Ek Bölüm Paketi
Biliyor musun, bir seferinde Mossad bana suikast düzenledi.
O denemede başkanlığa oynamaya karar vermiştim. Yorumculara sorarsan artık halka ana akım siyasi partilerden bıkkınlık gelmiş, sistem dışı partilere şans veriyorlarmış, ben de sistem dışı bir aday olarak zamanın ruhunu yakalamışım da bilmemne… Hah! Ne kadar gerzekçe yorumlar. Sadece o ara çok sıkılmıştım.
Cem Uzan’ı hatırlıyor musun? Döner – ayran’lı mitingler, popülist içi boş söylemler ile neredeyse %10 oy alıp meclise girecekti, son anda ucundan kaybetti? Evet evet o! O numaranın aynısını çektim. Ama harcanan rakamları 10 ile falan çarp, benim kaynaklarım onunkine göre deyim yerindeyse uçsuz bucaksızdı. Milyarlarca dolarlık seçim kampanyasından bahsediyorum. Benzin 1 lira olacak’ın çok ötesine geçtim, benzin bedava olacaktı!
Her neyse, Filistin sorunu o dönemde biraz gündemdeydi. Bir programa çıkıp atıp tuttum. Efendim işte İsrail şöyle haksızdır, ikdidara gelince böyle yapacağız, cart curt. Posta koydum resmen. Benim dışımda da kimse cesaret edemiyor! Pat! Anketlerde 4 puan öne geçtim, şakası yok bu işin, cayır cayır iktidara geliyorum!
2 hafta sonra, bam! Ankara mitinginde, arka arkaya iki atış. İlki boğazıma girdi, onu hissettiğimi, nefes alamadığımı hatırlıyorum. İkincisi kafama girmiş olacak ki bilincimi kaybetmişim.
Sonra yine beyaz odada uyandım, görsen sinirden köpürüyorum. Tabi hemen denemeyi 2 hafta geriye sarıp tekrar daldım. Suikastçiyi elimizle koymuş gibi bulduk. Eee bu sefer suikastten “kıl payı” kurtuldum mu!? Seyreyle gümbürtüyü! İsrail inkar etmek için akla karayı seçiyor, attıkları palavralara kargalar güler. Herneyse, halkın gözünde kahraman oldum mu ben o bahaneyle? 15 puan fark attık seçimlerde en yakın rakibimize.
***
Şu hayatta keşfettiğim 3 tane sınır var. İlki fiziksel sınırlar.
Paradan bahsediyorum tabii ki. Gerçi para kazanmak beyaz oda varken son derece kolaymış, ama ben bunu bilemezdim. Dolayısıyla ilk bir kaç denemem tamamen para üzerine oldu. Daha ilk denememde 500 milyon doların üstünde para kazandım. 2000’deki dot com krizinden önce internet hisselerini kredili işlemle satın al. 2000 mart’ında tüm portföyünle NASDAQ’ın düşeceğine oyna. Bitti. Bu kadar da kolay. O dönemde ne öküzler zengin oldu bu şekilde… Oğlum sırf bu anlattığım yöntemle NBA’da takım satın alan bir hıyar bile var!
Aslında gaza gelip 197 milyar dolarlık servet yaptığım bir deneme de oldu sonrasında. Ama gereksizmiş. Neden mi? Para, teknik tabiri kullanayım, azalan değere sahip bir meta. Yani 500 milyon dolardan sonrası bir anlam ifade etmiyor. Ne demek istiyorum? 500 milyon dolar ile yaşayacağın hayatla 10 milyar doların varken yaşayacağın hayat arasında elle tutulur bir fark yok. Haa, 20 metre uzun yata biniyorsun, o da zenginler arasındaki benim çüküm seninkinden daha uzun yarışması, başka bir şey değil. Götünü yırtmana değmez yani.
