Afyon Kartalı
“Hadi karışmıştır artık komutanım iç artık şu çayı, bana fenalık geldi vallahi” dedi Osman Ağa gülerek. Yaz güneşi Afyon dağlarının ilerisinde batıyor, kızıl ışıkları iki katlı ferah evin açık balkonunda iki adamın yüzüne vuruyordu. Karşısında oturan Selahattin asker traşlı, kıraç saçlı uzun bir adamdı. Her zaman giydiği sivil akşamlık ceketini dikkatlice yan iskemleye asmış, önündeki çay ile oyalanıyordu.
“Kusura bakma Osman Aga ,aklım başka yerlerde”
“Havada mı?” diye güldü Osman Ağa. Kendisine köyde Osman Ağa dense de ,Osman 25 yıl önce devletin kentten köye proje fırsatını değerlendirmiş bir biyomekanikçiydi. Aklı konu muziplik olduğunda zehir gibi çalışırdı. Şimdide yakın arkadaşı Afyon jet üstünde çalışan Albay Selahattin ile aklı sıra mesleği dolayısıyla dalga geçiyordu.
Selahattin güldü.
“Vallahi öyle napalım, bizde de malzeme bu”
Çayından bu sefer bir yudum almış, biraz önceki gergin hali kaybolmuştu.
“Yine şu Afyon Kartalı yaklaşıyor işte. Takımı çalıştırıyorum da, yine sondan birinci gibiyiz. Atlardan anladığın kadar şu işten de anlasan direk seni sokardım Aga”.
On yıl önce 30 Ağustos kortejine çıkacak at sakatlanınca mecburi bir tanışma yaşamışlardı. O zamanın çakı gibi Atatürkçü genç yüzbaşı jetten inip ata binmek zorunda kalmıştı. Kortej antrenmanları sırasında atın ayaklarında iltihaplar çıkınca yakındaki en bilgili kişiye danışılmıştı. Yerel baytar fayda etmemiş az daha atı vurma durumuna gelmişlerdi. Başta “Ağa” lakabı olduğu için Osman Ağa’dan haz etmemiş ama sonrasında konusundaki bilgisiyle onu cezbetmişti. Çiftliği hiç de öyle ağam paşam ile yönetmiyor en üst düzey teknoloji ile tarım yapıyordu. Atın ayağına 3 boyutlu yazıcıdan yaptırdığı platin ile iyileştirmiş hem atın hayatını kurtarmış hem de uzun yıllar sürecek bir dostluğa ilk temelini atmıştı.
Selahattin karadenizliydi, yine de bu feodal saçmalıklardan haz etmediği için hafifçe takılma ve o ilk hafta yaşadıkları sürtüşmeye atfen ona herkes gibi “Ağa” değil “amca” anlamındaki “Aga” derdi. Bozkırda dengi dengine insan bulmak şöyle dursun bazen iki kelime edecek adam bulmak bile zordu. İkiside bu bakıma kendilerini şanslı hissediyorlardı.
“Biliyorum sokardın ama her düştüğün kuyudan sen ben çıkaramam komutan. Şimdi çayını içte biraz rahatla. Mesai zamanı mesai yaparsın” diye gülerek konuştu.
“Ya biliyorum iş falan mesai bitiminde bitmeli ama çocuklar çok uğraşıyorlar aklım onlara kayıyor. Sonra gidiyoruz oraya milletin karşısına elin Almanı, Japonu geliyor bizi kendi toprağımızda yenip gidiyor. Hayır yine yensinler de sonuncu olmasak bari, çocukların morali bozuluyor. Bazen keşke hiç olmasaydı diyorum bu yarışma.”
Osman Aga , Selahattin’e baktı ve başını sağa doğru bu sözleri tasvip etmediğini belirtircesine eğdi.
“Aaa olur mu komutan o zaman Kimiko yenge ile nasıl tanışacaktık. Ayıp oluyor ama” dedi gülerek Osman Aga.
“Biliyorum biliyorum, doğru tabi. On kere anlattın on yıl önce Japon takımına nasıl misafirperver davrandığını sonra denk getirip bir biyomekanik konferans için nasıl Japonya’ya davet edildiğini falan. Sizinkisi tam bir kader.”
“E komutan, o yarışma olmasa gelir miydi dünyanın en iyi yapay zeka uzmanlarından biri Afyon’a? Anca kaplıcalara gelirlerdi, yarım gün dinlenmeye. Sadece kader deyip geçme o hikaye alengirli.”
“Doğru, doğru sözümü geri alıyorum yarışma buraların baya çehresini değiştirdi. Sahi Kimiko yenge nerde?”
“İşte bizim dağda bir yer aldık ya geçen yıl. Orada çalışıyor. Misafirleri falan götürebildiğimiz aile kaplıcası yapcakmış güya. Japonya’da var böyle yerler. Değişik kafalar valla. Osaka’da bir taneye kayınpeder götürdü, çok ilginçti. Şu bizim süper soğutulmuş dağ bilgisayarı serverinden çok uzakta değil. Yani uluslararası yapay zeka merkezinin biraz ilerisinde. Yedi yirmi dört bilgisayarla çalıştıkları oluyor. Biraz başka bir şeyle uğraşması hoşuma gidiyor açıkçası.”
“Sen de ineklerle öküzlerle tek başına” diye güldü Selahattin.
“Hee işte ‘insan’ uğramıyor ki yanımıza hep öküzler” diye lafı gediğine oturttu Osman.
Selahattin sinirlenen Afyonlu karşısında katıla katıla güldü.
“Sen bakma ilk yarışmalar başlamadan önceki haline buranın. Yoksa neerdeee Japon sevgili ,nerdeeee süper bilgisayar. Köprüyü inşaat etmek için Türkiye’de üstünde kafa tokuşturacak iki inatçı keçiyi bulmak gerekiyor öncelikle.
“Şu olayı diyorsun, hani şu bakanla komutanın sonrada bir öğretmenin dahil olduğu olaylar.”
Osman Aga bu konuyu çok severdi hemen yine yüzü gülümsemeye başladı.”
“Bak bak dilimi açmaya mı çalışıyon sen? yaa bence şu topraklardaki en komik olaylardan biri. Şimdi Cumhuriyetin 100 yılını kutluyoruz. Afyon tabi Cumhuriyetin kazanıldığı topraklar önemli falan ama pek bir yatırım yok. Yine de yüzüncü yıl yani bir şeyler yapmak lazım diye icabeten bakan gelmiş.”
“Hemen bizim hava kuvvetleri komutanlığını arıyor tabi sanayi bakanı öyle değil mi? Alın şu süvari-2 IHA larını bir gösteri falan düzenleyin.” diye tamamladı Selahattin.Bildiği yerleri hızlı hızlı geçmek istiyordu
“Aynen öyle 29 ekim yaklaşıyor. İlk plan konuşmalar yapılacak, IHAlar uçacak sonra istiklal marşı ve kapanış. Çay?”
“Lütfen evet ama çok koyu olmasın sonra uyuyamıyorum.” Çaylar dolarken iki adam da çocuk gibi birbirlerinin masalını tamamlıyorlardı. Kolay mı bu topraklarda gülmek.
“Sonrası işte konuşmalar yapılmış falan. Bana da babam anlatıyor, ben daha o zaman 22 yaşındayım İstanbulda üniversitedeyim. Babamın bana anlattığı gibi aynen anlatıcam, hep gülmekten kırar geçirirdi bu hikaye beni. IHA’lar çıktı meydana anıt parkın oradan kalkacak güya sonra da etrafta uçakacaklar. Başladı IHA’lar havalanmaya. Süvari 2 leri biliyorsundur hantal 2 metre büyüklüğünde kuadrotorlardı kalktılar yerden havalandırlar.”
“Hatırlamaz mıyım, Süvari 2 leri bu hikaye akademide de alttan alttan hep anlatılır. Hiç sansürsüz dinlememiştim ama.”diye sırıttı.
“Merak etme Komutan bu hikayede çok biplemmesi gereken yer var ve hiç biri cinsellikle ilgili değil hahaha” diye güldü Osman.
“Neyse efendim araçlar kalktı havalandı ve şöyle bir 400m yükseldi. Ama bir şeyler düzgün gitmiyor hava rüzgarlı, araçlar havada yalpalıyorlar. Havada 4-5 tane uçuyor ama öyle koreografi falan hak getire. Garip gurup hareketler yapıyorlar zaten çirkin mi çirkinler. O zamanlarda bile zaten yaşları 3-4 gibi demode olmuş şeyler.”
