da çok uzatmamaları için tembihlemişti. Babaları bataklık gibi bir şekilde bu konuya çekiliyor ve saplanıyordu. Belli etmesede kalbi buruk bir köşede yaşlanmayı bekliyordu.

Tatilin sonunda uçaktaki onbeş saatinde artık Taylan bu konuya fazlasıyla doymuş ve bilenmişti. Aklına bir kaç çözüm gelmişti bile; Bir dahaki dönüşü muhteşem olacaktı.

O yazı kovalayan beş ay boyunca aslında doktora tezini biraz boşladı. Onun yerine kafasındaki proje için çalıştı ve çizimler yaptı. Noel tatili için geri uçtuğunda projesi için gerekli olan malzemeler çoktan gebze oto sanayide küçük bir depoda onu bekliyordu.

“Abi ya yine niye getirdin bizi sanayiye ya. Normal abiler yurt dışından gelince kardeşlerini bir yemeğe götürür, bir güzellik yapar , bir hediye getirir. Şu hale bak,bizimki de bizi sanayiye götürüyor.”

“Ya güzelim taksiyle mi geleyim senin araban var güzel geliyoruz işte.Tutuğumuz kamyonla mı geleydim.”

“Evet öyle yapsaydın bir tarafın mı büyürdü? Neyse tamam Murat abi nereye koydurtmuş parçaları”

“Daha o kamyon gelmemiştir. Murat önden gidecekti. Aldın mı cevabını?”

Murat Taylan’ın Galatasaray lisesinden yakın arkadaşıydı. Gebze oto sanayide mühendis olarak çalışıyordu. Üç ay önce Taylan ona bazı çizimler göndermiş, fabrikada üretmek için fiyat istemişti. Murat Tevfik amcaya yapılan bir fayda olduğunu duyunca cevap tokat gibi geldi.

“Ne parası it, hayırsız hayırsız konuşma sen gel ben yaptıracam ustalara. Sen malzeme paraları kadar ipad getir ordan” yazıyordu mailde. Sonrasında da bir gülücük.

Murat’la deponun önünde buluştular.

“Selma naber lan çok büyümüşsün” dedi Murat. Taylan’ı ilk görüşte pek sallamamıştı.

“Ya Murat abi lisede gördün tabi beni en son. İnsanlar büyüyorlar biliyorsun.”

“Dimi ya bir bu senin dallama kardeşin büyüyemedi. Nerde lan Ipadler?”

“Sana da hoş bulduk Murat, ulan iyice çıkarcı oldun ha.” cebinden bir tane ipad çıkarıp verdi.

“Tabi olm, kaç para vergi biniyor burada bunlara biliyor musun sen. Senin gibi güzel bir eşek bulamadım getirecek.”

Taylan suratını asar gibi yaptı.

“Hadi hadi üzülme gel sarılalım.” dedi Murat ve gülüşerek sarıldılar.

“Kardeşime bak be Caltechlerde çalışıyor ama kafası hala faytonculukta. Sahi Tevfik amca Ayşe teyze nasıl sağlığı sıhatleri iyi mi?”

“İyi iyi de çok kafaya takıyor babam bu fayton olayını. Belki işte bir şeyler deniyeceğiz bunlara.”

“Anlıyorum abi, ya evet o olaylar dönünce bizimkilerinde ilk aklına gelen sizin aile oldu. Çok selamı var anne ve babamın. Ne yardımım dokunacaksa yapacakmışım. Emir büyük yerden yani.”

“Şaka bir yana sen olmasan altından kalkamazdım. Ayıptır söylemesi biri ki yere de fiyat sordum seni yormamak için ama çok pahalıya geldi. Amerika’dan geldiğimi anladılar mı acaba.”

“Ulan ben senin! İlk bana sorcan tabi. Senin sermayen bizim arkadaşlığımız olm, ne zannetin” diye güldü. “Hadi gel de şunlara bir bak. Ben paket gelince mecbur bir açıp baktım gümrükçüyle. Eksik gedik var mı diye.”

Küçük deponun içerisine geçip ortadan duran kapağı açılmış iki metreye iki metre bir metre yüksekliğindeki paketin içine baktılar. İçeride belki bir buçuk metre uzunluğunda bir metre genişliğinden ve kırk santim yüksekliğinde bir motor bloku vardı. Yanında bağlantı elemanları duruyordu. Rengi çok farklı olan başka bir paket de büyük paketin içerisindeydi.

“Şunlarda foto ve bioreseptörler işte.”

“Evet bana ilk anlattığında anlamamıştım baya küçükmüş ya”

“Dünyanın en pahalılar şu anda. Boston dynamicsten bir arkadaştan rica ettim paketledi yolladı.”

“Türk mü?”

“Türk tabi, yoksa nasıl alayım? Caltech’de bir iş ile mahsuplaştık ama onla . Sen bize iskeletten haber ver.”

“Şu arkada. Valla üç boyutlu çizimlerinden pek anlaşılmıyordu ama iyi iş çıktı. Sen çizdin değil mi?”

“Eskizleri Selma yaptı o a da Mimar Sinan’da uzatmalı okuyor ya, şu tasarım bölümünü. Bu ara hareketli mankelere sarmış zaten. Kafayı tırlatıcak yakında.”