Ha ama bak zenginler bambaşka hayatlar yaşıyorlar, Olimpos dağındaki tanrılar gibi düşün. Sıradan vatandaş yukarıda neler döndüğünü bilse, yarın ya giyotine, ya gulag’a gönderir bu manyakları. Şaka değil, bu alanda yazdığı tez nobel ödülü almış biri olarak sana çok net bilgiler verebilirim: “Sokağın ortasında adamın birini Ferrari’mle ezdim, görgü şahitleri de var, ama bir şekilde hasıraltı edildi” nin alt sınırı, şaşıracaksın ama, (olay medyaya yansımadığı sürece) 10 milyon’dan başlıyor. 200 milyondan sonra bakire kurban etmeli, kan ve sperm kullanarak büyü yapmalı, ayinli ritüelli kültler falan başlıyor, kaç tane devlet başının bu tarikatlara üye olduğunu bilsen şok geçirsin, ha bak ben de yaptım mı, yaptım, gurur duymuyorum. 500’lerden sonra hayat uzatma-ölümsüzlük işine falan giriyorsun, kendilerine ait özel organ bağışçılarını çocukluktan alıp yetiştirdikleri, gerektiğinde de o çocukları koyun gibi kıtır kıtır kesip organları kendilerine naklettikleri klinikleri var. Daha üst sınırlar da var, ama anlatamam, çok daha iğrenç, kaldıramazsın.
Her neyse bunları öğrendikten sonra denemelerimde 500 milyon – 1 milyar doların üstüne pek çıkmadım. Gerek yoktu, anlıyor musun? Hem hayatını adaman gerekiyor, hem de çok riskli. Kafana sıkabilirler – bir kaç defa sıktılar da. İnsanlığını tamamen rafa kaldırman, bir gözün devamlı açık uyuman lazım. Böylesi ancak ağır sosyopatlara gelir.
***
Olimpiyatlarda 12 altın madalyam, 4 tane de dünya rekorum var. Ama bak yalan söylemeyeyim, hepsi savescum bunların. Savescum ne demek bilir misin? Bilgisayar oyunu tabiridir, anlatayım. Zor bir bölüm var mesela oyunda değil mi. Geçemiyorsun. Bölümün başında oyunu kaydedersin. Sonra bölümü geçemeyip öldün mü? Geri yüklersin. Böyle böyle 15-20 defa deneyip sonunda bölümü geçersin. Buna savescum deniyor.
Adığım madalyaların hepsini o şekilde aldım. Atıcılık, okçuluk benzeri bireysel sporlarda hadi 2-3 denemede hallettiklerim oldu, ama fiziksel temas olan sporlarda… Herifler çok iyiler abi! Bir tane Alman herif var eskrim finalinde çıkan. Herif manyak! Refleksleri insan üstü! Artık işi inada bindirdim, geri dön, geri dön, allah’ım, sonunda 122 denemede mi ne, ancak yenebildim herifi, o da bir anlık dikkatsizliğinden faydalanarak ha! Yoksa alakam yoktu, 500 kere oynasak 500’ünde de yenecekti herif beni bak, o kadar üstün benden adam.
Bazı sporlarda ise, mesela atletizm bazlı olanlar, ne yaparsam yapayım olimpiyat seviyesine çıkamıyorum. İmkansız. O sporlarda tepeye oynayanları 6 yaşından beri özel olarak eğitiyorlar, oysa beyaz oda’da en erken 19 yaşına geri dönebiliyorsun.
***
Lübnan’da bir klinik var. 12. denememde buldum orayı. Oradaki estetik cerrahi ekibinin bıçakla neler yapabildiklerini bir görsen… 2 ameliyat ile taş gibi bir adama dönüşüyorsun. Hani kadınların yolda yürürken laf attıkları, çektiğin videoların altına sayfalarca yorum yazıp iç geçirdikleri türden bir adam oluyorsun. Tam olarak 3 ay ve 12 milyon dolar harcayarak, dış görünüş olarak değme Hollywood aktörlerine taş çıkaran bir adama dönüşebiliyorsun.
Sonra sıra bedensel gelişime geldi. Bu konuda da pek çok yöntem denedim: Yıllar sürecek disiplinli bir spor programı – hani sabah akşam gym’den çıkmamaktan bahsediyorum. Veya işi gücü bırakıp Tibet’te manastıra kapanmak, orada keşişlerin yaşadığı hayatı yaşamak. Garip isimli doktorların önerdiği beslenme programları, Dandul diyeti. Aklına ne gelirse. Hepsini denedim.
Deneme-yanılma ile fiziksel gelişim zamanını epeyce kısaltıp 2 yıla indirmeyi becerdim. Özetle ilk 2 yılımızın sonunda, büyük resimde şu tabloya erişebiliyoruz:
21 yaşında, Holywood filmlerinde başrol oynayacak kadar yakışıklı (bu arada 14 tanesinde oynadım, 2 tane Oscar’ım da var), profesyonel sporcu vücutlu, kısaca fiziksel özelliklerini çıkarabileceği maksimum seviyeye çıkarmış biri. Artı, banka hesabında 500 milyon dolar var. Bu CV ile hayata 30-0 önde başlıyorsun diyebilirim. Ha zaten ne yaptım buraya bir kez erişince, tekrar uğraşmak istemedim Tibet’te geçireceğim yıllarla, bu noktayı kaydettim, sonraki tüm denemelerimde hep buradan başladım.