“Tabi askeri sanayi çok da güzel olmalarına gerek yok ama biraz böyle dandik şeylerdi hatırlıyorum.Yan sanayi ürünü gibi duruyorlardı”
“Evet evet bir de utanmadan yüzüncü yıl için getirmişler. İnsan bir kırmızı beyaza boyar falan. Süvariler zar zor tekrar tören merkezinin ortasına indi ve sanayi ve teknoloji bakanı konuşmaya başladı ‘…yüksek teknoloji ürünü bu IHAlar ile gökyüzüne hükmedeceğiz…’ demeye kalmadan arkada bir ses yükseldi.
‘Ulan bu mu yüksek teknoloji kendi götünü toparlayamıyor havada’ bir gülüşmeler bir gülüşmeler.
“Millet kıkır kıkır gülüyor bakan devam etmeye çalıştı konuşmalar. ‘Cumhuriyetimize layık teknoloji ve bilgi birikimi ile gökler Türk kartalının gücünü görecek….’.
“Öyle havaya çıkıp inmeyi youtuber çocuklar bile yapıyor. Sıkıysa şuraya gönder de görelim. Utanmazlar harcamışlar paraları tabi, yine gelmişler 5 yıl önceki bayramlıklarını giyip bize caka satıyorlar. Bari yüzüncü yılda yapmasaydınız” Homurtular arkadan gelmeye devam etti. Millet “evet yahu ayıp” minvalinde bir şeyler söylemeye başlıyor.
“Ne diyorsun kardeşim sen, bunlar son model ürünlerdir. Siz istediniz diye oradan oraya uçuramayız. Beğenmiyorsan git hemşerim. Allah bilir nerden geldin provokasyona”dedi bakan mikrofondan. Kızmıştı ve hükümetin verdiği desteği arkasında hissediyor kendini birebir muhatap alan adamı gözleriyle arıyordu. Tekrar konuşunca onu bulmakta pek zorlanmadı.
“Bakan Bey…Bakan bey ben burada 26 yıllık öğretmenlik yapan Sertaç Kemerci, buradaki gençlerin çoğu tarih dersini benden almıştır. Tabi siz son olarak tarih ve coğrafya derslerini lüzum yok diye birleştirince yarı zamanlı gibi olduk emme tam zamanlı bir Afyon’luyum. Doğduğum yer Van ama doyduğum yer burası. Sizin gibi gelip geçer hiç değilim.”
“Aha işte ne olduğun belli oldu Van’lıymış. Provokasyonlarınızı başka bir yerde yapın biz bir bayram kutlamaya çalışıyoruz. Neyse.” Tabi bu sırada komutanın ona kaş göz işareti yaptığını görmedi bu.
“Bakan bakan…Sertaç öğretmen buranın en sevilen hocasıdır. Sen aklını başına devşir. Biz şu IHAların oradan oraya uçmasına değmez miyiz yani?” dedi arkadan biri. Eski yaşlı bir teyze öğretmenine sahip çıkmıştı.
“He ya şuradan şuraya uçursanız nolur. Madem teknoloji harikasi Uçsun da görelim.” esnafın tanınan sakinlerinden biri sesini yükseltmişti. Tabi bakan kim bunlar bilmiyordu o sırada ama işte bakan olmuşsun insan okumayı becerememişsin. Olacak iş mi?
“Size bir şey kanıtlamak zorunda değilim. T.C. teknoloji bakanı olarak en son teknoloji bu napalım.”dedi bakan.
“Kaleye uçur da görelim…. Yüzüncü yıl bu…..Burası Afyon” bir sürü ses arkadan yükseliyordu.
Komutan o zaman yanındaki bakana baktı. “Salak mısın oğlum sen bakışı” atmış görenler öyle söylüyorlar. Herkes sustu Sertaç öğretmen konuştu.
“Bir şey daha diyeyim Bakan şimdi sen bunları programladın ya. Ver kontrolünü şu çocuklara aha buradakilere de onlar ne yapıyor bak gör. Bize fırsat lazım, emeği biz veririz.”
Görenler diyorlar ki bakan’a komutan “İnat etme bakan, seni burdan ben de kurtaramam taşa fazla balta salladın.”
Bakan yavaş yavaş gücünü ortamda kaybettiğini anladı. Aslında herkesin bir anlamda bu durum hoşuna gitmiş, kalabalığı canlandırmıştı. Bayık bir tören yerine şimdi gerçekten bir şeyler oluyordu.
“Yap dedik…” “parası neyse veririz….” “burası Cumhuriyet’in kazanıldığı topraklar…” diye arkadan bağrışlar duyuruldu. Bakan mecbur komutana döndü işareti verdi. Komutan gözleriyle yapmayalım bak sıkıntı çıkacak bakışı atsa da tepesi atmış bakan daha fazla kimseyi dinlemek istemedi.
“Yap işte uçur kaleye de dosta düşmana nasıl araçlarımız olduğunu göster. Aha tamam mı uçuruyoruz bakın. Şimdi İHAlarımızdan biri Afyon kalesine iniş yapacak.”
Araç yerden kalktı Afyon’un merkezinden 400 m uzaklıkta 600 m kot farkı olan Afyon kalesine doğru yola çıktı. Hava ama nasıl rüzgarlı bir şeyler yine araçlar zorlanıyor. Babam Aracı gözleriyle tam tepeye varacakken görüyor güç bela.
“İşte bakın inmek üzereyiz” demiş boşboğaz bakanın konuşmasıyla çaaaat bizim IHA Afyon’un kayalıklarına yapışıyor. Gürültü yok ama herkes bir şaşırıyor. Sonrasında bir gülüşme.
“Heee yaaa çok güzel indin bakan” diyor arkadan biri.
“İniş güzelde çıkış nasıl olur artık bilemeyem” diyor arkalardan biri gülerek. Herkes kıkır kıkır.
Bakan mosmor, kızgın. Operatörlere kızıyor.
“Arkadaşlar tamam gördüğünüz gibi çetin şartlar IHA’larımızı zorluyor. Törenimizi de noktalama kısmına geçmek istiyoruz.”
“Komutan ne biçim alet bunlar çatırt diye bozuldu, bu mu düşmana korku salacak.”
“Bakan söz verdin….oraya inilecek dedin…sözünü tut” konuşan Sertaç öğretmen bıyık altından gülüyor.”
“Yahu rüzgar var. Görmüyor musunuz?! Devletin malı değerli” diye sitem ediyor bakan.
“Komutan düşmanla sadece rüzgar olmadığında mı savaşacaksınız.” diye taş atıyor biri arkadan.
Kuvvet komutanın yüzü düşük. Afyonlular onu sınıyor, buna izin veremez. Kaldırtıyor ikinci İHAyı üçüncüyü de arkasından. Göndertiyor Afyon kalesine beklemeden. Rüzgar hala şiddetli esiyor. Bu sefer ilk IHA üstten yaklaşıyor, yukarıdan bir kartal gibi konacak kaleye.
Pat bir ters rüzgar daha! Aleti 100 m geriye doğru atıyor. Operatör genç asker birden panik yapıp köklüyor gazı. Alet kayalıklardan patlıyor.
Millet kıkır kıkır gülüyor. ”Üçüncüyü de gönder üçüncüyü!!” diye bağırıyorlar. Üçüncü zaten havada komutan, bakan zavallı genç askere milletin önünde bağırıyor. Asker bu sefer sağından tırmanıyor Afyon kalesine. Yavaş yavaş yukarı doğru tırmanıyor kaleye yaklaşıyor. Ulan hikaye bu ya tam bacakları yere değdirecek, yalpalıyor. Rotor bir tarafa bacaklar bir tarafa patlıyor. Şans işte.
“Ben sizin yapacağınız işi.” diye kızıyor Komutan.
“Arkadaşlar dediğimiz gibi rüzgar ve çetin şartlar İHAlarımızı zorluyor. Mecburen burada bu töreni…”
Tam bu sırada sahneye beyaz kıyafetler ile bir Japon çıkıyor. Millet bir anda susuyor. Ulan bu ne! İşler iyice garipleşti. Yanında da Türk olduğu belli olan biri. Sonrasında öğreniyoruz meğerse bir Japon turist kafilesiymiş. Adam japonca bir şeyler söylüyor yanındaki Türk de çeviri yapıyor.