“Hadi ya Selam, sen de var mıydı ya böyle yetenekler? Güzel olmuş valla”

“Şu ara var ya. Bakma sen yapay zeka modanın bile kalbine girdi. Abim sadece motorlarla ilgilendiği için hiçbir şey bilmiyor. Yazılım falan da alıyorum ders olarak. Bitirme projem var robot manken tasarımı …”

Arka planda Murat ve Selma’nın konuşmaları flulaşırken Taylan’ın kafası önlerinde duran iskelete kaymıştı. İçindeki mühendis heyecanlanmış, elleri bir şeyler yapmak için kaşınıyordu.


Önlerinde duran metal iskelet karanlıkta bile parlıyordu. Bir faytonun parçası olduğu yuvarlak hatlı oturma kabininden anlaşılıyordu. Modern fütüristik kenarlar ve çizgilerine ise Taylan biraz omuz silkti.

“Yahu Selma, biraz daha klasik olmaz mıydı şurası yani. Bizim eski faytonda böyle miydi? Sana yolladığım fotoğraflarda böyle miydi?”

“Biliyorum abi de madem değiştirdik, istediğimiz gibi olsun diye düşündüm.”

“Eh neyse ilk prototip için idare eder. Şu elemanları çağırda motor bloğunu yerleştirelim.”

“Yani öylece yerleştirecek miyiz?”

“E evet o yüzden bu motoru seçtim. Acayip modüler ve hafif, baksana şu kısımlara, çıkışlara. Tork kaybetmeden beş beygir gücünü istediğin şekilde veriyor. Nerdeyse on altı çıkış noktası var hepsi de ayrılabilir, programlanabilir hız ve ritimde çalışıyor. Tam bir teknoloji harikası.”

“Bizim ama sadece bir beygir gücüne ihtiyacımız var. Bir at bir beygir gücü değil mi?” dedi Selma.

“Cahil cahil konuşma, napalım motoru beşe mi bölelim?” dedi Taylan ters ters.

“Vay be güzelmiş, tüm aksağımlarıyla birlikte geliyor bir de.”Murat şimdi paketin içine bakarak.

“Bize sadece dört çıkış gerekecek direk tekerleklere bağlayacağız sonra da şu reseptörleri yerlerine takacağız.”

“Neyse ya basit iyidir.”dedi Murat.

Yarım saat içerisinde Murat’ın ayarladığı ustalar küçük atölyeye gelmişti. Önceden hazırladıkları motor askısıyla motoru kaldırarak iskeletin kalbine yerleştirdiler. Herkes şaşkındı, ilk sokuşta her şey yerli yerine oturmuş sonrasında da kilitlenmişti. Aks bağlantıları da yapıldıktan sonra eski faytonlardan pek bir farkı kalmamıştı. Motor karşılıklı oturma grupları altına gizlenmişti. Üçlü ustalara teşekkür edip birlikte çay içtikten sonra, ki bu bir ritüeldi, faytonla baş başa kaldılar.

“Vay be deneme yok zorlama yok tak diye oturdu motor.” dedi Murat.

“Ya ne şaşırıyorsun işte bilgisayarlı teknik çizimin faydaları.Bir de sanayide çalışacaksın. “Koca demir nasıl uçuyo ya?” ya bağladın.” dedi Taylan.

“Tamam tamam be hadi çalıştır da sesini duyalım.”

“Olmaz çünkü birincisi elektrikli ses vermez çok ikincisi de şarjı yok en az üç saat şarjda kalmalı. Onu da adada halledicez.”

“iyi peki o zaman. Haber verin geleyim denemeleri yaparken. Ben de çok sıkılıyorum sanayide. İyi oldu hem sizi gördüm, hem de iş ilginç valla. Bir de işe yararsa Tevfik amca lisedeki gibi belki kafamı bile okşar.” diye kıkırdadı.

“Genellikle kulaklarımızı çekiyordu ama neyse. Niye halen yardım etmeye çalışıyoruz bilmiyorum.”

“Abi siz de gelip bahçede içip içip, oraya buraya kusmuştunuz. Annemdi ayrıca kulaklarınızı çeken. Manolyaları kusmuk içerisindeydi kadının. Haklı yani, dün gibi hatırlıyorum.”

“Bu da ayaklı muhbir. Her şeyi hatırla zaten Selma, bir tek iyi şeyleri hatırlama tamam mı kardeşçiğim.” dedi Taylan mübala içerisinde.

“Ayy hadi tamam bunaldım. Ara şu adamları da gelsinler alsınlar şu aleti.”

Böylece, neofayton diyorlardı ona, neofaytonun adaya yolculuğu başlamış oldu. O gece ada püfür püfür esiyordu fakat ne Taylan ne de Selma uyuyamadılar. Yarın gidip neofaytonun başka bir kısmını teslim almaları gerekiyor. İşler zorlaşacaktı.

Ertesi gün erken bir kahvaltıdan sonra kendilerini adanın eski sakinlerinden Ragıp amcanın yanına geçtiler. Ragıp amca eski sanayicilerdendi, ailenin eski dostu sayılırdı. Adada geniş bir bahçesi ve arazisi vardı. Faytoncularla münasebeti kendi at sahibi olmasından kaynaklanıyordu. Taylan’ın babasıyla da bu vesileyle tanışmışlardı. Büyük değer verdiği atı “Küheylan” ayak iltihabı geçirince Taylan’ın babasına danışmıştı. Yıllar önce öyle aniden ilacı bul söyle hemen getireyim yok tabi. Devlet izniyle gelen yurt dışından ilacı Taylan’ın babası at kurtulsun diye hiç düşünmeden vermiş, dostlukları böyle başlamıştı.