***
Duygusal sınırlar, şu hayata dair keşfettiğim ikinci sınır.
Şimdi düşün bir, 21 yaşında, zengin, profesyonel sporcu, taş gibi bir adamsın. Ne yaparsın? Ne yapacan be doktor, kadının, içkinin, uyuşturucunun, hedonizmin dibine vurursun!! Gerçi bazı uyuşturucuları fazla kaçırınca AO beni direk beyaz odaya geri çağırıyor. “Beyin kimyasının kalıcı değişimi” olarak niteliyor durumu. Sistem arızasına sebebiyet verebilirmiş. Bazen düşünüyorum da, acaba onun için ölüm de sadece beyin kimyasının değişmesinden ibaret bir durum mu?
Her neyse, konuya döneyim. Bak, o her gördüğünde iç geçirdiğin, filmlerde reklamlarda rastlayınca gözünü alamayıp tekrar tekrar baktığın mankenler, Hollywood aktrisleri, sporcular. Hah. Gözünde canlandır onları bir saniyeliğine. İşte bak, o kadınların çoğuyla birlikte olmuşumdur. Bak, abartısız. Bir kaç tane erkekle de tabii. İnsanın canı çekiyor, denemek istiyor bir noktada.
500 denemeyi acımadan gömmüşümdür sırf bu işe yüzsüzce. Sadece yatıp-kalkmaktan, sevişmekten falan da bahsetmiyorum ha, o zaten başta bahsettiğim “zengin artı yakışıklı adam” CV’sini cebe koyduğun anda parmağını şıklatarak elde edebileceğin bir şey haline dönüşüyor. Bahsettiğim şey duygusal beraberlik. En kötü ihtimal sırf 30 defa deneme yanılma ile, en inatçı, en gönülsüz, en burnu havada kadında bile bir duygusal çatlak, bir zayıf nokta buluyorsun, yakınlaşıyorsun. Bir defa elde edince zaten bitti, istediğim an oraya geri dönebilirim sonuçta, öyle değil mi?
Bu kadınların bir çoklarıyla evlenip – boşanmışlığım da var. Onu mu soruyorsun? Off doktor sorduğun şeye bak, kaçar mı benden, 3 ay beraber yaşadık devamını ben istemedim, bakma dışardan gözüktüğüne basbaya taşra güzeliymiş o kız aslında, kaba saba tavırlı, çok cahil biri. Neyse. Ne diyordum? Hah, bak bir denemede aynı filmde oynadığımız 3 kızla, film seti bittikten sonra 7 ay boyunca beraber yaşadık. Gazetelere, tabloidlere çarşaf çarşaf haber olduk, evin dışı paparazzi kaynıyordu, görsen! Halen bile arada bir canım çektikçe oraya döner, o 5 ayı tekrar tekrar yaşarım, o kadar zevkliydi – son 2 ayı ise epey kavgalı gürültülüydü, oraya gelince tekrar odaya dönüyorum, tekrar yaşamak istediğim bir dönem değil orası.
***
Bazı kadınlar var ki, birden fazla denemede yakınlaşıp beraber olduğum, özlediğim, tabiri caizse gerçek aşkı bulduğum… Ama işte, aa gerçek aşkı buldum, film bitti, perde kapandı olmuyor. “Gerçek aşk”ı bulunca filmin bitmesi, duygusal tatmin’in hayatta ulaşılabilecek en uç, en ideal hedef olması… Bunlar ancak Hollywood’un hayal gücü fakiri filmlerinde gerçekleşen olaylar. Üstelik elinde böylesine muazzam bir güç varken…
Mesela bak Aylin var. Hani şu televizyonda haberleri sunan kız, 2-3 kere ziyarete de geldi beni burada hani, evet evet eski eşim, bu denemede boşanmıştık tabii doğru ya. Onunla sadece bu sefer değil, pek çok denememde evlendik. 6 defa da çocuk yaptık. 2’si kız 4’ü erkek. Bu denemede olmadı, kısmet değilmiş, 2 aylıkken düşürdü, öyle olduğu her denemede komplikasyon oluyor bir daha çocuk yapamıyoruz. Yoksa onunla yaptığımız ilk çocuk müthiş bir deneyim, her zaman yaşamayı isterim.
