Ezine Peyniri
Baba oğul akşam olmuş, mandıra bitişiğindeki evlerinde çaylarını içiyordu. Yağmur dışarıda hızını artırırken sıcak oturma odalarında televizyon açıktı. Üç ay önce gerçekleşen felaket yine akşam haberlerinin yarısını kaplamıştı. Yılmaz’ın üniversitesi son olaylardan sonra ara verince o da Çanakkale’deki baba evine geri dönmüştü. Hemşire olan annesi Halime’yi işinin yoğunluğu sebebiyle çok göremiyordu. Kıyı şeridindeki hastaneler mülteci hastalarla dolup taşıyordu. Günleri babasıyla yemek yiyerek, süt mandıralarında ayak işleri yaparak geçiyordu. Bu akşam da farklı değildi.
Televizyondaki gazeteci olay mahallinden bildiriyordu;
“…. bir insanlık trajedisi. Gerçekleştirilen terörist saldırılarında patlayan nükleer tesislerin serpintisi hala havada asılı durumda. Arkamdaki alan tamamen terk edilmiş.. Bu seviyede bir nükleer felaket daha önce görülmemişti.”
Kamera boş arazileri ve solmakta olan çayırları gösteriyordu. Uzaklarda bir yerlerde rüzgar türbinleri dönmeye devam ediyordu. Yılmaz ikinci bardak çaylarını doldururken uzmanlar belki yüzüncü kez olayın sebeplerini tartışıyordu;
“….olmazdı. Olamazdı diyorum sayın Hakkı bey. Eğer nükleerden çıkış planlarını sekteye uğratılıp bu tesisleri sonuna kadar kullanılacağı ilan edilmeseydi devlet bu olaylar yaşanmazdı. Çevreci uç gruplar o zaman bilenmeye başladı. E bir de Meksika körfezinden BP petrolünün dökülmesi var, dünyadan sıfır tepki gelmişti. Biliyorsunuz saldırıları gerçekleştiren de Meksika kökenli bir vatandaş….”
“Ama İsmet Hanım şimdi Fransa, Almanya perişan durumda. Tarım alanları bitmiş, gıda sıkıntısı çekiliyor. İskandinav ülkelerinin güneyi keza aynı. Bu insanlar bu tahribatı boyutlarını öngörerek mi yaptılar? Avrupa boşalıyor. Bu kadar mülteci nereye gidecek Allah aşkına? Gemilerle Amerika’ya gönderiliyorlar tamam ama Trump’ın ikinci dönem politikalarını biliyorsunuz. Adam o duvarı boşuna yapmadı.”
“Tabi ki o yüzden burada Türkiye’nin pozisyonu…”
Konuşma sürüp gidiyordu. Mülteciler sınır ülkelere dayanmışlardı. Sahil güvenlik ege denizinden her gün birilerini topluyordu.
“Allah yardımcıları olsun çok zor işler. Savaşın da, bu teröristlerin de Allah belasını versin” dedi babası Rasim. Her gün Ayvacık’taki pazara iniyor, kahvede mülteci hikayelerini dinliyordu.
“Ya geçen bizim namussuzlar yine birilerini dolandırmış. Mülteciler tabi yükte hafif pahada ağır ne varsa yüklenmiş gelmişler. Namussuzlar Sizi Hatay’a kadar getiririz Suriye mülteci alıyor diye kandırmışlar. Sonrası malum, zavallılar pazarda ellerinde Alamanca tabelalar ağlayıp dileniyorlarmış. Çocuklar ,yaşlı adamlar perişan pazar yerinin ortasında öylece kala kalmışlar.”
“Geliyorlar da, salak gibi hala euroyla alışveriş yapmaya çalışıyorlar. Biri yoldan bir arabaya ailesini götürsün diye bir milyon avro teklif etmiş. Şimdi o pul olmuş parayı sakladığı bond çanta bile daha değerli. Gerçi kimse radyoaktiftir diye mallarını da almak istemiyor.”
“Doğru konuş oğlum. Sen muhtaç olmak, aciz düşmek ne biliyor musun? Napsın onlar da zengini fakiri hepsi bir oldu şimdi. Dün uçakla buraya tatile gelen adamlar şimdi zodyak botlarda buraya gelmek için hayatlarını tehlikeye atıyor. Şimdi git de arkadan bize peynir getir biraz rakı içelim, içim sıkıldı. Anan da gelmiyor zaten.” Duvardaki eski saate baktılar. Saat ona geliyordu,annelerinin mesaisi üç saat önce bitmiş olmalıydı.
Yılmaz evlerinin arkasına geçti ve ambarı açmaya kalktı. Kapı açık duruyordu. Yılmaz kapıyı kapatmayı unuttuğu için kendine kızdı ve içerideki tek florasanı yakıt. Peynir tenekelerini olduğu kısma geçtiğinde karanlıkta bir hareketlenme oldu.