Ragıp amcanın ikilinin onu ziyaret edeceğinden haberi vardı. Adada sert mizaçlı diye bilinirdi. Şimdi kartal sahile bakan manzaralı ahşap köşkünde Türk kahvelerini en resmi şekilde yudumlayan Selma ve Taylan adeta kız istemeye gelmiş gibi hissediyorlardı. Ragıp amca gençlerin sıkıntısını anlayacak olmuş olacak ki söze giren ilk o oldu.

“Oğlum rahat olun. Ben babanızın can dostu sayılırım. Neymiş derdiniz anlatın bir bakalım. Amerikalarda okumuş çocuklarsınız derdinizi meramınızı anlatamayacak mısınız yani.”

Kahve mi acıydı yoksa durum mu çok stresliydi bilinmez ama Selma kahve içmektense konuşmayı tercih etti;

“Şimdi Ragıp amca sebebi ziyaretimiz…”

“Kızımı isteyecekseniz bir yirmi yıl geç kaldınız çocuklar” diye güldü Ragıp amca. Belki de hatırladıkları kadar sert mizaçlı değildi. Çocuklar ve adalılar yeterince zaman geçerse bilmedikleri şeyler hakkında çok garip hikayeler üretebiliyorlardı.

“Daha çok Küheylan’ı isteyecektik Ragıp amca. Biliyorsun bu fayton olayları kalkınca adada nerdeyse at kalmadı. Bizim de bir ata ihtiyacımız var.”

“Aaa orda durun bakalım. Küleyhan deyince bir düşünmem lazım. Zaten emekli ettik onu, yaşlı bir hayvan, öyle bir şey çekecek güçte değil. Bir de diyin bakalım belediye yeniden faytonlara izin mi verdi, noldu?”

“Yok Ragıp abi işte oradaki kilit nokta da o. At hiçbir şey çekmiyecek. Önünde yürüse yeter. Onu da yapar herhalde öyle değil mi?”

“Yani isterse yapar tabi de…Küheylan aileden biri gibi çocuklar. Şimdi gönlüm el vermez sıcak altında durmasına. Artık sizin çocukluğunuzdaki genç toy delikanlı değil.”

“Ragıp amca, tabi canım olur mu öyle şey? Emanetin emanetimiz tabi ki. Biz Feyzi’nin çocuklarıyız atlara gözümüz gibi bakarız.” dedi Selma. Aile namusları sorgulanıyor gibi hissedince bir anda celallenmişti.

“Tabi canım biliyorum sizi küçüklükten. Biraz haylazdınız falan ama canlılara saygınız tamdı. Peki ne yapacaksınız Küleyhan ile anlatın bakalım.”

“Ragıp amca bir kaç günlüğüne bizim neofaytonda denemeler yapmamız lazım. Sonra geri vereceğiz hiç yorulmayacak, üzülmeyecek. Zaten kendi üzerimde denedim aleti.”

“Nasıl yani ,faytonu mu denedin?”

“Evet şimdi bizim fayton aslında fayton değil. Faytonmuş gibi davranıyor. Aslında elektrikli akıllı bir araba. Önünde ne varsa onun hareketlerine kilitleniyor, onu takip ediyor. Ben bizzat önüne geçtim, çektim faytonu.”

“At oldun yani?” dedi Ragıp amca şaşkınlıkla.

“Daha çok katır oldu Ragıp amca” diye yapıştırdı Selma.”Youtube yükleyeceğim yakına videolarını. Şöyle bir başlık düşünüyorum ‘Caltech’te proseför olabilirdi ama geldi Türkiyede adada faytona katırlık yapıyor.Ünlü beyinin muhteşem düşüşü’.” diye dalga geçti.

Ragıp amca da kıkırdamadan edemedi.

“İyi peki Taylan oğlum madem kendi üzerinde deneyecek kadar gözü kararttın alın bari Küleyhan’ı. Ama lütfen dikkatli olun. Şakaya gelmez bu işler. Ne siz ne de ona bir şey olsun istemem.”

Heyecanla ayağa kalkan Taylan kahvenin telvesini birazını yüz yıllık kilimlere dökmüş bulundu.

“Çok sağol Ragıp amca, süpersin! Ayy kilimlerde gitti hemen temizleyeyim.”

“Yok oğlum dur siz misafirsiniz. Ne temizlemesi. Küleyhanı da sizin seyis çocuk vardı neydi Feyzi mi ne yarın gelsin alsın. Siz yine bilmezsiniz atın huyunu suyunu. Feyzi her adımda yanınızda olsun.”

“Tamamdır Ragıp amca söz. Çok teşekkürler.” dedi Selma da heyecanını gizleyemedi. Köşkün kapısında tüy gibi hafif uçarcasına çıktılar.

Şimdi sırada faytonla atı birleştirmek kalmıştı.

Küleyhan’ın sabah test yaptıkları arsaya gelmesiyle sınırlı sayıdaki zamanları başlamış oldu. Makineyi elektrik şarj şebekesinden ayırıp oraya kadar Taylan önde neofayton arkada gelmişlerdi. Seyis Feyzi’ye Küheylanı faytona yaklaştırmasını söylediler. At güneş altında parlayan faytona yaklaşınca araç yavaşça aktif hale geldi. Bu Küheylanı biraz ürkttü ama Feyzi yularını sıkı tutmuştu. Sanki bu eşyanın tabitatında bir yapay ruh olduğunu hissetmiş, huzursuzlanmıştı.