“Merhaba saygıdeğer Afyon halkı, İsmim İşhiro Kanedesan. Yaptığını yerel yarışma bizi çok cezbetti ve günün anlam ve önemi dahilinde saygıdeğer büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ü onurlandırmak amacıyla ben Tokyo üniversitesi temsilcileri olarak yarışmanızda yer almak istiyoruz. İnsansız hava aracımız komutanlarınız da uygun görürse bavullarımızda.”
Bunu diyerek elinde bir kaç dokümanı şaşkın bakışları altında kuvvet komutanına uzattı. Şimdi kim onun geçmesini izin verdi, erler biraz acemiydiler yaşlı Japona izin mi verdiler sahneye çıkmasına bilmiyordu babam. Sonrasında öğrenmiş olanları; Bunlar uzaktan olanları izlerken rehberleri Gazi Bey’e soruyorlar burada ne olup bitiyor diye. Arka arkaya patlayan IHA’lar milletin gülüşmeleri falan tabi gayet ilginç. Gazi Bey de diyemiyor bu geri zekâlı bakan ve Afyon halkı inatlaşıyor diye.
“Bir IHA yarışması var Ishiro San.Afyon kalesine ulaşmaya çalışıyorlar.”diyebiliyor Gazi Bey.
“Peki niye bu kadar hata oluyor niye patlıyor bu IHA’lar”.Gazi Bey de utancından;
“Yarışmanın amacı afyon kalesine en yakın uçuşu gerçekleştirmek. Puan bazında bakılıyor konabilirseniz sonunda ekstra puan alıyorsunuz. Dolayısıyla o çakılan İHA’larda puan aldılar. Afyon kalesinin etrafında rüzgar alanı çok çetindir, bu bile başarı olarak görülür.”
Ishirosan bu durumdan etkileniyor. Kendisi de Tokyo üniversitesinde otomatik kontrol kısmında profesör. Bu yolculuğa da basit bir kuadrotor getirmiş.
“İzin verilirse ben de bir deneme yapmak isterim. Çok güzel bir yarışmaymış.”
Gazi bey nasıl olur falan demeye kalmadan yaşlı inatçı Japon profesör kalabalığı yarıp sahnede konuşmasını yapıyor. Dikkat edersen herkes inatçı herkes atara atar gidere gider bu olayda.
“He ya bu ne inat şu topraklarda. Sanırım toprak çekiyor bu inatçı milleti buraya. Türk veya Japon fark etmiyor.” diye güldü Selahattin. Hikayeyi keyifle dinliyordu çayından artık hızlı hızlı yudumlar alıyordu.
Evet evet sanırım bir şey var bu topraklarda. Neyse efendim Komutan tabi nasıl olur falan derken bakan
“Hayır kardeşim ne yarışması ne katılımı. Saçmalamayın.” diye bir yükseliyor aradan.
“Mustafa Kemal dedi lan! Orayı anladık ,bırakın neye katılırsa katılsın nolecek! Adam nerden gelmiş bu mu misafirperverlik ” diyor kalabalıktan biri.
“He ya adamı bırakın denesin.”
“Saygıdeğer vatandaşlar Afyonlular…” diye söze giriyor komutan fakat nafile.
“Hele dur komutan, adam Gazi Paşayı onurlandırmak istemiş. Sen ne biçim askersin!” arkadan bağırışlar komutanın ve bakanın laflarını ağzına tıkıyor. Artık patlama durumunda durumunda halk ve durdurulamaz. Mecbur izin veriyorlar ve Japon adam kuadrotorunu küçük bavulundan gidip çıkarıyor. Küçük bir şey ama jilet gibi. Hatta kumandası kendisinden daha da büyük. Japon geniş ekrana aletin kamerasını bağlıyor ,herkes ilk defa canlı yayında nereden uçtuğunu görecek.
Nefesler tutulmuş bekleniyor. O meydanı hiç o zamana kadar bu kadar sessizleşmemiş.
IHA kanatlarını açıyor, Afyon kalesine doğru uçuşa geçiyor. Yaklaşıyor dağa baya millet “oohaaa” falan sesleri çıkarıyor. Birden ters bir rüzgar ama anında yaşlı Japon müdahale ediyor kıvrak şekilde yeniden doğruluyor. Biraz daha tırmanıyor birden hafiften biraz çarpıyor. Tek motorda sıkıntı var belli ama alet yükseliyor…yükseliyor. Sonrada afyon kalesinin tepesinde külçe gibi çaaat diye oturuyor.
Millet sessiz, japon tercüman Gazi beyle göz göze geliyorlar. Japonca bir şeyler söylüyor.
“Ishiro Bey ,puanlamanın nasıl yapıldığını kaçıncı sırada olduğunu merak ediyor.” diyor kalabalığa sahneden.
Birden ortalık mahşer yerine dönüyor.Babam diyor ki ben hiç o kadar Afyon’da bağırıldığını görmedim.
“JAPON JAPON JAPON!!” herkes gülüyor, herkes mutlu. Adamı resmen sahneden söküp omuzlarına alıyorlar. Adam şaşkın sanki akıntıya kapılmış gibi, ama sonrasında yüzünde tabi mutluluk. Arada marşlar okunuyor. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşaa!!!” sözleri eksik olmuyor. Bakan, Komutan şaşkın ama onları dinleyen de yok artık. Adamı Birlik caddesinde kalabalıkta gezdiriyorlar, yere indirdiklerinde kucaklayıp öpüyorlar, sarılıyorlar. Sonrasında Japon ziyaretçi izafiyet geçirinceye kadar doyurup Gazi Bey’e devamlı şunu da söyle onu da söyle diye şeyler söyletip gülüyorlar. Kimsenin Afyon dağında parçalara ayrılmış İHAlar falan umrunda değil.
Yerel bir gazete o sırada Ishıro ve kafileyle ne düşündüklerine dair röportaj yapıyor “Çok memnun olduklarını böyle özel bir günde burada olmanın çok büyük bir şans olduğunu. Bu yerel ‘Afyon kartalı’ yarışmasının gerçekten çok güzel bir fikir olduğunu, yerel halkın sevgi gösterilerine layık olmaya çalıştıklarını ve bir sonraki yıl tekrar yarışmalara katılacaklarını” belirtiyorlar.
Sonrasında bildiğin gibi Tokyo News da deniz aşırı bir gazetede en arka sayfada uluslararası haberlerde “Afyon Kartalı” yarışmasından bahsediliyor. Bizim ulusal basın bununla dalga geçer bir yazı yazınca bakanda mecbur kuyruğu titretmemek için “Evet gelecek yıl daha iyi düzenlenmiş bir afyon kartalı yarışmasıyla karşınızda olacağız” demek zorunda kalıyor.
Afyonlular biliyorlar ne mal olduğunu ama yarışmanın da tadı ağızlarında kalmış. Altı ay öncesinden yarışma komitesi kuruluyor, İsviçre ve Japon’ya bu yıl başvurmuş. Daha kurallar bile belli değil ama başvurular geliyor yani. Sonra ikinci yıldaki şamata başlıyor.”
“O kısmı birinci ağızdan dinledim, Onur komutandan.” dedi Selahattin.
“Birebir tanıştın mı ya? Gerçekten o kadar hınzır biri mi?” merak sırası Osman Ağadaydı.
“Hem de nasılsın. Bu ikinci yıl komitesinden yer alan genç bir yazılım mühendisiymiş. Birkaç arkadaşı da var geçen yılın fiyaskosundan sonra biliyorlar ki bakan bu yılı da öyle geçiştirmeye çalışacak. Yıllardır bekledikleri fırsat. İlk defa üstlerini ödenek ayırmaya ikna etmişler. Dolayısıyla bu yarışmanın devamlılığı onlar için önemli. Komite tabi apar topar toplandığından bunları da yarışma esaslarını belirlemekle görevlendirmiş.