“Kim var orada” diye kükredi. Bir dakika geçtikten sonra sarışın küçük bir kafa ürkek ürkek karanlıktan belirdi. Kız çocuğunun yanında yaşını almış ince suratlı, keçi sakallı bir amca da ayağa kalktı ve ellerini kaldırdı. Yılmaz söylediklerinden sadece bir kaç ingilizce kelimeyi anlayabildi. Üstlerindeki yıpranmış kıyafetlerden mülteci oldukları su götürmezdi. Yılmaz normalde bu davetsiz misafirlere ambarlarında saklandıkları için kızabilirdi. Ama az önce babasında yediği azar aklında yer etmişti.
“Hadi, hadi gelin.” El işaretiyle ve güler yüzüyle içeriyi gösterdi ve yaşlı adam karşıdan başıyla anladığını onayladı. Sarı saçlı küçük kızın elinden sımsıkı tutarak içeri geçtiler.
Şimdi şaşkın babasıyla yemek masasında dört kişi olmuşlardı. Masaya misafirler için iki çay daha koydular. Adamla kız ilk aşamada çayı içmek yerine ellerini bardakla ısıtmayı tercih ettiler.
“Eee ne diyorlar? Nereden gelmişler?”meraklı babası arada yüzlerine gülüyordu.
“Daha anlayamadım, ingilizce bilmiyorlar. Ama şimdi googletranslati açıp konuşturucam. Şu hatlar bağlansın da.” Felaketler zinciri Avrupa altyapısına zarar vermiş, hükümetler sadece belirli saatlerde sivillerin internete girmesine olanak tanıyordu. Saat dokuz-on bağlantısına sadece on dakika kalmıştı.
“Kalk misafirlerimize yiyecek ver, şu kıza da senin eski tişörtlerden ver. Islanmışlar acayip. Annen gelince döşek falan ayarlar.”
“Bizimle mi kalacaklar?”
“E tabi, bu saatte nereye gitsin bunlar, ahırda mı yatıralım! ”
Kız Rasim’in Yılmaz’la dalga geçmesine kikirdedi. Babası onu uyarmak için elini hafifçe tuttu ama Rasim adama sorun olmadığını el hareketleriyle anlattı.
Kızın yüzüne gülerken Yılmaz’ın birlikte getirdiği tenekeden bir parça peynir çıkardı ve tabağa koydu. Kız şaşırdı ve bir parça tattı sonra da babası olduğunu düşündükleri kişiye dönüp bir şeyler dedi. Babası da peynir ile ilgilenmişti parmaklarıyla ilk önce peyniri sonra Rasim’i gösterdi. “Kase”dedi.
“Ben yaptım. Ezine, sen de dene.” dedi Rasim kibarca. “Daha var, bol bol yiyin.”
“Baba, herhalde Kase adamın dilinde peynir. Garip telaffuzu ama Almanca sanırım.”
Googletranslatein başına oturduklarında yeni bir dünya onlara kapılarını açmıştı.
“Adamın adı Fritz, İsviçreliymiş baba. Kızın adı da Beatrice.”
Klavyeyi kibarca alan Fritz bir şeyler yazmaya başladı.
Ekranda “Ben de ülkemde peynir efendisiyim.” yazıyordu.
Rasim güldü. “Vay be peynirlerin efendisi buluşması gibi oldu. Demek bu yüzden Ezine’ye kafayı taktı. Yılmaz oğlum boğma rakıyı getir.”.
Halime doktor olarak çalıştığı Ayvacık hastanesinden döndüğünde oğlunu, kocasını ve garip bir adamla kızını bilgisayarın başında bir şeyler yazıp yazıp gülerken buldu. Yorgun bir günün ardından beklediği daha fazla mülteci değildi. Yine de hemen bir radyasyon test kitini çıkarıp baba kıza uyguladı. Sonuçlar çıkınca ,yüzünü düştü. Akşam misafirlerini de yatırdıktan sonra Rasim’e durumu anlattı. Adam her nerden geliyorsa çok radyasyon almıştı. Muhtemelen altı ay, bilemedin bir yıl içinde organlarından biri iflas edecek ve ölecekti. Kızın durumu iyiydi, iyot desteğiyle paçayı kurtarabilirdi.
Ertesi gün Fritz kendisine anlatılanları dinledi ve yerine çöktü. Yılmaz, bir adam kendi ölüm haberini nasıl bu kadar rahat alabilir diye hayret etti. O kadar yol gideceksin, tam kurtuldum diyeceksin ve yine ölüm senin yakanı bırakmayacak. Rasim meslektaşının umutsuzluğunu bir nebze çare olmak için ona ve Beatrice’e sonuna kadar bakacağına dair söz verdi. Gözü arkada kalmamalıydı.