Selma dizüstü bilgisayarından aracın ara yüzüne bağlanıp, hızlıca programlamaya başladı. İlk önce makineye atın genel vücut boyutlarını tanıttı ve önemli anahtar hareket noktalarını belirledi. Bu üç boyutlu animasyoncuların modeller üzerindeki çalışmalarına benziyordu. Zaten Selma da bitirme çalışmasında bu yöntemlerden yararlanıyordu. Onun konusu podyumdaki manken hareketlerini yakalanması ve yürüyen basit modellere aktarılmasıydı. Görsel ve mekânsal yapay zekaya hitap eden başka bir projeydi o kadar.

“Şimdi dört metre düz ilerleyin Feyzi. Hah işte oraya kadar. Yerde kırmızı şeritler var ya onları aşma ama” dedi Selma.

Yerdeki kırmızı şerit ve işaretlemeler makine tarafından algılanan boyutlandırma bilgileriydi. Atın birkaç yerine özellikle eklemlerine de bazı kırmızı noktalar yerleştirmişlerdi. Aracın şimdi önündeki optik sensörler bu noktalara kilitlenmiş hareketleri algılıyordu.

Bütün bunlar olurken Taylan makinen motor ayarları üzerinde çalışıyordu. İşin büyük bir kısmını Amerika’dayken sanal bir model üzerinden halletmiş olsa da gerçek motorla yine de biraz işi kalmıştı.

“Şimdi dur. Hah güzel. Küheylan kafasını kaldırsın. Tamam. Sağa biraz çevir evet. Şu üstündeki kırmızı şerit bana gelsin.” Selma işiyle ilgili çok meşguldü ama bir an için abisinden ses çıkmadığını fark edip kafasını geriye çevirdi. Elinde bir de sprey boya vardı. Yaldızlı bir spreyi oturma takımının oralara sıkıyordu. Neofaytonun halini görünce dehşete kapıldı.

“Sen …sen ne yapıyorsun öyle?”

“Görmüyor musun, boyuyorum işte. Sana kalsa TRON filminden çıkmış gibi fütüristtik bir araç olacak. Biraz çocukluğumuzdan kalma bir şey yapayım, ona göre boyuyayım dedim. Bak fena da olmadı.”

“Abi saçmalama sünnetçiye çevirmişsin faytonu. Ayrıca bizim çocukluğumuz doksanlardaydı, yıl olmuş 2025. Bir de şu kardeşin, yani ben, tasarım ve dizayn okuyorum benden daha iyi mi bileceksin? Bırak şunu ya doğmadan ölecek proje senin yüzünden.”

“Ehh iyi tamam be.” dedi ve yarım boyanmış yolcu kabinine baktı.

“Çattık ya! Bir bilgisayarlar uğraşıyorum bir de senle. Ben girip elektrik motorun orasını burasını ellesem hoşuna gider mi?”

Azarı yedikten sonra Taylan sustu ve somurttu. Bu neofayton pek de rüyalarındaki nostaljinin 2025’e taşınmış hali gibi olmayacaktı belli ki. Kendini aracın son motor düzeltmelerine verdi.

“Tamamdır hadi bir deneme yapalım. Küheylanı bağla bakalım Feyzi”dedi Selma.

“Peki abla hemen. Eski faytonlardaki gibi değil mi?”

“Aynen ablacığım eski faytonlara nasıl bağlıyorsan öyle”.dedi Selma. Küheylan pozisyonunu alınca Selma bir iç çekere makineye serbest hareket komutunu verdi.Yük çekmeyecek kadar basit bir iple faytona bağlı olan at biraz yularında çekince yürümeye başladı. Araç da onu yarım metre sabit mesafe kalacak şekilde takip ediyordu.

“Oluyor…oluyo işte” Taylan çocukça seviniyordu.

“Abi evet sanki gerçek gibi. Bilmesem normal fayton derim” dedi Feyzi. Yirmi yaşındaki delikanlı çok konuşmazdı. Yakındaki bir ailenin altıncı çocuğu olarak aile meclisinde ona pek söyleyecek söz sırası gelmiyordu belli ki.

At biraz yokuşa doğru hareket edince makine hafiften zorlandı ve hızlandı. Aradaki mesafe kapandı.

“Burayı biraz daha programlamamız lazım. Doğal durmuyor hareket.” dedi Selma canı sıkkın. Tekrar bilgisayarına gömüldü.

“Neyse neyse bu da bir başlangıç. İki günümüz daha var.”

“Şimdi atı dinlendirelim az sen geç bakayım Küheylanın yaptığı gibi birden hızlan ve yavaşla”.

“Dalga geçiyorsun?” Taylan şaşırmıştı.

“Abi ne! Hayvanı devamlı çalıştıramayız ama çalışmayı da bırakamayız. Eee öyleyse tek bir seçenek kalıyor. Biraz özveri göstercen artık.” dedi gülerek.

“Hay Allah’ım yine sen dalga geç.”

“Dur, dur makinemi çıkarayım ‘Caltechli Doktorun Dramı Bölüm 2’ eliyle kamera kadrajı yaptı. “şimdi başla abi, motor!” dedi kahkaha atarak.

İlk iki gün adanın serinliğinden böylece geçip gitti. Her gün akşam yapay zekaya yeniden bakıyorlardı. Atın yeni hareketlerine tekrar uyum sağlamaya çalışıyorlardı. Üçüncü günün akşamında Küheylan’ı Ragıp amcanın bahçesine bizzat getirdiler. Yüzleri kızara bozara ertesi gün için bir gün daha izin aldılar. En önemli test asıl yarındı. Anne ve babalarını neofaytonla gezdireceklerdi. Ragıp amca zaten hayvana ne kadar iyi batkılarını görünce çok da direnmedi, onlara iyi şanslar diledi.