Nicole var, sen tanımıyorsun, İngiliz kraliyet sülalesinden. Acayip tatlı ve akıllı bir kız, 3 defa evlendik, hepsinde de tek çocuk yaptık, her defasında. Kız, taht sıralamasında 178. sırada mı ne oluyor, İngilizlerin öyle bir eğlencesi var, kraliyet sülalesine doğan herkese bir sıra veriyorlar tahta geçmek için – Hatta bir defasında çok sıkıldığım bir denemede kızımı tahta geçirmeye çalışmıştım, sarayda yaşayan herkesi sinir gazı ile öldürerek başlattığım olaylar silsilesi Hindistan’a nükleer bomba atılmasına kadar varmıştı, off çok korkunçtu, anlatsam beni raporda psikopat olarak yazarsın, eğlencesine yapmıştım kontrolden çıktı, her neyse…
Aslında şimdi düşünüyorum da, bu denememde Nicole olsaydı yanımda daha iyi sonuç alır mıydım? Hani yanımda olsun da her şeyi beceririm, gerekirse Mars’a roket yapıp giderim diye hissettiren kızlar vardır ya. Hah işte onlardan o. Hayır lafın gelişi demiyorum ha, beraber gittik Mars’a, oradan biliyorum. Ama işte onunla tanışması ve ilk bir kaç ay gerçekten çok çetrefilli, uğraşmak istemedim, hele Kraliçe’nin yemek masasındaki kaş göz yapmaları falan, öğk!
***
Beyaz oda nasıl bir yer mi? Sana 5 yaşında çocuğa anlatır gibi anlatayım.
Öldüğüm zaman – veya AO’nun dediğine göre, beyin kimyam onarılamaz bir şekilde değiştiğinde, bazı uyuşturucu ve anestezik maddeler yapabiliyor – bir odada uyanıyorum. Bu oda kadar bir yer, ufak, penceresiz, beyaz boyalı duvarları olan bir oda. İçeride bilgisayara benzeyen bir cihaz ve uçan ufak metalden bir küre var.
Uçan küre kendine AO diyor. Gerçekten bilinçli veya zeki olduğunu sanmıyorum. Konuşurken kalın bir kadın sesi kullanıyor “Beyaz odaya hoşgeldiniz”, veya “Dalış işlemi başlatılıyor”, benzeri önceden tanımlanmış cümle kalıpları ile iletişim kuruyor. Genel olarak sistemi tanıtıyor, kuralları anlatıyor diyebilirim.
Sistem şöyle işliyor. O bilgisayara benzeyen cihazda bir video oynatıcı var. İlk açtığımda 28 yıllık tek bir video dosyası vardı içinde. Benim kendi hayatımı videoya çekmişler. İstediğin gibi oynatabiliyor, hayatını tekrar izleyebiliyorsun, öyle düşün. Ama “Oynat” “Durdur” gibi başka bir tuş daha var “Dalış Yap” diye. Ona basınca uyuyakalıyorsun ve videoda hangi yerdeysen orada uyanıyorsun.
Dahası da var. Mesela yeni denemende orjinal hayatından farklı şeyler yaptın, ki yapıyorsun çok doğal. Odaya geri gittiğin zaman bu yeni denemen ayrı bir video dosyası olarak kaydedilmiş oluyor. İstersen onu da oynatıp izleyebiliyor, veya ona da dalabiliyorsun. Bu şekilde bazı alternatif hayatlarının önemli yerlerini kaydedip, tam oraya geri dönüp oradan devam edebiliyorsun. Mesela ben hep 21 yaşında zengin, yakışıklı ve fiziksel olarak tepede olduğum dönemi kaydettim, hep oradan başlıyorum.
Bunun ne anlama geldiğini anlayabiliyor musun doktor? Sınırsız alternatif gerçekliklerde, hiç bir limitin olmadan tekrar tekrar yaşadığın yaşamlardan bahsediyorum. Teorik olarak ölümsüzlük. Önümüzdeki yıllarda neler olacağını tüm detayları ile bilmek. Her yapacağın hareketin sonucundan emin olmak. Böylesi bir öngörü ve deneyimle nasıl bir güce eriştiğimi hayal edebiliyor musun?