Takip eden günlerde Beatrice ve Fritz mandırada gezinmeye ve Rasim’e yardım etmeye başladı.Gündüzleri hayvanlı besleyen Beatrice neşe saçıyordu. Akşamları küçük kız Yılmaz’la birlikte Halime’nin yorgun argın eve gelişini bekliyor sonrada onlara çay demliyordu.
Rasim ve Fritz çok az konuştukları garip bir arkadaşlığa başladılar. Fritz kötüleşen sağlığına rağmen tekrar bir mandırada çalışmaktan memnundu.
İkinci ayın sonunda Fritz yine saat dokuzda bilgisayarın başına oturmuş bir şeyler yazıyordu.
“Ben yakında öleceğim ama sizden bir ricam daha var.” yazıyordu ekranda.
“Söylesin nedir? yapabiliyorsak yapalım”dedi Rasim.
“Size bir şey öğretmek istiyorum. Benim bildiğim İsviçre usulü peynir yapımı.”diye yazdı Fritz.
“Yahu nasıl olur biz Ezine üretiyoruz.Ne anlarız delikli peynirden.”dedi Yılmaz
“Bu bir iyilik Yılmaz. Sadece biz öğrenelim diye değil. Biz kızına öğretelim diye istiyor.
Fritz’in yaşlı solgun yüzüne döndü;
”Tamam ulan, tamam.”dedi gözleri yaşlı.S onra adamın omzuna sol eliyle iki kez onaylayarak vurdu. İsviçrelinin de gözleri doldu, anlaşıldığını anlamak için ekrana bakmasına gerek yoktu.
Böylece Ezine’nin ilk İsviçre peyniri üretime başlamış oldu.
Hızlı Yazı Geri Bildirim Tablosu
İkonların üstüne getirerek anlamlarına bakabilir,tıklayarak geri bildirimde bulunabilirsiniz.Ayrıntılı açıklama için "Sembol Kütüphanesine" başvurun.Verilen puanlar geri alınamamaktadır.- Hikaye Temposu Düşük
- Yavaşla Biraz Dostum!
- Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
- Hikaye fikir için fazla kısa
- Hikaye fikir için fazla uzun
- Tam zamanında!
- Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
- Detay Eksikliği
- Detay Fazlalığı
- Güzel Ayrıntılar
- Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
- Ortalam fikir ama iyi uygulama!
- Bıçak gibi keskin uygulama
- İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
- Komik!
- Güçlü Sembolizim
- Kör gözüne parmak
- Gönderme Bağımlısı
- Sağlam Kökler
- Zamansız
- Teknoloji Açıklama Kitapçığı
- Derin ve Canlı Karakterler
- Tek Boyutlu karakterler
- Stereotip Karakterler
- Seçilmiş Kişi Sendromu
- Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
- Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
- İlham verici
- Taze Fikir!
- Sürükleyici!
- Mükemmel bir Yolculuk
- Fazla Düz Anlatım!
- Yaşanabilir Atmosfer!
- Bu Gezegende Yaşam Yok!
- Enteresan Burgular/Ayak oyunları
- Fazla Tahmin Edilebilir
- Seri Üretim
- Tanrının Eli! Deus Ex Machina
- Umut Vadediyor
- Başyapıt!
- Kötü Fikir
- Yakıt/Fikir Az
Bleda Gençay SÖNMEZ
Paralel evren temasını uyup uymadığını tam bilmiyorum. İlk kez bilim kurgu alt türüne yabancı olduğumu anladım. Okuduğum ilk öykünle kıyaslasam bu öykünün akıcı, sürükleyici ve merak uyandırıcıdır. Fritz’in Türkiye Türkleri’ne neden İsviçre peyniri yapımını öğretmekte ısrarcı davrandığını anlayamadım. İsviçre detayı gözümden kaçmadı. İsviçreli Trabzon balasıdır.
Burak K
Öncelikle hoşgeldin :). Değerli yorumun icin de teşekkürler.
Görkem Demircioğlu
Güzel fikir. Konuyu orijinal buldum. Hatta daha da detaylandırılabilirdi. Bazı imla hataları var. Ancak, konuyu anlamaya engel olacak kadar değil. Klavyen dert görmesin.
Ali Bas
Bilimkurgu ve alternatif gerceklik ogelerini goremedim. Peynir baglantisi ilginc bir hava katmis hikayeye. Sonu guzel bitti ama daha vurucu bir son olabilir miydi?
Kalemine saglik.
Burak K
Teşekkürler. Alternatif gerçeklik çünkü Avrupa’da nükleer bir felaket olmuş günümüzde yani mülteci haline gelenler onlar bu sefer. Yani baya alternatif :).
Oğuz
Hikayenin güncelle bağlantısı, referansları güzel . Fakat hikayede oldu bittiye gelen , birkaç an var ( ahırda görme anı, hikayenin sonu ) bu okuyucunun bağını zayıflatıyor.