Çocuklarının günlerdir ne hinlikler ne cinlikler çevirdiklerini merak eden Tevfik bey ve Ayşe hanım bayrammış gibi giyinmeleri söylenince biraz garipsemişlerdi. Ailecek evin önünde durdular. Oğulları ve kızlarını da evin önünde bu kadar şık kıyafetlerde son mezuniyetlerinde görmüşlerdi.

“Neyi bekliyoruz, nereye gideceğiz” diye sordu Ayşe hanım.

“Arabamız gelicek bizi alacak.” diye sırıttı Taylan.

Birazdan uzaktan nal sesleri duyuldu. Babası uzaktan duyulan seslere anlam verinceye kadar Feyzi köşedeki ağaçlık yoldan faytonla dönmüştü. Önde Küleyhan arkada neofayton ilerliyordu. Babası ve annesi gözlerine inanamıyordu.

“Adada tekrar fayton ha? Bu nasıl olur?” diye sordu Babası.

“Şimdi boş ver onu bin şu faytona da aynısı mı söyle bana. Sizler en önemli test deneklerimiz sizsiniz.” dedi heyecanla Taylan.

“Denek denmez anneye.” diye hızlıca kızdı Ayşe hanım ve Taylan’ın eline kibarca vurdu.

Biraz sapa yerde kalan evlerinden yola çıkıp adanın meydanına doğru atla gitmeye başladılar. Tangır mangır yolda nal sesleri ve kuş cıvıltılarıyla adanın aylardan sonra ilk faytonla adanın tadını çıkaran ailesiydi. Bir ara Taylan babasına baktı, adamın gözleri dolmuştu.

Adanın merkezine doğru giden yolda ilerlerlerken yürüyüş yapan turistler şaşkın şaşkın faytona baktılar. Aralarında fısıldarken “yahu adadan fayton kaldırılmamış mıydı?” diye birbirlerine sordular. Hatta cep telefonlarını çıkarıp hem fotoğrafını çektiler hem de arama motoruna girip eski haberleri karıştırdılar.

Şehrin meydanına geldiklerinde eski faytoncular Teyfik beyi tabi ki tanıdı. Birkaçının da elektrikli arabası vardı.Elektrikli araba sırasında bekliyorlardı.

“Tevfik abi hayırdır, faytonculuğa geri mi döndün? Yasaklar var biliyorsun.”

Yüzlerindeki endişeli ifade Tevfik abilerinin hepten kafayı yediğine ailesinin de buna göz yumduğuna delaletti. Tevfik bunun üzerine açıklama ihtiyacı duydu;

“Yahu bizim çocuklar yapmış işte. Tam fayton değilmiş. Akıllıymış takip ediyormuş falan. Anlatır size Taylan sonra.”

Neofaytonla tam ailecek meydanda asiller gibi herkesin gözleri önünde tam daire çizdiler.

“Alet çok güzel çalışıyor ya. Bulduk işte bu ya” dedi Taylan. Gerçekten de önlerine çıkan zabıtanın onları durdurmasına kadar her şey çok güzel gidiyordu. Yaşlı at onları görünce ürktü ve aniden durdu.

“Tevfik amca biliyorsun fayton olayı artık yasak adada ya.” konuşan orta yaşlı zabıtayı Tevfik son faytoncu yıllarında tanımıştı. Adı Aladin idi.

“Sana da Selam Aladin, Merak etme kanun dışı bir şey yok. Çocuklar anlatsın.”

“Şimdi şöyle Aladin Bey bu tam olarak..”

Aladin Taylan’ı pek kale almadı. Hala Tevfik’i muhatap alıyordu. Taylan tekrar denedi.

“Bu öyle gözüküyor ama aslında bir fayton değil.”

“Nasıl değil yahu gözlerimizle görüyoruz. At var faytonu çekiyor.”

“Hayır çekmiyor işte. At var fayton gibi gözüken bir de elektrikli araba var. Sadece araba atı takip ediyor.” dedi Taylan.

Etraflarındaki kalabalık biraz daha artmıştı. Arkadan yaşlı bir teyze seslendi“ Yahu bu eziyet yine mi başladı yazıktır ya hayvanlara.” diye seslendi.

“Hayvana bak zaten yaşlı ne diye ağır ağır şeyler çektiriyorsunuz ona. Utanmazlar” dedi biri.

Aladdin kalabalığı yatıştırdı. Ama diyecekleri bitmemişti, ikna da olamamıştı.

“Yani ne diyorsun bağlamışsınız işte. Yine de olmaz bu böyle. Faytonlar yasak kardeşim artık anlayın.”

Taylan kızmıştı. Karşısındaki adam onu dinlemek istemiyordu. Seyis Feyzi’ye atı çözmesini işaret etti.

“Peki o zaman bunu nasıl yapabiliyorum” dedi Taylan. Arabanın karşısında geçti ve Selmaya kendisini tanıtmasını söyledi. İpleri eline aldı ve hafiften ileriye yürümeye başladı.

“Eşek miyiz biz ha eşşşek miyiz dört kişilik faytonu hiç zorlanmadan çekeyim. Aptal mısınız siz! Biraz dinlesenize beni”.

Neofayton arkasında onu köpek gibi takip etmeye başladı. Herkes küçük diller tutulmuş şekilde onları izliyordu. Koşmaya başladı araç da hızlandı, yavaşladı ve durdu, araç da durdu.