Mars’a giden ilk insan oldum oğlum, boru değil! 3 defa gittim, ilk ikisinde radyasyon zehirlenmesinden öldüm, 3.sünde karımla beraber gittik, yolun yarısında öldü, ben varmayı başardım. Kanserin 32 türünü klinik olarak etkisiz hale getirdim. 16 nobel ödülüm var. 3. Dünya savaşını başlattım bir seferinde, nükleer bombalar havada uçuştu, Pakistan’a bomba attırmanın ne kadar kolay olduğunu bilsen şaşarsın. 67 milyon kişilik bir tarikat kurup, hepsini toplu intihara ikna ettiğim bir sefer var ki, akıllara ziyan. Daha iğrenç şeyler de yaptım, gurur duymuyorum. Ama konunun özünü anladın.
***
***
Keşfettiğim son ve en derin sınır, düşünsel sınırlar.
Bilimsel olarak yeni buluşlar yapmak, edebiyatın, felsefenin, müziğin sınırlarını zorlamak. Bunlardan bahsediyorum.
Doktor, bir bilgisayar oyununu tekrar tekrar bitirip oynamışlığın var mı hiç? Bir oyuna 300 saatin üzerinde zaman harcamaktan bahsediyorum. Bir noktada artık tüm taktikleri bilip neredeyse yenilmez olursun. Artık saçma sapan denemeler yaparsın: Tek bir şehir ile başlayıp dünyayı ele geçirmek mesela. Veya normalde 20 saat sürecek oyunu 15 dk’da bitirmek. Normalde 30 kişi ile girmen gereken bölüm sonu canavarını tek kişi girip öldürmek, buna benzer saçma şeyler.
Bunu neden mi anlatıyorum? Çünkü konuyu sürekli nereye getirmeye çalıştığını görüyorum, sakin ol şimdi geliyorum oraya.
Yüzlerce hayat yaşayıp, aklına gelebilecek her tür başarıya ulaştığını hayal et. Mesela seni ele alalım doktor. En büyük hayalin nedir? Belki gecenin karanlığında kendinle başbaşa kaldığında, tıpta devrimsel bir yöntem geliştirip nobel ödülü almayı hayal ediyorsundur ha? Ben onu çoktan yaptım. Çok daha fazlasını. Pek çok kereler.
Bu böyle devam ettikçe, bunalırsın. Git gide daha abartılı, daha imkansız hayaller peşinde koşarsın. Olmuş ve olacak her şeyi bilmekten sıkılmaya başlarsın. Bilinmeyeni özlersin.
Bu hayatta modern tıbbın – bazılarını bizzat keşfederek zorladığım – tüm imkanlarını da kullanarak en fazla 97 yaşına kadar gelebildim. Yaşamaya devam edecek olsam bile Alhezimer’in erken belirtileri belirdiği anda beyaz odaya geri çağırılıyorum – beyin kimyasındaki kalıcı değişim, hatırladın mı? Bir kaç defa Alhezimer ile ilgilendim, ama beyin hücreleri eninde sonunda bozunuyor. Sonra sorunu daha kökünden çözmek için hücre yenilenmesi ile ilgilenmeye karar verdim – tabiri caizse ölümsüzlüğü aramak.
Heyecanlandığını görüyorum. Konuya geleceğimi söylemiştim sana. Projemi finanse eden iribaşlar sana sürekli baskı yapıyorlar değil mi? Aslında istesem kendi paramla da finanse edebilirdim ama, zengin güçlü kodamanları projeye dahil etmenin faydaları var. Neyse.
Ne zaman iyileşip işimin başına döneceğimi öğrenmek istiyorlar değil mi? Dur tahmin edeyim, özellikle de o domuz suratlı, ağır Alman aksanı ile İngilizce konuşan obez herif. Biliyor musun, o domuzun 28 milyar dolarlık serveti var ama Forbes listelerinde falan hiç bulamazsın. Bunu bildiğini de bir şekilde öğrense var ya, hem seni hem tüm aileni acımadan kıtır kıtır keser, kanınla da kara büyü ayini yapıp kendine falan enjekte eder, o kadar ağır psikopattır, aman diyeyim o herife karşı dikkatli ol.