Eee ne yapalım falan diye bir aralarında tartışıyorlar. Öncelikle kuralları düzgün oluşturalım gerisi gelir fikrinde mutabık kalıyorlar. Dünyada böyle yarışmalar nasıl yapılıyor araştırıyorlar ve ‘kapı’ denilen o bayrak sistemini hoşlarına gidiyor. Artık İHA’lar mevcut bayraklardan geçmeden irtifa ile yukarıdan dağa çıkarlarsa puan alamayacaklar. Sırayla gidip 10 bayrak yerleştiriyorlar dağa. Yeni kurala göre IHA en az 5 metrede yakından bayraklara değmeden geçmeli değerse sıfır puan. Bu da büyük boyuttaki İHA’ları sıkıntıya sokuyor. Son olarak da Afyon kalesindeki belirtilen iniş pozisyonuna konmalı.
Fakat pratikte olmasa da teoride bir sorun daha var. Geçen yıl rüzgarlı olduğundan milletin hoşuna gitmiş. Ters rüzgar falan yarışmaya heyecan katıyor ama bu yıl öyle olacağının garantisi yok. Sıkıcı şekilde İHA’lar kapılardan geçip son noktaya inebilirler. Onur Komutanın hınzırlığı ama bu noktada kendini gösteriyor. Gidip birkaç tane kuadrotor türbinini söküyor, 5-6 tane bayrak noktasına güç ünitesidir yerleştiriyor. Bir de gizliden bir uzaktan kumanda bağlantısı yapıyor. Ters rüzgarı ve komediyi kendi çapında garantiliyor anlayacağın.
Neyse efendim iki tane yabancı iki tane de Türk takımı ilk “resmi” Afyon Kartalı yarışmasında yerini alıyor. Yıl 2024, tabi bayram olduğu için yine bakan kürsüde atıp tutuyor; Biz yaptık biz ettik bu yarışmayı geniş gönüllülüğümüz ileri görüşümüzle biz organize ettik falan filan. Ama millet geçen yıldan biliyor, he he deyip bakanı geçiştiriyorlar. Tek tük alkışlayanlar var ama genel anlamda Afyon halkı konuşmadan sonra gelecek yarışma düdüğüne odaklanmış. Geçen yıl gelenler gelmiş bir o kadar daha duyan, anlatılan vatandaş alanı doldurmuş. Bu yıl hava sakin ve güneşli. Herkes bu yıl durum ne olacak diye merak ediyor.
Kurallar belirlenmiş, takımlara bildirilmiş. Bayraklar uzaktan gözüküyor. İlk takım bakanın Ankara’dan özel olarak getirdiği takım. Dev ekrana kuadrotorlarının kamera bağlantısını yapıyorlar. Bakan kendinden emin. Birinci olmasalar bile bu havada ne çarpışması , ne sıkıntısı yani öyle değil mi?
“Tabi tabi ama milletin bir beklentisi var.İş sıkıcı olursa yarışmanın tadı kaçar” dedi Osman Ağa
Selahattin komutan konuşmasına devam etti;
“Pastırma sıcağında ekrana bakıyor millet, havada bulutlar asılı kalmış. Tepede güneş. Herkes merak ediyor inceden bakanın takımı ne yapacak. Operatör pervaneleri çalıştırıyor, kuadrotoru çok düzgün şekilde havalanıyor. İlk bayrağın olduğu yamaca kadar uçuyor .Elektronik bayrak geçişi puanlıyor. Yaklaşık 4.5 metreden geçiyor tam 3.5 dk yolu almış ve ikinci bayrağa doğru yamaçtan tırmanıyor. Bakan ‘milli ve yerli takımımız hedefe doğru ilerliyor’ derken ikinci bayrağa artık kuadrotor çok yakın. Yaklaşıyor… yaklaşıyor… bu sefer çok daha kolay ve yakın bir geçiş olacak çok açıkta ikinci bayrak.
Yaklaşıyoooor…. yaklaşıyooooor….
Birden BAMM !!!! boşluğa denk gelmiş gibi düşüyor. Alt kısmını yere vurup, havaya sekiyor kuadrotor. Millet bir şaşırıyor ,bakan bir kızarıyor bir kızarıyor. Millet de bir gülüşme. Belli artık makinede bir şeyler var. Dört motordan bir pervane çalışmıyor artık. Uzaktan Onu Albay sırıtıyor, basıyor düğmelere gelişi güzel.
Japon ve İsviçre’li takımlar şaşkın. Neler olduğunu açık havada nasıl böyle bir şey olabileceğini anlamaya çalışıyorlar. “Unglaublich” yani inanılmaz demiş bir isviçreli hayret içerisinde. Hala bazı köylüler onu sayıklar durur her problemde. Yine unglaoblih oldu alet derler.
Neyse….Dayak yemiş makine üçüncü bayrağa doğru biraz ürkek bir hayvan gibi hareket ediyor. Operatör biraz endişeli makine zar zor uçuyor, risk almak istemiyor. Hedef kapılardan yavaş bir 5m den maksimum geçiş.
Artık üçüncü bayrak yakında. Kuadrotorun yaklaştığını görüyor millet,büyük ekrandan da mesafenin kapandığını ekrandan izliyor. 35m…15m….10m…..Sona yaklaştıkça ters bir rüzgar var ortamda. Üstesinden gelmek için hafiften dikleştiriyor operatör. Kuadrotorun aniden rüzgarı kesiliyor. O aldığı hızla alet Afyon kalesinin kayalıklarına kafayı atıyor.
Kalabalık çıldırıyor, gülüyorlar. Gün yine ilginç geçecek belli. Bakan diyor ‘Afyonun zorlu şartlarından 3. bayrağa kadar gelebilen takımımızı tebrik ediyorum.’ Herkes hala buna gülüyor. Tam bir politikacı gibi konuşmuş anlayacağın.
İsviçreli takım bağlıyor makinelerini. Alet kırmızı beyaz renkleriyle uçmaya başlıyor. Operatör az önce gördüklerinden sonra endişeli. Temkinli şekilde yaklaşıyor yavaşlıyor birinci direğe. Hafif bir rüzgar var ama 2.5 m den geçmiş hız kazanmak için 2. bayrağa doğru içeriden uçuyor fakat o da ne soldan ters bir rüzgar ve hoop bir takla atıyor alet. Genç İsviçre’li operatör “scheisee” ‘Hassiktir’ diyene kadar toparlıyor bir daha. Makine sağlam ama tüm takımlar da bu sefer gülüyorlar. Millet ardından tekrar pür dikkat.Ünlü üçüncü bayrakta yine o “garip” vakumla uğraşıyor takım. Şaşkın değiller ama makinelerini baya zorluyor.
O sırada tabi bizim Onur komutan tüm düğmelere asılıyor bildiği. Tabi deneyip de bildiği şey değil ama eski jet pilotu uçak nedir, aerodinamik nedir biliyor. Onun içinde bir oyun bu. Dördüncü bayrağa yaklaşırken isviçreliler garantici, yavaş ve emin şekilde yaklaşıyorlar. Dağın yamacında küçük bir anafora giriyorlar. Hızlıca çıkmaları lazım o noktadan ama yavaş gelmişler hızlanamıyorlar. Makine geriye doğru yalpalıyor bir taşa çarpıyor sonra Afyon kalesinden aşağıya doğru uçtuğunu görüyor millet. Kamera falan zaten ilk hasarda gitmiş. Görebilen gözle görüp anlatıyor.
Bakan İsviçreli takıma teşekkür edip üçüncü hava kuvvetleri takımına geçiyor. Takım zıpkın gibi ama araçları o kadar süper bir şey değil. Uçuruyorlar falan ilk bayrakta sıkıntı yaşıyorlar. Onur Albay acımıyor yerden yere vuruyor makineyi. İkinci bayrağın yarısına kadar giderken ruhunu teslim ediyor makine. Herkes yine de genç çocukları alkışlamış. Emek var o kadar, takımlara karşı bir garez yok. Olan inat bakana karşı.
Bakan yarım ağızla teşekkür ediyor. Hava kuvvetlerine verilen desteğe biraz bozulmuş. Japon takımına geçiyor sıra. Başlarında yine güler yüzlü Ishırosan var. Arkalardan birkaç kişi bağırıyor. “Ishıroooo!” “Japoooooon!!!”.Gülüyor hafiften.
