Yerli Yazarı Beklerken…

Yerli Yazarı Beklerken…

Okuma süresi: 7 dakika

Hikayenin başlığında bir çoğunuz bunun Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” hikayesine bir gönderme olduğunu ve Godot’yun hikayede asla gelmediğini biliyordur. Bilmediğiniz şey benim hayal meal tiyatrosunu izlediğim bu oyundan çok bir şey aklımda kalmamış oluşu. Bir tiyatro gurusu olmamama rağmen burada mantıklı bir gönderme yapabildim. “Türkiye’de niye yerli iyi bilimkurgu yazarı yok?” sorusuna verilen ilk cevaplardan biri olan “Çünkü Türkiye’de bilim üretilmiyor.” kısmına bağlayabiliriz. Mary Shelly Frankeştayn’ı yazarken ne tıp ne de elektrik konusunda bir doktora sahibiydi. Sahip olduğu şey merak ve araştırma ruhuydu. Bir konuda bilimkurgu yazmak için o konuda bir lisans sahibi olmak gerekmiyor. Lisans sahibi olup da Arthur C. Clarke gibi güzel yazılar yazanlar olsa da bu bir ön şart değil. En önemli ön şart yazı yazacağınız alanda ilginiz, emek ve hayal gücünüz olması. Bunun yanında çok okumak ve tabi ki çalışmak da geliyor. Ülkemizde de bilim dallarına ve bilimkurguya tarihsel olarak hep yeterince ilgi olmuştur. Baytekin (flashgordon) filmlerinin sinemaları doldurması ve ilk uzay yolu filminin Türk yapımı olması tesadüf değil. Dünyadaki bilimsel gelişmeleri takip edip hayıflandığımıza göre dünyadaki milletlerle kıyaslandığında özel bir ilgisizlikten söz edemeyiz.

Yerli iyi yazar geliyor mu? Ya da gelecek mi? Belki yoldadır bile… fakat asıl sormamız gereken soru şu; “Yerli yazar geldiğinde bunu nasıl anlayacaksınız?” Günümüzde Andy Weir gibi bir yazar etrafımızda olsa ve Marslı’yı yazsa bunu fark edip ulaşabilecek misiniz? Yoksa bizim “Merihli”miz 100’ün altında bir satış rakımı yakalayıp tarihin tozlu raflarına mı gömülürdü? Bu fazla uzun girizgahtan sonra açıklamak istediğim şey sadece niye olmuyor değil o oluşmamış potansiyel “Merihli”ye nasıl ulaşabiliriz ya da üretebiliriz olacak.

Yazarları Tanımak ve Kelime Sınırları: Kimse ilk olarak hiç tanınmamış bir yazarın tuğla kalınlığında “bilinmeyen diyarların ilk kitabı”’nı okumak istemez. İlk kitabını yazıp direkt yıldızlara yükselme durumu da pek nadir gerçekleşiyor. İyi yazar olarak tanınmadığınız için okunmuyor, kitaplarınız okunmadığı için de iyi yazar olduğunuz bilinmiyor olabilirsiniz. Bu kısır döngüden çıkmanın yolu kısa hikayeler yazmak ve antolojilerde yer almak. Kısa hikayesini beğendiğiniz bir yazarın bir kitabına güvenip almak çok daha kolay. Eğer yazarın bir kaç hikayesini okursanız nasıl bir dil ve anlatım ile karşılaşacağınız üç aşağı beş yukarı anlarsınız. Yazar ile bilimkurgu okuyucusu arasındaki ilişki bu hikayelerin toplandığı kitaplarda veya İnternet sitelerinde başlamalı. Başlamalı diyorum çünkü başlamasının önünde de birkaç engel var. Bunlardan ilki çok kısa hikayelerin varoluşları sebebiyle ayrıntılı bir hikaye örgüsüne yer bırakmaması. Karakterlerin hiç gelişmediği, çoğunlukla şok değeri için yazılmış bu hikayeler kalemin iyi bir çay gibi demlenmesine fırsat verecek ortamlar değil. Uluslararası mecralarda “kısa hikaye” 1000 kelimenin üstündeki her yazı olarak tanımlanırken ortalama uzunluğu 5000 ve 10000 kelime olarak verilmiş. Türkiye’de antolojide ve yarışmalarda bu genel olarak 1000-2000 kelime olarak sınırlanınca bu tip hikayeler dışında kısa hikayeler pek üretilmiyor. Yazarın bir karakteri geliştirebilmek, hikayede okuyucunun ilgisini uzun uzadıya tutabilmek, fikirleri ve konuları tek sıkımlık barut olmaktan çıkarmayı öğreneceği yer aslında bu satırlar olmalı. Bu çoğu reklam yönetmeninin iki dakikalık reklamlar çektikten sonra uzun metraj film çekerken, uzun soluklu hikaye anlatmakta zorlanmalarına benziyor. Bu sebeple gelişemeyen uzun hikaye formatında yeteneğinden emin olamadığımız yazarlarla çoklukla karşılaşıyoruz. Başlangıç ve hızlı anlatım ile ilgili “çok kısa” hikaye format alanımız dolu, uzun hikayeler anlatılan roman kısmımız dolu ama arada köprü görevi gören, yazarı cemiyete tanıtan o orta uzunluktaki proto-roman diyebileceğimiz kısa hikaye kısmının ise boş kaldığını görüyoruz. Hikaye seçkilerinin birçok yazarı dahil etme hedefi hoş da olsa bence daha az yazarın daha uzun hikayelerinin olduğu ve daha çok elemeye tabi tutulmuş seçkiler daha faydalı olurdu. Hedefimiz bu tip seçkilerde 3000 ile 5000 arası kelime sayılarında hikayeler olmalı ki okuyucu için bu, uzun roman formatı için bir referans teşkil edebilsin.