“Evet tamam güzel fikir ama olmaz kardeşim faytonlar yasak.” Taylan’ın ağıza alınmayacak küfürler etmesinden az önce duyduğu son cümleydi. Kendilerini kaybeden kalabalık birbirine girerken seyis Feyzi yaşlı atı ortamdan kaçırıyordu. Faytoncular Tevfik abilerinin üstüne yürümeye kalkan zabıtaların önünde etten duvar olmuş birkaç tane yumruklaşma bir iki tane yakalara sarılma olayı da gerçekleşmişti. Sonunda özürler edilmişti edilmesine ama Aladin bu fayton meselesini artık duymak dahi istemiyordu. Zabıtaların oluru olmadan neofayton sayfalarca teknik detay, düzenleme ve belediye kanunun arkasında gömülü kalmış oldu.

Günün akşamında aile yemek masasında oturup basit bir çorba ısıtmışlardı. Selma ve Taylan’ın moralleri yerdeydi. Kimsenin iştahı yoktu. Taylan’ın da üç gün sonra Amerika’ya dönmesi gerekiyordu.

Babası ekmeği bölerek onlara uzattı. “Boş verin oğlum, kızım. Bak şu adada son faytona binen aile olduk” diye hafifçe güldü. “İyi denemeydi ama olmadı napalım işte.”

“Yok baba daha ne olmadı, hemen havlu mu atıcaz? Çalışıyor işte gördük. Başvururuz güzel de boyarız falan.” dedi Selma

“Yine Devrim arabası gibi oldu Selma işte. Birileri ıhh dedi mi, yoluna taş koydu mu bu işten Bir şey çıkmaz.” dedi Taylan

“Afferin benim at gibi oğluma, aferin” diye annesi başını okşadı. Hınzırlık yapma sırası Ayşe hanımdaydı. Bu gibi durumlarda ailenin ne ihtiyacı olduğunu çok iyi bilirdi. Diğerleri kikirderken Taylan söze girdi;

“Ya anne ya bir de sen başlama.” diye sitem etti. Ama başındaki kara bulutlar kaybolmuş gülmenin eşiğine gelmişti.

Selma çorbasın bakarken “Artık benim abim öküz gibi güçlüdür diyebileceğim okulda. Havamdan geçilmez.” cümlenin sonunu getiremeden aile kahkahaya boğulmuştu.

*****************************

Dönüş uçuşu yine de Taylan için biraz buruk geçmişti. Yenilmiş hissediyordu. Teknik zorlukları geçip yine bürokrasi duvarına toslamışlardı. Önündeki altı ay kendini işine verdi. Konuyu bundan sonra pek açmadı zaten. Babasını durumu aslında iyiye gitti. Sesi o olaylardan sonra daha bir neşeli çıkıyordu. Bir bakıma yine hayata tutunmuştu. Selma olayları kastederek “abi üzülme hallederiz” diye gönlünü alıyordu arada. Ee ama kolay değildi unutması Taylan’ın, koca ada halkının önünde “eşeklik” yapmıştı.

Bir gün bu sefer öğlen vakti üçte vakitlice bir mail aldı. Mailde bir video linki ve sadece şunlar yazıyor ve sonu gülücükle bitiyordu.

“Gönderdiğim linke bak!”. O sırada işleri vardı ve yoğunluktan bakamadı.

Önündeki işleri toparladıktan sonra kampüste köşede bir kahve almaya çıktığında biraz gülerim belki diye kardeşinin gönderdiği linki açtı. Karşısında özel bir kanal ile yapılan röportaj çıktı, kardeşiyle yapılan bir röportaj.

“Evet Selma hanım, genç bir girişimci olarak adadaki fayton kültürünü geri getirmeyi başardınız. Bu yeni faytonunuzdan bahsedebilir misiniz? nasıl oldu bu iş?” mikrofonu Selma’ya uzattı. Selma sırıtıyordu.

“Kolay olmadı Zehra hanım, ilk prototipimiz hatta hala at kullandığımız için çok fazla sosyal dirençle karşılaştı. Millet açıkçası artık bu saatten sonra atları faytonla ilişkilendirmek istemiyordu. Fakat bir taraftan da güzel bir kültür parçası faytonlar. Nal sesleri falan. Biz de bunu yaptık.”

“Fikir sizden mi çıktı? Süreç nasıl işledi açıklar mısınız?”

“Eee fikir benden çıktı tabi” dedi Selma.

Amerikan’ın ortasında Taylan “Vay namussuz!” diye bağırdı.

“Yok yok şaka yapıyorum fikir kolektif olarak ortaya çıktı. Asıl ilk fitili ateşleyen şu anda bizi izleyen Amerika Caltech’de okuyan Taylan Eğilmez, yani abim. Ben latife olsun diye öyle şey dedim, aramızda bir şaka. İlk prototipi de onla yaptık.” dedi Selma düzelterek.

Taylan güldü. Muzip kardeşi hayatının en iyi trollemesini ona karşı yapmıştı. Alıcağın olsun Selma diye iç geçirdi.

“Sanırım yerel zabıta ekipleriyle bir münakaşa olmuş.” mikrofonu tekrar Selma’ya uzattı spiker.

“Evet o kadar iyi oldu ki ilk başta atın yeni tip faytonu çekmediğine inandıramadık. Abim atı bırakıp faytonun önüne geçince tabi çok şaşırdılar. Sonrası biraz istenmeyen geride kalmış olaylar boş verin.”