Ishirosan operatöre emir veriyor, makineleri havalanıyor. Onur Albay yeminle ilk iki bayrakta da müdahale ettim diyor ama nafile. İlk önce hızlı ilk bayrağa yaklaşmışlar sonrasında da ikinci bayrakta temkinli bir geçiş yapmışlar. Genç Japon operatör gülüyor mutlu hiç sorunsuz çoğu takımda daha ileride ama Ishırosan hala konsantre. Üçüncü bayrağa çıkan yolda uzaktan iniş yapacaklar ama tam yakından yavaşlarken bir ters rüzgar oluşuyor. Operatör düğmelere basıyor ama ters bir “L” şeklinde savruluyor alet kayalardan birine çarpıp zarar görüyor. Yine de kaldırıyorlar yaralı kuşu. Japon operatör dördüncü bayrağa zar zor geliyor. Bir daha yamaca doğru vuran bir ters rüzgar zar zor son anda kurtuluyor. Beşinci bayrağa yavaş yavaş uçuyor. Artık son bayrak tepede. Kuadrotor yaklaşıyor her şey yolunda. Bir zafer edasıyla aya inişi izlercesine tüm Afyonlular ekrana kilitlenmiş durumda. Son 3 metre çat bir ters burgu rüzgar, Japon operatör afallıyor basıyor gaza. Aletin ters döndüğünü fark edememiş çaat diye kafa üstü kendi motoruyla giriyor bayrağa. Beşinci bayrağın olduğu yerde bir Japon enkazı var.
Millet alkışlıyor.Enkaza rağmen herkes çok mutlu.
Önceden belirlenen puanlar açıklanıyor ve Japonlar birinci. Takımlar birbirlerini tebrik ediyor ve kucaklaşıyorlar. Ortam süper, bakanı takan yok. Yine tabi ziyafet bütün gece takılmacalı bir gün Afyon’da. Gerçekten Cumhuriyet bayramı yani sadece yeni yabancı misafirlerle.
Asıl senin bilmediğin kısma geçiyorum Osman”
“He ya o akşam ne olmuş Onur Albay anlattı mı sana?”
“Anlattı, anlattı. Gece olunca biri Albaya yaklaşıyor ingilizce konuşuyor. ‘Merhaba nasılsınız?’ minavelinde. Karşısından Ishirosan varmış. Onur Albay kulağı kesiklerden. Önce bir geriliyor ama herhangi bir düşmanca tavır da sezmiyor.
Sonrasında tanışıyorlar, konuşuyorlar. Adam bir şekilde kalabalıkta bizim sırıtan albayı fark etmiş.
“Bugün yaptıklarınıza kızabilirdim ama iki Türk takımına da bize davrandığınız kadar sert davrandınız. Neden?”
“Orada dört takım değil 5 takım vardı Ishirosan. Afyon’un bir karakteri var. Sarp ve erişilmez bir kalesi var. Ben sadece bu fikri korudum. Kendi takımlarımıza iltimas geçseydim bu hile olurdu doğru. “Afyon kartalı” yerel halk için çok iyi bir fırsat. İlk yıldan kolay bir hedef olursa ne takımlar için güzel bir yarışma ne de sürekliliği için bir istek olur diye düşünüp bir inisiyatif aldım. Fakat sizi üzdüysem tekrar özür dilerim.
“Özür dileyecek bir durum yok Onursan. Aslında düşünce şekliniz hoşuma bile gitti. Buraya gelirken temsiliyet ve davet sorumluluğu ile geldim fakat sayenizde insansız hava araçlarının Dakkar yarışıyla karşılaştım. Bir dahaki yıl da bence yaptığınız şekilde müdahaleler yapılabilir ama bunu sizin elinize bırakamayız.”
“Nasıl bir sistem var aklınızda?” diye sormuş Onur Albay. Sonrasında diyor ki Ishirosan’ı ilk defa bu kadar sırıtırken görmüş cevabı “sizin de belirttiğiniz gibi 5. bir takıma ihtiyacımız var ama insan olmasına gerek yok.”
“Hah işte orda dur Selahattin komutan! İşte bu hareket benim hayatımı değiştirdi. Kimiko yengen ertesi yıl gelip bu yapay zeka alt yapısını kuran takımdaydı. O yıl içerisinden konuşmalar yapılmış olay açıklamış ve yatırımlar Afyon’a akmaya başlamış. Bakan işin üstünü kapatırken bu kadar başka bir yere gitmesine sevinsin mi üzülsün mü bilemem işte. Ama naparsın olay uluslararası bir prestij haline gelince çok bir şey diyememiş.”
“Haha bunu bilmiyordum işte Osman Aga eee sen anlat bakalım.”
“Ya işte bunlar geliyorlar ama biraz sıkılıyorlar ortamda. Gezdirecek ağırlayacak birine ihtiyaç var. Beni buldular. Yeni bir şeyler deniyorum o sıra üretim bandında. Çiftlikte çok az zamanım var . Japoncam çat pat o zaman, makale okumak için bir iki ders almışım ama zor dil Selahattin Komutan! Şans bu ya Afyon’da nerdeee japonca bilen o zaman. Onur Albay rica etti ben de hayır diyememiş bulundum. Düşündüm icabeten grubu kısa öz bir akşam çıkarırım sonra işlerime devam ederim.Nerden bileyim Kimiko yengenin orada olacağını. Aşk beni bir çarptı o akşam. Hem de ne tokat, vay sen misin küçük hesaplar yapan. Oturduk kafileyle tanıştık ama Japon bir hanımefendi çok güzel sorular soruyor biraz ingilizceye dönüyoruz biraz japonca. Hem zeki hem güzel hem konuşkan… konuşuyoruzda konuşuyoruz. Sonra çiftliğe davet ettim napayım? Ne iş düşünebiliyorum ne bir şey, sonraki 3 hafta Japon takımının gayri resmi rehberi gibi takılıyorum.”
“Hahaha.İşte hayat insanın planladığı gibi gitmiyor gerçekten”.
“Evet hayatınkini bilmiyorum ama takımın planlarını biliyordum o sıra. Tabi ilk ağızdan neler planladığını dinleme fırsatım oldu. Bunlar bir süper bilgisayar getirtiyorlar Japonyadan. İnsan kişiliklerinin ortalamasını alan bir yazılımı var. İlk önce bazı insan denekleri tarıyorsun kişiliklerini yansıtıcı sorular soruyorsun ve durumlara verdikleri tepkileri inceliyorsun. Bunu bilgisayara aktarıp sonrasında bir yapay kişilik oluşturuyorsun aslında. O yıl bizim takımlardaki herkesi sırayla bilgisayara test subjesi olarak girdi. Ama işte ilginç taraf burada başlıyor; İshirosan Onur ile yaptığı konuşmadan çok etkilenmiş. Yapay zekanın Afyonlu olmasını istiyor. Yapay zekayı çeşitlendirmek için yüz tane Afyonlu çağırıyoruz ortama. Kimiko ile ama acayip flörtleşiyoruz bu arada. Üfff anlatsam.”
“Tamam Osman Aga ana konuya geri dönelim. Kimiko yengeyi sonra anlatırsın”
“Ya ama öyle dem Selahattin Komutan önemli ayrıntılar bunlar. İnsan anlatmayınca unutuyor. Bu hikayede hem aşk, hem gizem teknoloji her şey var işte” diye güldü Osman.
“Neyse efendim biz gidip şehirden ilk 20 kişiyi topluyoruz. İshikosan yaşlı kitsune. Kitsune de tilkinin japoncası diye düşün. Diyor ki gerçekten Afyon halkını anlamamız için gidip her kesimden insanı çağırmamız lazım. Biraz şüpheleniyorum falan beyin transferi bizi fişlemek istiyorlar falan diye ama yok bakıyorum sisteme özel bir şey görmüyoruz. Hatta Kimiko yengen hala güler bu olaylara; Sen benim ağzımdan laf almak için casusluk mu yapıyordun? o yüzden mi bana aşık oldun diye latife yapar.
Neyse biz en ucra köşelere gittik.En eski dedelerden tut,ara sokaklarda top oynayan yeni yetmeleri falan herkesi ekliyoruz sisteme. Sonunda dedi İshiko hadi test edelim.Ee nasıl yapcasz dedim.