Eleme Eksikliği ve Kişisel Referans: Doğal olan eleştirel süreç ve eleme süreci sonunda bazı hikayeler ayakta dururken bazılarının unutulmasıdır. Kısa hikaye formatında yeterli sayıda üretim var fakat bunların hepsinin iyi olduğunu söylemek zor. Bu durum yurt dışında da böyle. Amerikan edebiyatından herhalde bizim yazdığımız kısa hikayelerin kabaca bin katı üretim yapılıyordur. Peki onlar bu deryada nasıl iyi hikayelere ulaşıyorlar? Basitçe okuyucuları bazı hikayelere yerinde kal derken bazılarına devam et diyor. Eleştirmenleri var, hikaye konusunda zevkine güvendikleri insanlar var. Örneğin Gardner Dozois (RIP 2018) ölümüne dek 35 yıl boyunca “Yılın En iyi Bilimkurgu Hikayeleri” antolojisini çıkarıyordu. Bu adam bire bir yayın evi ve yazarları tanıyordu. Kitap genelde 700 sayfa civarında oluyor ve yaklaşık 40 adet hikayeden oluşuyordu. Bu ortalamada hikaye uzunluğunu 20 sayfa civarına çekiyor. Düşünün bu adamın yılda kaç hikaye okuduğunu. Sonuçta okumayı seven bazı bireyler diğer bireylere yol gösteriyorlar. Belki Gardner da arkadaşları yardımıyla bazı hikayelere ulaşıyordu ve zamanını böylece daha verimli kullanabiliyordu. Herkesin zamanı değerlidir. Her şeyi de okuyamayız veya okumamalıyız. Bunun için bizi iyi hikayelere yönlendirecek ve kötü hikayelerden koruyacak bir insan ağı oluşturabiliriz. Seçimi kendi kişisel birikimimizde de yapmak çok önemli. Eğer bu işin bir yere gitmesini istiyorsak kendi “en iyi 5 hikaye/kitap” listemiz aklımızda hazır olmalı ve başkaları sorduğunda cevap verebilmeliyiz. Ancak bizim referansımızla bazen hiç okunmayacak, yitip gidecek olan o güzel hikayeler başkalarının topraklarında yeşerebilir. Bunun kolay olmadığının farkında olsam da “iyi hikaye ne var?” veya “son 6 ay okuduğun en iyi hikaye ne?” sorularına sorumlu bir cevap veremezsek yerli bilimkurgunun da ilerlemesine katkı sağlayamayız. Yeşil ışık kırmızı ışıııık dediğimde kimin kalıp kimin geçeceğine ne kadar acımasız da olsa siz karar vermelisiniz. Bazıları sizinle aynı fikirde olmayabilir ki bu iyi bir şey; diğer hikayeler başka kişilerin dalgalanan bayrakları altında yollarına devam ederler. Mesela bana kalsa “3 cisim problemi” romanı gün yüzü göremezdi ama iyi ki sadece bana kalmıyor, çünkü seveni çok. Fikriniz olsun ve bu fikri başkalarıyla ortamlarda paylaşın, sesiniz duyulsun.