“E o zaman şimdiye gelelim. Bugün faytonu bir at çekmiyor ama bir o kadar da ilgi çekici”

“E evet şöyle düşündük efendim; Fayton kültürü at sesi hareketleri ve o güzellikle özdeşleşik. Benim de Mimar Sinan güzel sanatlardan bitirme çalışmam basit robotlar diyebileceğiniz otonom mankenler üzerineydi. Atlara eziyet edilmesini ben de istemem o yüzden biz de bu kültürü geleceğe taşıyalım dedik. Bir taraftan da bu işin sanat kültür tarafı var oturduk Mimar Sinan’daki arkadaşlarla şu arkadanızda gördüğünüz sanatsal otomatonları yaptık. Basit şeyler birkaç motor yardımıyla kafalarını çeviriyorlar kişniyorlar falan.”

Arka tarafta bir tane at benzeri konstrüksiyon duruyordu. Havada süzülen ayakları bir aks yardımıyla Taylan’ın çok iyi tanıdığı neofaytona bağlanıyordu. Faytondan bu sefer bir sürü daha penumatik basınç kablosu çıkıyordu. Taylan penumatik kabloları göz ucuyla saydı, en az dokuz. Demek ki motordaki diğer çıkışları da kullanmışlardı. Atın vücudu ise Selma’nın kullandığı programlanabilir elbise ile kaplanmıştı. At hareket ettikçe üstü de sanki kaslar hareket ediyormuş illüzyonunu veriyordu.

“Çocuklar bayılıyor ama galiba.”

“Siz olsanız bayılmaz mısınız? Penümatik kablolar yardımıyla at hareketlerini araçtaki otuz altı eklem ile verebiliyoruz. Bir anlamda kukla atlar bunlar. Yere bastıklarında da çat çat nal sesi çıkarıyorlar. Bütün bunları da ilk prototipimizde aldığımız vücut hareket bilgileriyle yaptık. Yani bu sistem bir atın tüm hareketini taklit ediyor.”

At dediği değişik renklere boyanmış rengarenk bir şeydi. Bir taraftan kaburgaları görünüyordu. Üstüne bir kumaş elbise geçirilmişti. Gerçekçi bir at yapma kaygıları yoktu. Yine de akıllı elbise üzerinden oluşan kas hareketi ilüzyonu olabildiğince gerçekçiydi.

“Şimdi arkamızda gördüğünüz orijinal olan prototipe yaptığımız ekleme. Üniversitede üç tane daha yapılmakta olan var. Resim heykel bölümündeki arkadaşlar projeyi çok sevdiler ve tuvalleri olarak kullanıyorlar. Yakın çok değişik şeyler ortaya çıkacaktır. Ben açıkçası kışın bir tane ren geyiklisini görmek istiyorum.”

“Proje sahiplenildi dediniz. Bu projenin bir de sosyal yönü var öyle değil mi?”

“Evet ilk prototipi yapmamıza yardımcı olan Kavur Sanayi mühendislerinden Murat Özok abimin çocukluk arkadaşıydı o zaten baştan beri projeye dahildi. Şimdi yeni prototipleri onla birlikte geliştiriyoruz. Kendisine ve mühendislik ekibine minnettarız. Birçok üniversitenin mühendislik ve yapay zeka bölümünde de ilgi gösterdi. Öğrenciler ileride daha değişik şeyler de denemek istiyorlar.Öte yandan Mimar sinandaki arkadaşlarda tasarımlarıyla parallelde birşeyler deniyorlar. Yani bir bakıma bir mühendislik ve tasarım çatısı oldu. E tabi bir de atlarla ilgili sosyal sorumluluğumuz var. Bu faytonları sponsorlarla bedelsiz olarak veriyoruz ama faytoncuların kazançlarının belli bir bölümü sahipsiz atların beslendiği bir at çiftliğine gidiyor. Bu yüzden katılan herkes çok hevesli.”

“Peki sırada ne var?”

“Yerli bir motor herhalde, ilk teknik adımımız bu olacak. Bir de Veli efendi hipodromunda Gazi koşusunu açmak için bir teklif aldık. Bu yaz havalar düzelince bir at festivali de düzenlemeyi düşünüyoruz. Yani bence olasılıklar sınırsız.”

“Anladım çok ilginç gerçekten. Peki röportajı sonlandırırken söylemek istediğiniz son Bir şey var mı?”

“Evet var. Caltech’deki abime seslenmek istiyorum. “Kameraya dönerek sanki Taylan’ın gözlerinin içine baktı.”

Abi bak çözdüm sorunu canını sıkma artık.” dedi gülerek Selma ve röportaj sonladı.


Amerika’da gözü sevinçle dolan bir doktora öğrencisi o sırada çocuksu bir heyecanla ailesine ulaşmaya çalışıyordu.

Oy kullanabilmek için giriş yapmalısın. Eğer üyeliğin yoksa buradan kayıt olabilirsin.

Hızlı Yazı Geri Bildirim Tablosu

İkonların üstüne getirerek anlamlarına bakabilir,tıklayarak geri bildirimde bulunabilirsiniz.Ayrıntılı açıklama için "Sembol Kütüphanesine" başvurun.Verilen puanlar geri alınamamaktadır.