Kızdır onu az bakalım gerçekten Afyonlu gibi mi kızıyor. Yahu birkaç şey dedim bizim yöreye ait ulan alet bana bir cevap verdi bir cevap verdi inanamazsın. O dedeler artık kapalı odalarda ne öğrettilerse o alete yuhh dedim ya. Tamam hala Turing testini geçemiyordu ama yine de o zaman için çok acayipti. Yani yapay zeka olduğunu biliyordun ama bir anlamda da bizden bir şeyler olduğunu da biliyordun. Başağı bu topraklarda boy vermiş belli. Biz ilk cevaplarından far görmüş tavşan gibi kalıyorduk. Ishırosan çok gülmüştü ilk denemelerde. O da hayta adam aslında bakma sen”
“Hala Afyon merkezde taramalar yıllık gerçekleştiriliyor. Geçen denk geldim yine meydanda. Çok seviyor millet ya, sanki yaşayan biri gibi davranıyorlar soru soruyorlar devamlı.”
“Aynen. Sonra biliyorsun dağ çok hoş sohbet olunca bir ad seçmemiz gerekti. ‘Selçuk’ dedi biri bu tepedeki selçuklu kalesi yüzünden. Biz de iyi peki diye devam ettik. O ad da ordan kaldı işte.”
“Ulan ne hikaye be. Şimdiye bakıyorumda neler değişti.”
“Çok da bir şey değişmedi be Selahattin, biraz ekleme şuraya biraz ekleme buraya.”
“Yahu olur mu ilk defa yapay zekalı eklemesi yapıldığı zamandan beri çok şey değişti. Şimdi yapay zeka araştırma merkezimiz var az ötede. Tüm dağ mikro türbinler, burgaç yapıcılar ve hatta kısa dalga EM radyasyonu veren aletlerle donatıldı. Görüşün sıfır olduğu arka taraflara ekstra kapı bayrakları eklendi. O kadar çok kamera ve sensör var ki artık Selçuk nerdeyse dağın dile gelmiş hali oldu.”
“Tamam o yönü öyle ama yarışma aynı kaldı. Bu arada takımlar da gelişti yabana atma. Yarışma komitesinin her eklediği şeye karşılık bir cevapları oldu. Onlar da yapay zeka yardımlı uçuşlar gerçekleştiriyorlar.”
“Evet ya ama işte yarışma her yıl çok zorlaşıyor bu yıl ne yapacağız bilmiyorum. Çocuklar çok çalışıyor ama sonuncu sıralardayız. Giderek daha fazla takım girince de yarışmaya ev sahibi olarak zorlanıyoruz. Mahçup olacağız yine diye hissediyorum.”
“Yahu bak ne dicem benim inekleri otlatan bir çocuk var. Kuadrotorları programlıyor. Sevinç bak zıpkın gibi kızdır, ne dersin takıma koyalım deneyelim.”
“Bizim takımda nasıl olur bilemedim. Hava kuvvetlerindeki çocuklar hep birbirlerini tanırlar. Dışarıdan böyle birinin dahil olması nasıl karşılanır?.”
“Açık fikirli ol lan az.Bak benim dediğimi dinle hele.Bırak bu asker katılığını.Ne kaybetcenki öylede sıfır böylede sıfır.”
“He ya. O konuda da haklısın. Yalnız bi ay da bir şey değişir mi bilmem.”
“Üç hafta diyorum ya… benimki üç haftada değişti! Hangi kadının hayatına girdiğine bağlı.” diye güldü Osman.
“Tamam tamam sen şu çayları bir tazele de bakarız. Bakalım dağ bu yıl bize ne oyunlar edecek.”
——————–
Yarışma günü her zamanki gibi hınca hınç dolu bir meydan onları bekliyordu. Tören alanın yanından bir o kadarlık bir yarışma alanı daha ayrılmıştı. Yabancı yarışmacıların küçük çadırlarının içinde takımlar son kontrollerini yapıyordu.
Sahanın biraz ilerisinde ise yapay zeka takımı vardı. Onlarda bir ev sahibi edasıyla dağın algılayıcılarını gözden geçiriyordu. Yarışma boyunca bir teknik arıza olmadığı sürece sisteme dışarıdan bir müdahale etmek yasaktı. Şimdiden kamera ve algılayıcıdan yüksek miktarda veri makineye akmaya başlamıştı. Şu anda dünyada hiç bir yer bu dağdan daha iyi modellenmiyordu.
Osman ve Kimiko çok şık şekilde giyinmiş protokolde kendileri için ayrılan yere doğru geçtiler. Kimiko öncesinden kısaca Japon takımına merhaba dedi. Osman uzaktan onları izlerken eski günler gözlerinde canlanmıştı. Altı yıl üst üste yarışmalarda Kimiko’nun yanında yer almıştı.Evliliklerinden sonra da yapay zeka takımında Kimiko tam zamanlı olarak çalışmaya devam etmişti. Hayatları şu garip yarışma yüzünden birleşmişti. Evlilik yıl dönümleri başka güne denk geliyor olsa da onlar 29 Ekim’i bu tarihin yerine kutluyorlardı.
Kimiko bu yıl daha bir heyecanlıydı. Yanlarından büyüyen, kızı gibi baktığı Sevinç Hava kuvvetleri takımındaydı. Minyon, hafif yuvarlak yüzlü,siyah saçlı kız diğer takım arkadaşlarının arasında kolayca seçilebiliyordu. Mavi havacı tulumu ona bol gelmiş, heyecandan gözleri fal taşı gibi açılmıştı.Kimiko’yu görünce heyecanı daha bir açığa çıktı.
“Kimiko yengeeee, geldiiiin!”
“Evet Sevinç nasilsın?”
“Heyecanlıyım ya. Kaç kere izledim bu yarışmaları küçükken ama buradan,sahnede daha bir değişik oluyormuş. Bak Kimiko yenge bu Zafer bizim pilotumuz” diyerek yanındaki genç delikanlıyı tanıttı.
“Çok memnun oldum efendim. Sizden çok övgüyle bahsedildiğini duydum. Yarışmadan sonra bizimle oturup biraz konuşursanız çok sevinirim.” genç adam Kimiko’nun kibarca elini sıktı.
“Ahh eminim Selahattin bir sürü şey size abartarak anlatmıştır. Bugün biraz yoğunuz ama bir çay seremonisine sizi tabi ki davet etmek isterim.”
“Çok teşekkür ederiz.Onur duyarız Kimiko Senpai.” Zafer, japonca mı, türkçe mi selam vermesi gerektiğini düşündü ama uzatılan eli görünce biraz rahatladı. Bu anı kafasında kaç kere oynatmasına rağmen insan hayranlık duyduğu bir kişiyle karşılaşınca her şey aklından uçuyordu.
Yarışmaya bu sene 25 adet takım katılmaktaydı. Bu kadar takım için yer olmadığı için parkta işi biten takımlar bir başka alana alınıyorlardı. Herkes sırası gelen takımların kendi aralarında konuşmalarını duyabiliyordu. İlk test uçuşunu gelenek üzerine Japon takımı yapardı.
İlk uçuş başladı ve dağda hareketlenme gözlemlendi. Dağın bilinci “Selçuk” da ilk uçuşun biraz arkadaşça olduğunu biliyor ve buna göre hareket ediyordu. İki üç tane ters rüzgar esti ama milleti biraz neşelendirmekten öte bir etkisi olmadı. İlk kuadrotor ilk bayrağa ve son tepeye inerek ilk merasimi ve test uçusunu tamamlamış oldular. Sırada isviçreli takım sahneye çıkarak yarışmaları başlatmış oldu.
“Jetzt müssen wir da neben fliegen. Dieses berg ist der teufel. Ruben mach loss”(Şimdi yanlara doğru uçmalıyız. Bu dağ şeytanın takendi. Ruben hadi başlat).
Dediklerini anlaşılmasa da biraz endişeli oldukları belliydi. Afyon halkının hepsinin yüzünde bir sırıtma vardı. Bu yıl da dağ onlara birkaç sürpriz hazırlamıştı. Bundan herkes emin gibiydi.
“Ahh du meine güte” (Aman tanrım) demesiyle birlikte makine 2. bayrakta dağa kafa attı. İsviçre takımı korku içerisinde birbirlerine bakarken Afyonlular kıkır kıkır gülüyorlardı.
“Ya öyle berg merg demiyecektin. Öptürür Selçuk öyle dağı, taşı”dedi kalabalıktan biri. İsviçreli genç takım kırmızı-beyaz tulumlarında üzgün oturuyorlardı. Aniden alkış koptu. Afyon halkı onlara bir moral alkışı vererek ayağa kalkmalarını sağladı.