***
Baş asistanım Lukas sana çoktan anlatmıştır, ben bu proje için hayati önemdeyim. Lukas iyi, hırslı çocuk. Yerime geçmek istiyor, bir defasında az kaldı bana ihanet ederek proje başına gelecekti. Ama ben… Ben en iyisiyim. Bensiz yapamazlar, Lukas ta biliyor bunu, ta kalbinin derinliklerinde olsa da. Kaç defa imkansız gözüken bir engelle karşılaştığımızda, benim çözümü zaten biliyor olduğuma şahit olmuştur.
Sana anlatılan hikaye – son derece önemli ve gizli bir tıbbi araştırmanın başında olan bir bilim adamıyım ve muhtemelen strese bağlı bir sinir krizi geçiriyorum. Şimdi ise sana gerçeği anlatayım: Bu proje aslında 340 küsür yıldır – benden kaynaklı duraksamalar da dahil, arada bir ilgimi kaybedip kızlarla takılmaya, satrançta dünya şampiyonu olmaya, tüpsüz dalışta dünya rekoru kırmaya falan gidiyorum – devam ediyor.
9 denemedir bu projeyi sürdürüyorum. Yıllarca üzerinde çalışıyorum, yaşlanıyorum, bitiremiyorum, beyaz odaya gidiyorum, geri sarıp sıfırdan başlıyorum. Ve geriye sadece kendi aklımdakileri götürebiliyorum.
Lukas’ı ve diğer tüm asistanlarımı 9 defa sıfırdan eğitmek zorunda kaldım. İşin aslı şu ki, bu projeyi sadece ben yürütüyorum, tüm detaylarına sadece ben hakimim. Diğer asistanlar tamamen konu mankeni statüsündeler. Projenin detayları sadece benim aklımda, her geri dönüşte denklemleri, kimyasal formülleri, bilgisayar modellerini, kısaca projeyle alakalı her şeyi aklımda tutmak zorundayım. Ne kadar zor bir iş olduğunu açıklamaya kelimeler yetmez.
Einstein bir seferinde İzafiyet Teorisi üzerinde çalışırken işinin ne kadar zor olduğunu, neredeyse beyninin patlayacağını, kendi limitlerine geldiğini falan söylemişti. Anlattığına göre her gece ateşler içinde havaleler geçiriyormuş. Ne kastettiğini anlayabiliyorum, aynısı bana da oluyor, ama yavaş çekimle. Ama istediğim de buydu zaten değil mi, yani düşünsel sınırları zorlamak?
***
Neden mi? Büyük oranda can sıkıntısı. Bu yaşamda yapılabilecek aklıma gelen her şeyi yaptım. Başaramadığım pek az şey oldu, Ay’ı füzyon bombaları döşeyip havaya uçurmayı falan beceremedim mesela (sadece %13.8’ini parçalayabildim, tamamen inflak etmedi). Kendime gitgide daha abartılı, daha imkansız hedefler koyuyorum. Bu da bunlardan biri.
Ama sanırım gerçek nedeni, biraz da değişik bir oyun oynamak istedim. Ek bölüm paketi indirmek istedim. Düşündüm ki doktor, eğer 150 yaşına kadar yaşarsam, hiç bilmediğim bir 50 yıl daha deneyimleyebilirim. “Önümüzdeki 50 Yıl” isimli ek paketi indirip oynayacaktım, planım buydu.
Demin limitlerime gelmekten bahsetmiştim. Çığır açacak bir buluşun eşiğindeydim. Bunu iliklerime kadar hissediyordum. Sadece biraz daha kafa patlatsam bulacaktım. Pat! Bir anda AO beni beyaz odaya çağırdı. Beyindeki kalıcı kimyasal değişimden ötürü. Bence saçmalıyordu, çünkü uyuşturucu falan kullanmamıştım. Kulak asmayıp geri gittim, sadece biraz daha kafa yorsam bulacaktım çözümü. Bir kaç defa böyle yapmıştım, riski yok sanıyordum.
Bu anlattığım, sizin hesabınızla bir hafta önceki sinir krizime denk geliyor. O günden beri beni bu odaya kapattınız, ve ilaçları dayadınız. Ve o günden beri düşünüyorum. Özellikle de dünkü krizimden sonra. O hasta bakıcı bana Haloperidol vermiş olmalı, öyle değil mi? Normalde kuvvetli anti psikotik ilaçlar beni beyaz odaya derhal geri yollamalıydı. Kurallar böyleydi. Neden gitmedim? Herhalde düşünsel limitleri zorlamak, odanın kurallarını bozmuş olmalı. Tabi ya, felsefi bir bakış açısıyla bakınca…
-”Çünkü o aldığın ilaç Haloperidol değildi…”
-”….”