Topluluk Oluşturmak :Bu insan ağını oluştururken belki Bilimkurgu çevresine yeni kişilerde katmak amacıyla üniversitelerin bilimkurgu kulüpleri muhatap alınabilir. Düzenli olarak yeni çıkan kitaplar kendilerine hediye edilip geri bildirim toplanabilir. Muhatap alınması gereken bir başka grup da kitap üstüne eleştiri yazan arkadaşlar. Küçük bir grubuz bu insanlarda rahatça kitap tanıtımlarına davet edilebilir. Muhatap alınan bu insanlar hem daha fazla okuyacak hem de daha fazla değerlendirme yazacaklardır. Bu sayede uzun vadede sürekli bir bilimkurgu okuyucusunun yanında sağlıklı bir eleştiri kültürü de yeşerebilir.

Geri bildirim ve eleştiri eksikliği: Yazılan her eser emek ve özveri istiyor ve yeni doğmuş bambinizi ormana saldığınızda pençe darbeleriyle ölmesini izlemek kimse istemez. Fakat bazen olması gereken tam da budur. Birbirimizin yazdığı veya okuduğumuz hikayelerin kitapların üstünden eleştiri yapamadığımız takdirde yaptığımız hatalar ve eksikliler bir sonraki eserlere de sirayet ediyor. Hata sistematik olarak devam ediyor. Okuduğunuz bir hikaye hakkında artılarıyla eksileriyle iyi bir eleştiri okumak çok öğretici bir deneyim. Bu sayede daha siz hata yapmadan gelecekte yazacağınız eserde bazı şeyleri kafanızda iyileştirmiş oluyorsunuz. Tersine kötüyü iyiden ayıramayarak aslında insanların yerli bir şey okuma hevesini de baltalamış oluyoruz. Normal bir okuyucu “rasgele” bir şey okumak istemez, bunun için zamanı yoktur. Daha güvenli limanlarda seyahat eder. Günün sonunda hem bireysel olarak daha fazla hikayelere geri bildirim vermeli, tartışmalı ve daha yarı profesyonel anlamda kitap değerlendirmeleri ve tanıtımları yazmalıyız. Hiç değerlendirmesi olmayan bir filmi en son ne zaman izlediyseniz işte o zorluk normal bir okuyucu için de geçerlidir. Bazı insanlar şükür ki “öncü” olmayı severler, ilk olmak, yeni şeyler keşfetmek onlar için bir başarı ve hedeftir. Bazen de benim gibi bir sorumluluk örneği olarak ilk adımı atan olmak isteriz. Kendi payıma yıl içerisinde iki tane en azından yerli kitap okuyup değerlendirmeyi uygun buluyorum. Günün sonunda bir kitap okuyup diğer insanlara neyini beğenip beğenmediğimi açıklıyor ve onların kafasında bir fikir oluşturuyorum. Bu şekilde ancak yeni okuyucular yeni yazarların risklerini azaltabilirler.

Geri bildirimler “harkulade”den öteye geçemeyince yazılarda yazar neyi iyi neyi kötü yaptığını görmekte zorlanır. İnsan kendi yaptığı yapımlara karşı eleştirel gözde körleşir. Kendi yapıtları arasında bile sıralama yapamaz hale gelirse iyileştirme süreci de ortadan kalkar. Geri bildirim olmadan ikinci taslaklar veya üçüncü taslaklar var olmuyorlar. Yazarlarımıza da gereksiz bir güven veriyor; ilk denemede her şeyi başardım fikri ortaya çıkıyor. Bir çok hikaye ve kitabın karşımıza ilk haliyle çıkmasının en önemli sebeplerinden biri de bu .

Geri bildirim veya değerlendirmeler her zaman bedenimizde bir irkilmeye yol açsa da bunu adabıyla yapmanın yolları var. Kötü yanlarını belirttiğiniz bir yazıdaki iyi yanlar belirtilerek dengelenebilir. “Ben olsaydım şuraları şu şekilde yazardım” diyerek yazarın egosuna en az hasarla başka bir bakış penceresi açılabilir. Sevdiğimiz kısımları “bir uzay gemisinden diğerine atladıkları kısmı çok beğendim”  “Karakterin arada bir geçmişe giden kafa yapısı fikri hoşuma gitti” gibi nokta atışlarıyla yazarlar desteklenebilir. Öte yandan negatif kısımlar ise “beğenmedim” yerine sorular sorularak anlamlandırılabilir; “adamlar ışınlanma teknolojisine sahip niye 10 km sahaya kadar yürüyorlar?” gibi. Gelişim istiyorsak birbirimizi hafiften hamur gibi yoğurmaktan kaçınmamamız lazım.