“Kimsenin emeği bizde kalmaz! Üzülmeyin seneye de burdayız. Gene gelirsiniz!” diye bağırdı biri arkalardan. Yüzlerinde mahcup bir gülümseme oluştu ve seyircileri selamladılar. Alkış daha da yükseldi ve sahneyi diğer takıma teslim ettiler.
Sırasıyla Şili, Meksika, Fin ve Kazak grup da sahneye çıktılar. Fin grup bunların arasında en başarılı olandı, fakat o bile 7. bayrakta enkaz olarak kuadrotoru indirmek zorunda kaldı.
Sonunda hava kuvvetleri takımı sahneye çıktı. Alkış tufanı koptu. ”Haydi çocuklar haydi!!” diye tezahürat tutuldu. Takım ilk önce seyirciyi sonra da jüriyi selamladı. Sevinç son kontrollere yardımcı oluyordu. Yarı programlı uçuşlara izin verildiğinden takımı için pilotluk yapan Zafer’e birkaç tüyo verdi.
Kuadrotor yerinden kalktı ve herkesin şaşkınlığı arasında bir kere Anıtpark heykelinin etrafından dolaştı. Bu ataya saygı hareketi bir moral alkışının kopmasına neden oldu. Sonrasında büyük hızla ilk bayrağa kadar gitti. En düşük bayrak tüm yarışmacıların çok risk almadığı minimum gerekliliği sağlamaya çalıştıkları bayrak kapısıydı. Eğer başta bir takım ilk kapıda teknik sıkıntı yaşarsa yarışmanın sonrası için sıkıntılı bir durum oluşuyordu.
Sanki bu gerçeğe inat takım kuadrotoru en yakından geçmeye programlamıştı. Aniden bir mikro akış değişimi olduysa da araç kendini toparladı ve ikinci noktaya doğru hareket etti. İkinci ve üçüncü noktada hiç riske etmeden devam ettiler. Uzaktan Selçuk’un sataşmaları olmadı değil ama güvenli bir mesafede kaldıkları için minimum puan ve maksimum güvenlikle dördüncü bayrağa doğru uçuyorlardı.
Sevinç bu arada Zafer’e ince sufleler veriyor değişen durumlara adapte ediyordu.Dördüncü bayrakta yakın bir geçi yaptılar ama sağdan gelen bi akış ile bozuldu ve aracı 10 m aşağıya savurdu. Tekrar toparlanan araç daha büyük bir inatla mevcut akışa ters bir alandan gelerek bayrak kapısından geçti. 5’inci bayrakda dağın oluşturduğu hava girdaplarına kapılıp yönlerini kaybetseler de Zafer soğukkanlılığını korudu. Dev ekrandan kuadrotorun nasıl yalpaladığı ve nasıl bir cenderede olduğu bir dakika gecikmeli olarak yansıtılıyordu.
Altıncı ve yedinci bayraklar dağı diğer tarafında konuşlandırılmıştı. Takımlar ya aletleri kapatıp kuadrotora yükledikleri basit yapay zekalara güvenirlerdi ya da görüntü sinyallerinin Selçuk tarafından kesilebileceğini bile bile telemetrik datayı kullanırlardı.
Şu anda karar vermeleri gerekiyordu. Sevinç gidip Zafer’e sinyali kesip oto pilota almasını söyledi. Zafer istemeye, istemeye buna uydu. Diğer takım arkadaşları dev ekrandan kuadrotorun 6’cı kapıdan geçtiğini teyit ettiler ve yedinci kapıya doğru ilerlediği gözlemlendi. Birden dağın tepesinden gelen ters bir burgaçlı rüzgar kuadrotoru taşlardan birine çarptırdı. Alet büyük hasarla bu yedinci kapıdan da geçti.
Sekizinci kapıya doğru ilerlerken komut taşıyıcı sinyal büyük saldırı altındaydı. Selahattin’in verdiği her iki komuttan biri sadece etkili oluyordu. Sekizinci kapı geçişi zor olacaktı ve daha iki kapı daha vardı.
“Çarptır, sekizinci kapıya çarptır.”
“Yapabilirim. Hala üç motorum çalışıyor ve %70 oranından komutlarıma cevap alabiliyorum Sevinç”
“Hayır muhtemelen bunu düşünmeni istiyor o aracın kontrolünü büyük ölçüde şimdiden kaybettin. Gerçek oran %35 civarında diye tahmin ediyorum.”
“Bunu bilemezsin”
“Evet bilemem. Bunu sadece seziyorum. Ben olsan öyle yapardım. Sekisizinci kapının puanı önemli yaklaştığımızda saparsak çok puan kaybederiz. Yarışma bitti sayılır, şimdi iyi şekilde bitirelim. Arkadaşlar siz ne diyorsunuz?”
Yıldırım hızıyla bir oylama sonunda takım Sevinç’ten yana durdu. Kuadrotoru oto pilota alıp sekizinci kapıya doğru uçurdular.
Birden tüm sinyalleri dağdan gelen sinyallerle boğulmaya başladı ve aletin kontrolün kaybettiler.Dev ekranda sadece dimdik sekizinci kapıya doğru yıldırım gibi uçan bir araç vardı.
Alet kapıya resmen kafa attı ve teknik olarak puanları toplamayı başardı. Ve tabi ki parçalara ayrıldı. Dev ekrandaki patlamadan sonra ortamda bir sessizlik oluştu. Ardından gök gürültüsünü takip eden yağmur gibi bir alkış parkı inletti.
Puanlar geldiğide anıtparktaki tüm seyirciler memnundu. Takım bir etraflarına baktı ve gülen yüzleri gördü. Sevinç, Zafer ve diğerleri gülmeye başladılar ve vardıkları noktayla gurur duydular. Bir sonraki takım için sahneyi boşalttıklarında herkes elinden geleni yaptığını biliyordu.
Akşam tüm takımlar resmi yemeğe davet edildiklerinde Osman ile Kimiko aynı masada oturuyorlardı. Masalar özel olarak davetlilerin kaynaşması ve konuşması için yapılmış verilen yemek yörük evi tarzı döşenmiş bir oteldeydi. Dışarısı şimdiden soğumuş ayaz kendini hissetirmişti. O yüzden misafirler etrafta dolaştırılan rakı sonrası sınırsız çayı geri çevirmiyorlardı. Selahattin ikilinin olduğu yere yanaştı;
“Merhaba iyi akşamlar.Herkes memnun sanırım.Hava Kuvvetleri tarihinin en iyi sıralamasını aldık tabi.Beşinci olduk ya vay be!”
“Öyle oldu valla.Bu yıl kutlamalar ayır bir tatlı komutanım.”
“Bilmiyorum nasıl oldu ama başardık. Sonunda tabloda üstte bir yerlerde adımızı görmeyi başardık.”
“Evet ama o İzlanda takımı nedir ya öyle. Birinciliği hak ettiler.”
“Bir dahaki yıl onlarından çaresine bakar Selçuk herhalde”dedi Kimiko ay gibi güler yüzüyle.
Selahattin Japon hanımefendinin türkçe konuşmasını hep sıcak bulmuştu.Bu hafif sinsi konuşmaları dilde kapmış olması onu güldürdü.
“Tabiki Kimiko,Tabi ki. Ama bu yılın parlayan yıldızı Sevinç oldu sahi o nerde?”
Gözü arkalara kaydı.Sevinç takım arkadaşları ve diğer takımlarla kaynaşıyordu.
“Peki ama yıllardır onunculuktan yukarı çıkamadığımız bu yarışmada nasıl oldu da bu yıl bu kadar ilerledik.”diye ortaya konuştu.
“Basit! Sevinç bize şöyle anlattı.”dedi Osman Aga.
“Basit olsa olsa her yıl yapardık Aga,sallama şimdi.”
“Lafımı kesme bak. Sevinç şöyle dedi;Püf noktası Afyonlu gibi düşüneceksin. İlk çarpışmada mert şekilde karşısına çıkacaksın. İlk bayrakta böyle yaptık. Sonrasında kızınca çok yanına yaklaşmayacaksın biraz soğumasına izin vereceksin. Sonraki iki bayrakta böyle davrandık. Sonrasında normal işine bakacaksın. Dağın karanlık yüzünde de alicengiz oyunlarından çok korkmayacaksın.Ve sonunda Afyonlu seni yere yatırmaya karar vermişsen yapabileceğin tek şey onla kafa kafaya çarpışmak diye açıkladı.”