  • Hikaye Temposu Düşük
    Hikaye Temposu Düşük
  • Yavaşla Biraz Dostum!
    Yavaşla Biraz Dostum!
  • Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
    Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
  • Hikaye fikir için fazla kısa
    Hikaye fikir için fazla kısa
  • Hikaye fikir için fazla uzun
    Hikaye fikir için fazla uzun
  • Tam zamanında!
    Tam zamanında!
  • Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
    Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
  • Detay Eksikliği
    Detay Eksikliği
  • Detay Fazlalığı
    Detay Fazlalığı
  • Güzel Ayrıntılar
    Güzel Ayrıntılar
  • Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
    Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
  • Ortalam fikir ama iyi uygulama!
    Ortalam fikir ama iyi uygulama!
  • Bıçak gibi keskin uygulama
    Bıçak gibi keskin uygulama
  • İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
    İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
  • Komik!
    Komik!
  • Güçlü Sembolizim
    Güçlü Sembolizim
  • Kör gözüne parmak
    Kör gözüne parmak
  • Gönderme Bağımlısı
    Gönderme Bağımlısı
  • Sağlam Kökler
    Sağlam Kökler
  • Zamansız
    Zamansız
  • Teknoloji Açıklama Kitapçığı
    Teknoloji Açıklama Kitapçığı
  • Derin ve Canlı Karakterler
    Derin ve Canlı Karakterler
  • Tek Boyutlu karakterler
    Tek Boyutlu karakterler
  • Stereotip Karakterler
    Stereotip Karakterler
  • Seçilmiş Kişi Sendromu
    Seçilmiş Kişi Sendromu
  • Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
    Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
  • Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
    Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
  • İlham verici
    İlham verici
  • Taze Fikir!
    Taze Fikir!
  • Sürükleyici!
    Sürükleyici!
  • Mükemmel bir Yolculuk
    Mükemmel bir Yolculuk
  • Fazla Düz Anlatım!
    Fazla Düz Anlatım!
  • Yaşanabilir Atmosfer!
    Yaşanabilir Atmosfer!
  • Bu Gezegende Yaşam Yok!
    Bu Gezegende Yaşam Yok!
  • Enteresan Burgular/Ayak oyunları
    Enteresan Burgular/Ayak oyunları
  • Fazla Tahmin Edilebilir
    Fazla Tahmin Edilebilir
  • Seri Üretim
    Seri Üretim
  • Tanrının Eli!  Deus Ex Machina
    Tanrının Eli! Deus Ex Machina
  • Umut Vadediyor
    Umut Vadediyor
  • Başyapıt!
    Başyapıt!
  • Kötü Fikir
    Kötü Fikir
  • Yakıt/Fikir Az
    Yakıt/Fikir Az

1 Comment

  1. Reply

    Burak genel olarak kısa cümlelerle yazıyor. Diyalogları bolca kullanıyor ve hareketli öyküler yazıyor. Bunu aslında seviyorum ama çok diyalog ve az tasvir bazen okuyucunun konuyu anlamasını zorlaştırabiliyor.

    Diyalog derken günlük konuşma dilinin bolca kullanımı iyi mi olmuş yoksa kötü mü karar veremiyorum.

    Taylan enerjik, idealist, hafiften asabi ama iyi niyetli ve sempatik bir tip. Yani tam bir Burak olmuş ama diğer karakterler de ara sıra Buraklaşıyor. Yani Buraklar Burak’ın öykülerini ele geçirmiş. Bence Burak’ın öykülerine biraz deburakification lazım. Karakterlere biraz farklı kişilikler kazandırılabilir.

    Selma neden uzatmalı okuyor? Mekanik at yapabilen bir öğrenci bence gayet başarılı bir öğrencidir.

    Neofayton’un nasıl çalıştığı biraz daha ayrıntılı anlatıma ihtiyaç duyuyor. Çocukların Ragıp Amca ile konuştuğu sahne bence bunun için çok uygun. Taylan burada makinenin nasıl çalıştığını çok basit bir şekilde okuyucuya anlatabilir.

    Okuyucunun aklını karıştırabilecek, çıkarılabilir duran bazı eklentiler var. Mesela neofaytonun “üstündeki kırmızı şerit”in ne işe yaradığı belli değil.

    Murat Selma’ya “çok büyümüşsün” deyince sanki ona karşı bir ilgisi oluşuyor gibi anlıyorum. Selma da öykünün sonunda Murat’ın yanında çalışmaya başlıyor. Bu ikilinin ilişkisi ne boyutta, açıklama getirilsin 🙂 Eğer varsa okuyucuya hafiften hissettirilebilir.

    Öyküde çözülmeyen sorunlar var. Birincisi babanın işini kaybetmesi. Selma’nın mekanik atı yapmasının babasının hayatına nasıl bir etki yaptığı anlatılmamış. İkincisi de Taylan’ın idealistliğinin bürokrasi duvarına çarpması. Taylan aslında kendini anlamayan küçük çaplı bir memurun kararına yeniliyor. Selma mekanik bir at yaparak bunun etrafından dönüyor ama temelde bu sorunu çözemiyor. Bu aslında üzücü bir son. Ama madem sorunu çözemiyor, bence o halde mekanik atın gerçek atlardan daha üstün olması gerek ki en azından kişisel olarak bir doyuma ulaşsın. Bu yüzden belki mekanik atın gerçek atlara avantajlarından bahsedilebilir.

    Ben genel olarak öyküyü sevdim. Hayatın içinden bir havası var. Bana bilimkurgu yazmak için illa uzaya çıkmaya ya da zamanda yolculuk yapmaya gerek olmadığını söylüyor. Günlük sıradan bir haberden bile bir bilimkurgu öyküsü çıkarılabilir ve bu çok yaratıcı bir şey.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these <abbr title="HyperText Markup Language">HTML</abbr> tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.