Dijitalleşme ve Doğrudan Kitap Basımı: Dijitalleşme ile değişen basım ve editöryal kısım avantajları ve dezavantajları birlikte getirdi. Doğrudan yayıncılık sistemleriyle bir çok yazar arkadaşımızın sonunda kitap basma şansına erişti. Ama şimdide kitapları okunmuyor. En kaba şekliyle parayı verip kitabınızı sorgusuz sualsiz bastırabiliyorsunuz. Hatta bazı yayın evleri para bile istemiyorlar çünkü eşinizin dostunuzu kitabı alacağına inanıyorlar. Sonuçta eserinizin hantal kısımlarını atıp tekrar yazmanıza yol açan, işinizi ikinci bir gözün gördüğü, yaratımınıza dahil olduğun hafif çekişmeli editöryal süreci atlattığınız anlamına geliyor. İyi bir editör ve yayın evi yaratımınıza ortaktır. Direk basımı tercih ederek bir geri bildirim mekanizmasından daha aslında feragat etmiş oluyoruz ve yılların birikim ve deneyimlerinden yararlanamıyoruz. Günümüzde bir ortaklıktan bahsetmek güç. Yayın evi sattığı kadarını bastığı için bu konuda büyük bir risk faktörü taşımıyor. Kitapçılardan dönen geri iadeler de artık yok çünkü kitapçı rafı görmüyorlar. Ne kadar satarsanız o kadar kar ediliyor. Aslında yayın evlerinin bir işlevi de kitabı profesyonel ağları itibariyle eleştirmenlere ve kitap evlerine ulaştırmak, sizin eşiniz ve dostunuz olmayan insanların bu kitabı almasını sağlamaktır. Kısaca yayın evi bastığı kitabın arkasında tam durmalıdır. Bu konuda da yeniden taşın altına elini sokan yayın evlerine ihtiyacımız var. Topluluk olarak bu aşamaları hala yerli yazarlarımıza sunan kitap evlerini satın alımlarımızla desteklersek iyi kitaplara ulaşma ihtimalimiz de artar.

Yarı Profesyonel Ortam : İşin parasal ve destek kısmında profesyonel bilimkurgu yazarlığı ile Türkiye’de yaşamak imkansız diyebiliriz. İyi haber bu durum dünyada da çok farklı değil. Bir çok bilimkurgu yazarının kendi yaşamlarını idame ettirdikleri başka işler yapıyorlar. Peki biz onlardan nerede ayrılıyoruz? Amerika’da “Amerikan Bilimkurgu Yazarları” derneği her yıl kelime başına verilecek asgari ücreti paylaşıyor(0.07$ şu anda galiba). Bilimkurgu hikayeleri alan, değerlendiren ve basan online veya basılı dergiler buna uyarak çalışıyorlar. Bizde ise her şey hala hatır gönülle ilerliyor. Özverilerini takdir etmekle beraber devamlı bir işi yapıp hem okunmamak hem de karşılığında hiç bir şey görmemek yıpratıcı bir süreç. Parasal bir bağ yaratıldığında ve ücret ödendiğinde onay mekanizması direk devreye giriyor. Karşılığında sembolik de olsa bir para alındığında insan psikolojik olarak karşısındakine işini kabul ettirme isteği duyuyor ve o değerlendirmeden geçip başarıya ulaştığında da bir haz duyuyor. Arkadaşlarınıza hikayenizle kazandığınız bir kaç lira ile bir bira içirmenin ya da ufak da olsa kendinizi şımartmanın bir sonraki hikayeyi yazmakta motive edici rolü var. Bu kısmı küçümseyebilirsiniz fakat ünlü tiyatrocumuz Türkiye’nin en güzel kalemlerinden biri olan Ferhan Şensoy’un yazarlık macerası da bir derginin hikaye başına para ödediğini duyunca başlıyor. Gördüğünüz gibi küçük destekler bile büyük sonuçlar doğurabiliyor. Bu konuda yurt dışında gördüğüm en iyi örneklerden biri escapepod.org adlı online hikaye seslendirme sitesi. Yeni dijital dünyada bir çok yaratımı, gazeteciyi veya youtube kanalını gönüllü sistematik bağışla desteklemek mümkün. Bu arkadaşlar da patreon sitesi yardımıyla bir havuzda topladıkları paralar ile kendilerine gelen hikayeleri satın alıp yayınlıyorlar, editöryal bir elekten geçiriyorlar ve seslendirme yapanlara da para ödüyorlar. Böylece aslında bir başka gizli noktayı daha çözmüş oluyorlar. Hacim sorununu. İnsanların organizasyonları gereği bir çok gruplaşma bilimkurgu camiasında da var. Bu doğal karşılansa da zaten ücretsiz olarak yazdığınız hikayeleri genellikle bir iki yere yolluyorsunuz ve o kadar. Bu da belli bir ana kanalda hikayelerin toplanmıyor olması ve bizim tek tek değişik kaynakları tarıyor olmamız anlamına geliyor. Fakat biraz para kazanacağınızı bilseniz herhalde bu dergiye de bir kopya yollardınız öyle değil mi? Onunun için bu yarı-profesyonel sistemin bizim çevremizde de olması okuyucunun kaliteli içeriğe ulaşması açısından faydalı olacaktır. Yine burada bilimkurguya gönül vermiş arkadaşların cömert bağışlarıyla (ayda 5tl gibi) bir kelime başına 0.1 TL gibi fiyatla böyle bir sistem kurulabilir diye düşünüyorum. Hem genç yazarlar desteklenir hem de kalite ve yazım sürekliliği artar.