***
Karşısındaki doktor yavaşça maskesini çıkarttı.
-”Sen! Lukas?”
-”Başka kim olabilir? Bu sorguyu sen penthotal ilacı etkisi altındayken yapmayı düşünmüştük, ama anti-psikotik ilaçların sana olan etkisi hakkında şüphelerimde haklıymışım. Hayır, senin devasa egona oynamak çok daha kolay oldu. Çok daha kolay, ve risksiz. Senden uzun, çok uzun bir süredir şüpheleniyordum.
4 yıl önceki Telomer bölünmesi sorununu hatırlıyor musun? Kimse o kadar hızlı çözemezdi, dahi ya da değil. Yıllar sürecek bir çalışma gerekliydi. Ama sen… Sen cevabı biliyordun. Orda şüphelenmiştim. Uzaylılar ile gizli bir anlaşma içinde olduğundan, zaman yolcusu olduğuna veya şeytana ruhunu satmış olmana kadar, ne kadar fantastik olursa olsun, tüm ihtimalleri tek tek aklımdan geçirdim ve tek tek test ettim. Gerçeğin bir tür zaman döngüsüne yakın olduğunu tahmin etmiştim.
Tabi ya! Senin için hepsi bir oyun gibiydi. Sanki hepsini görmüş geçirmiş. Tavırların. Kurduğun cümleler… Hele 2 yıl evvelki petrol krizini aylar öncesinden biliyor olman! Sıradan bir şeymiş gibi insanoğlunun yaşadığı en büyük ekonomik krizi NOKTA ATIŞI ile aylar öncesinden öngörmen… Senin uzmanlık alanın bile değildi! Hayır efendim. Dehayı anlarım, ama bu başka bir şeydi.
Seni yıllarca gözlemledim. Kendine o kadar güveniyorsun, o kadar yenilmez tavırların var ki, hayal ettiğimden kolay oldu. Tabi ki, düşününce çok mantıklı. Sonuçta bir sonraki döngüde bu numarayı yemeyeceksin. Neden temkinli olasın ki? Temkinli olmaya ihtiyacın yoktu…
Ama şimdi avucumun içine düştün. İşin sırrını kendi ağzınla bana söylediğin için teşekkür ederim. Kimyasal olarak beyin yapını koruyacak ilaçları beynine enjekte etmemiz, ve sonrasında seni dondurarak öldürmemiz yeterli olacak. Hayır, hiç kaçışın yok. Hasta bakıcılar intihara kalkışacağına ve bunu engellemeleri gerektiğine dair kesin olarak uyarıldılar.
Demek bu güçlerini Hollywood yıldızlarını yatağa atmak ve dünya savaşı çıkarmak için kullanıyordun ha? Bakalım, alternatif gerçeklikler ve zaman döngüleri hakkındaki teorilerim doğru ise… Denemeye değer ha?…
***
-”Dr. Lukas, beyaz odaya hoş geldiniz. Ben AO. Size odanın kurallarından biraz bahsetmek istiyorum…”
Hızlı Yazı Geri Bildirim Tablosu
İkonların üstüne getirerek anlamlarına bakabilir,tıklayarak geri bildirimde bulunabilirsiniz.Ayrıntılı açıklama için "Sembol Kütüphanesine" başvurun.Verilen puanlar geri alınamamaktadır.- Hikaye Temposu Düşük
- Yavaşla Biraz Dostum!
- Anlaşılması/Takip Etmesi Zor
- Hikaye fikir için fazla kısa
- Hikaye fikir için fazla uzun
- Tam zamanında!
- Mantık hataları ve Tutarsızlıklar
- Detay Eksikliği
- Detay Fazlalığı
- Güzel Ayrıntılar
- Güzel fikir ama uygulama daha iyi olabilir!
- Ortalam fikir ama iyi uygulama!
- Bıçak gibi keskin uygulama
- İyi dilbilgisi ve imla kullanım.
- Komik!
- Güçlü Sembolizim
- Kör gözüne parmak
- Gönderme Bağımlısı
- Sağlam Kökler
- Zamansız
- Teknoloji Açıklama Kitapçığı
- Derin ve Canlı Karakterler
- Tek Boyutlu karakterler
- Stereotip Karakterler
- Seçilmiş Kişi Sendromu
- Karakterin motivasyonu/hareketleri/arka hikayesi uyumsuz
- Hikaye Sıkıcı ve Sıradan
- İlham verici
- Taze Fikir!