“O kadar Afyonlu taratırsak her yıl tabi olacağı buydu.”
“Dedim sana Selahattin, Afyonlunun halinden Afyonlu anlar.” dedi Osman
“E o zaman bana müsade”.Selahattin masadan kalkar gibi yaptı.Ama hareketleri abartılı ve tiyatraldı.
“Ne müsadesi daha yeni gelmiştin.” dedi Osman şaşırarak.
“E anlamayacak ne var. İlk defa ilk ona girince dünya çapında davet aldık .Bir sonraki yarışma İsviçre’nin Matterhorn dağında. Bir isviçreli takıma aldırayım da bari dağın dilinde anlayalım.”
Kimiko kıkır kıkır gülüyordu.Osman Aga;
“Yahu iyice delirdi bu bizim komutan. Pes yani.” diye gülmeye başladı.
“Sen ne gülüyon Fujideki yarışmaya kimi götürücem sanıyorsun? Yine iki hafta kuru fasulye pilavla karnını doyurursun artık.” diye güldü. Hepsi masada kıkır kıkır çocuklar gibi gülüyor ve eğleniyordu. Arkalardan gelen değişik dillerdeki konuşmalar ve kahkahalar Türkçe ile harmanlanıyordu. Misafirler ve ev sahipleri hep birlikte eğleniyorlardı.
Afyondan güzel bir akşamda. Afyon’da bir Cumhuriyet akşamıydı.
*İHA: insansız hava aracının kısaltması
**Kuadrotor: Dört adet pervaneye sahip genellikle küçük insansız hava araçları.
Hızlı Yazı Geri Bildirim Tablosu
İkonların üstüne getirerek anlamlarına bakabilir,tıklayarak geri bildirimde bulunabilirsiniz.Ayrıntılı açıklama için "Sembol Kütüphanesine" başvurun.Verilen puanlar geri alınamamaktadır.- Hikaye Temposu Düşük
- Yavaşla Biraz Dostum!
- Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
- Hikaye fikir için fazla kısa
- Hikaye fikir için fazla uzun
- Tam zamanında!
- Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
- Detay Eksikliği
- Detay Fazlalığı
- Güzel Ayrıntılar
- Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
- Ortalam fikir ama iyi uygulama!
- Bıçak gibi keskin uygulama
- İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
- Komik!
- Güçlü Sembolizim
- Kör gözüne parmak
- Gönderme Bağımlısı
- Sağlam Kökler
- Zamansız
- Teknoloji Açıklama Kitapçığı
- Derin ve Canlı Karakterler
- Tek Boyutlu karakterler
- Stereotip Karakterler
- Seçilmiş Kişi Sendromu
- Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
- Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
- İlham verici
- Taze Fikir!
- Sürükleyici!
- Mükemmel bir Yolculuk
- Fazla Düz Anlatım!
- Yaşanabilir Atmosfer!
- Bu Gezegende Yaşam Yok!
- Enteresan Burgular/Ayak oyunları
- Fazla Tahmin Edilebilir
- Seri Üretim
- Tanrının Eli! Deus Ex Machina
- Umut Vadediyor
- Başyapıt!
- Kötü Fikir
- Yakıt/Fikir Az
Görkem Demircioğlu
Özgün fikir, başarılı uygulama.
Karakterler biraz daha detaylı/derin olabilir, hikayenin odağı kaymasın istedin belki de.
Yüreğine sağlık, teşekkürler!
Burak K
Evet özellikle, Kimiko yenge karakteri biraz daha derin olabilirdi eleştirisi aldım. Belki diğer kısımlar azaltılıp onun karakteri derinleştirilebilirdi. Geri bildirim için teşekkürler!
Aslı Ç.
Karakterlerin biraz daha betimlenmesini / yaşamasını isterdim, fakat hikaye oldukça özgün ve güzel.
teşekkürler Burak.
sevgiler,
Burak K
Hmm karakterlerde daha çok betimleme demek.OK
Ferit K
Fikir ve hikayeyi çok beğendim. Özgün ve ilgi çekici.
Köylülerin devamlı feedback vermesi ve üzerlerinden Afyon’lular, politika meselelerinin anlatılması çok başarılı.(Unglaublich detayı çok güzel) Sonlarına doğru bakan ve politika ile olan değişim veya dönüşümü görmek isterdim. Hikaye başında bakan karakteri bu kadar yer kaplarken sonlarında artık öyle bir karakterin pek olmayışı bana ucu bağlanmamış gibi geldi.
Bir iki önemli aklıma gelen şeyler şunlar:
Hikayenin ilk bölümü daha yavaş ilerliyor ama bence yavaşlığından ziyade iki adamın birbirine bir odada bunları anlatıyor olması biraz didaktikleştiriyor. Hikaye keyif ve ilginç olmasa çok zor ayakta tutardı okuyanı sanıyorum. Buna örnek şu olabilirdi…paralel olarak bir yandan da yarışmaya hazırlanan yeni çocukları da okuyor olmak mesela. Mesela Zafer karakterinin side-story’si. O gün ne yapıyor o sırada vs vs…
Bunun dışında yarışma ve dağın karakter sahibi oluşu filan harika. Hem iyi fikir hem de çok güzel anlatılıyor. Güzel de bir bağlantısı var.
Bir de sonuç bölümünün aktarılışı daha iyi çözülebilir. Olay bittikten sonra bir karakterin bize neler döndüğünü anlatması biraz fazla basit kaçtı benim adıma. Daha iyi bir anlatım veya üstü kapalı ima etme daha etkileyici olabilir belki…
Bunun dışında çok güzel ve birçok ileriye dönük fikir uyandıran, taze ve keyifli bir hikaye.
Eline sağlık.
Faruk Demiröz
Güzel hikaye. Biraz edisyona ihtiyaç var çünkü tashihe girişsem baya vakit alır. O sebeple okurken zaman zaman kopmalar oluyor. Bir de ben sübliminal mesajlar aldım okurken ve baya eğlendim.Karakterler güzel seçilmiş ama daha iyi analiz edilebilirdi. Van’lı Sertaç yerine Baran koyulabilirdi mesela. Ama hikayenin geneline ve özellikle uydurma yarışmaya bayıldım. Afyon valisine konuyu taşıyabiliriz ilgisini çekebilir…
Burak K
Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim.Konuşmalar konusundaki geri bildirimlerinizi dikkate alacağım.
İskender Ç.
Aziz Nesin işi Bilim Kurgu olmuş ama iyi anlamda. Çok iyi 😀
Cidden fikre bayıldım. Anlatı da gayet akıcı ve hikaye kendisini okutuyor. Gerçekten Türkiye’de yaşanabilir trajikomik bir bilimkurgu öykü etkisi bırakmayı çok iyi başarmışsın. Keyifli, mizahi bir öykü gibi okunsa da araçların detaylarına ve hamlelerine gösterilen özen, üzerinde çalışılmış bir iş olduğunu hissettiriyor. Bu açıdan yazması da göründüğü kadar kolay değil böyle bir işi. Mizahı da dozunda, güzel güldürdü okurken.
Hikayeyle ilgili yegane eleştirebileceğim nokta bütünlüklü değil de bölük pörçük ilerlemesi ve başıyla sonunun tam bir yere bağlanamaması. Önce valiyle yaşananların anlatıldığı yarışmanın doğuşu (ki burası şahaneydi) oradan yarışmanın kendisi ve oradan da takıma odaklanmak için kısa bir hikaye bile sayılabilir. Hikayenin sonlarına doğru tanımaya başladığımız takımın iç dinamiklerine filan çok değinmeye gerek yoktu mesela. Çünkü hikaye biraz Osman’la Kimiko’nun Afyon Kartalı yarışmasından doğan hikayeleri gibi başlamıştı ya, sadece o yörüngede veya yarışma odağında devam etse daha bütünlüklü olurdu gibi.
Buna rağmen okuması çok keyifliydi. Özellikle yaşlı Kitsune ve Afyonluların tepkileri beni benden aldı. 😀 Kalemine sağlık cidden.
Burak K
Aziz Nesin açısını hiç düşünmemiştim. Şimdi düşününce mantıklı geliyor gerçekten. Üstada benzetilmek büyük şeref. Güzel sözlerin için teşekkürler!