Dünya’da Neredeyiz? Nerede olmalıyız Sorun sadece Türkiye’de değil İngilizce olmayan her piyasa biraz böyle. Rusya ,Almanya kendi bilimlerini üreten bilimkurgu geçmişleri olan endüstriyel ülkeler. Onların bilimkurgularına ulaşabiliyor musunuz? Japonya’da iyi bir manganın gerçekten Netflix’e ulaşması kaç yıl sürüyor? Büyük mekanizmaların onayından geçmemiş bir bilimkurgu okumak aslında ne kadar büyük bir lüks öyle değil mi? Kendinizi başkalarının onayladığı ,yoğun şekilde filtrelediği, fikirlerine göre hatta yeniden şekillendirdiği bize en az on yıl geç gelen kitapları okurken biraz da çocuk masasında yetişkinlerin yanında sizin için kesilmiş tavuk butlarının ağzınıza sokuşturulmasına “izin” verilen çocuk olarak hayal etmiyor musunuz? Cumhuriyet’in bahsettiği “fikri hür” gençlik biraz da bunun tersi değil mi? Kendi sorumluluğunu alan ve seçen. Eğer yetişkinler masasına geçeceksek kalkıp ne sevdiğimizi söyleyecek cesarete ve bu konuda sesimizi yükseltmeye hazır olmamız gerekiyor

4 Comments

  1. Reply

    Aydınlatıcı bir makale olmuş. Düşüncenize ve tespitlerinize sonuna kadar katılıyorum. Bende kendime göre tespitlerimi yorumlamak istiyorum. Bence ülkemizde kitap okumaya aç bir nesil yetişmiyor. Diğer ülkelerdede durum bence bizim durumumuza çok benzemeye başladı. Benim çevremde kitap okumayı eziyet gibi görenler var:-/
    Geri kalanların aklına bile gelmiyor okumak. Tüm zamanımızı film veya dizi izlemeye, sosyal medya takibine ayırıyoruz. Kalan zamanımızı ancak sorumluluklara ayırabiliyoruz. Bu gidişle kitap okumak artık eski zaman işine dönecek. Sonraki nesillere; bir zamanlar elimizde tuttuğumuz kağıttan kitaplar vardı.’ diye anlatmak istediğinizde ise, kimsenin dinlemek istemediği hikayeler gibi kitaplar tarihe karışmaya başlayacaktır.

    • Reply

      Okumak tabi aktif bir eylem.Dediklerinize katılıyorum.Ama belki de yeni nesilin bu kadar okuma işine girememesinin sebebini kendi sesinin karşılığını yazar profilinde ve kitaplarda o kadar da bulamamasına bağlıyorum. Harry Potter örneğini hatırlarsınız.Resmen İngilterede ve bir nebzeye kadar Türkiye’de genç kuşak arasında bir okuma çılgınlığına dönüşmüştü :). Karamsar olmamak lazım belki gelecek daha yazılmamıştır :).

  2. Reply

    Çok doğru noktalara temas ettiğiniz ve bizzat bu türden bir deneyimin içinde bulunduğumdan dolayı ilgiyle okudum. Okuyucuya ulaşmak yeni yazarlar için gerçekten çok ama çok zor. Yayınevleri seçici, okuyucu seçici. Kitabınızı incelemeye gönderebileceğiniz ve geri dönüş alabileceğiniz çok alternatif olmadığı gibi, geri dönüş alacağınızın da garantisi yok. Peki yeni yazar ne yapabilir? Sanırım yapabileceği şey, pes etmeden üretmeye devam etmek. Ülkemizde bir çok şeyde olduğu gibi gerisi şans.

    • Reply

      Bence en basit çözüm yerli yazarların başta birbirlerinin sırtlarını kaşıması.Birbirlerine geri bildirim ve değerlendirme yazarlarsa bir ortam oluşur.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

You may use these <abbr title="HyperText Markup Language">HTML</abbr> tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.