- Sürükleyici!
- Mükemmel bir Yolculuk
- Fazla Düz Anlatım!
- Yaşanabilir Atmosfer!
- Bu Gezegende Yaşam Yok!
- Enteresan Burgular/Ayak oyunları
- Fazla Tahmin Edilebilir
- Seri Üretim
- Tanrının Eli! Deus Ex Machina
- Umut Vadediyor
- Başyapıt!
- Kötü Fikir
- Yakıt/Fikir Az
Mustafaizmirli
Selamlar, öykünüzü beğendim. Ancak bir okur olarak birkaç noktaya değinmek isterim.
Öykü “Yarının Sınırı” filmindeki konuyla bağdaşıyor. Buna değineceğim ama öncelikle karakter hakkında konuşmak istiyorum. Bir okur olarak karakter ne kadar kötü, iyi, tuhaf, sıradan olsa da onunla bağ kurmak isterim. Karakterinizle bağ kurmakta zorlandım. Çünkü karakter hem genel kültür anlamında yüksek hem de bu genel kültür düzeyine uyuşmayan argo kelimeler çok kullanıyor. Bir bakıyorum Nobel, olimpiyat, yeni buluşlar hakkında çaba sarf ediyor. Bir bakıyorum kızlar, cinsel hayat veya ünlü olma gibi basit istekleri oluyor. Hani bunlar olabilir ama karışık bir halde olması karakteri belirli sınırlarda çizmeye ve onunla bağ kurmayı engelliyor. Öncelikle basit ilişkiler ve devamında karmaşık hedefler üzerine gitse biraz durum düzelir ama o zaman da bunları anlatırken egosu tavan yapmaz.
Yarının Sınırı’nda filmindeki karakter mesela başta uzaklaşmaya çalışıyor. Savaşın şiddetinden etkileniyor ama sonra adapte oluyor ve herkesi kurtarmaya çalışıyor. Bu
onu daha kolay bağ kurulabilecek bir karakter yapıyor.
Kurgudaysa bir nokta dikkatimi çekti hep ölünce mi odaya gidiyor. Eğer öyleyse olimpiyat madalyası almak için başarısız olduğunda intihar etmesi gerekiyor ya da her ne konuda olursa intihar edip odaya gitmesi gerekiyor. Bu intiharlar onu değiştirmesi veya etkilemesi gerekiyor.
Video oyunlarında karakterle kurduğumuz bağ daha farklı, ölüm orada daha en başta kabul edilen bir durum haline geliyor. Ancak öykü ne kadar kurgu olsa da onunla kurduğumuz bağ gerçek. Bu gerçeklik içinde ölüm konusu kolay atlayabileceğimiz bir şey değil.
Belki birinci değil üçüncü şahıs anlatımıyla bu ölümlerin nevroz kısmı atlanabilirdi ama birinci şahıs anlatımında bu ölümler ve geçirilen nevrozlar karakterimizi değiştirmeliydi. Bu kadar çok ölüp dirilen biri egosu tavan yapacağını düşünmüyorum. Etkilenmeliydi ve değişmeliydi. Kaldı ki ölüm insanların köklerine ve bilinç altına inmiş bunun için efsanelerde ve mitlerde olduğu gibi daha derin bir mesela… Kolay kolay bu sınırı atlayıp basitleştirebilmemizin zor olduğunu düşünüyorum.
Son olarak hep derler ya anlatma sahnele diye, öykünüzdeki son kısım sahne olarak var ve bu kısım heyecanlandırıyor ama başlarda ve ortalarda karakter hep anlatıyor. Bu kısımlar okura öyküyü yarım bıraktırabilir.
Samimi söylüyorum. Bir ara sonra devam etsem mi diye düşündüm. Sonraya kalınca da etkisi azalıyor. Ne öykünün vermek istediğine ne de okur olarak almak istediğime ket vuruyor. Yani karakterin karşınıza geçip anlatması yerine bu sürekli baştan başlamaları kurulan kısa ama merak uyandırıcı 3-5 sahneyle ele alınsaydı okuması daha keyifli olurdu. Hatta alternatif zaman dilimlerinde Lukas üzerinden de anlatılabilirdi. O zaman daha merak uyandırıcı olurdu gibi geliyor. Farklı bakış açıları denemeye müsait bir öykü olduğunu düşünüyorum.
Görüşmek dileğiyle…